Röportaj: Sami Özçelik
tbbirlgiisecimifeyzioglu110 Aralık İnsan Hakları Günü nedeniyle Türkiye Barolar Birliği Yönetim Kurulu Üyesi ve İnsan Hakları Merkezi Başkanı Av. İzzet Varan’la bir söyleşi gerçekleştirdik. Başkan Varan’ın çok önemli açıklamaları herkesi toplumun her kesimini yalından ilgilendiriyor. İşte o söyleşi ve cevaplar

SORU: BİZE BAROLAR BİRLİĞİ İNSAN HAKLARI MERKEZİNİN ÇALIŞMALARINDAN SÖZ EDER MİSİNİZ?

Yanıt: TBB’nin İnsan Hakları Merkezi kurumsal olarak kökleşmiş bir merkezdir. Türkiye’nin her yanından gelen insan hakları ihlallerine ilişkin bildirimleri alan, arşivleyen ve hazırlanan yıllık raporlarında bu ihlallere yer veren, ihlallerin araştırmasını yaparak ve çözüm makamlarına ileten, insan hakları alanında farkındalık yaratmaya çalışan, bu konuda eğitim çalışmaları düzenleyen, eğitimcilerin eğiticilerini eğiten, hak ihlallerini yerinde inceleyen bir merkezdir. Merkez bünyesinde Yürütme Kurulunun belirlediği konularda çalışmalar yürütülmektedir. Ayrıca ağırlıkla akademisyenlerden ve konularında uzman kişilerden oluşan bir Bilim Danışma Kurulumuz mevcuttur.

insan-haklari-gunu-etrafca-insan-haklari-evrensel-bildirgesi-etrafca-blogspotSORU: İNSAN HAKLARI MERKEZİNDE ÇALIŞMALAR NASIL YÜRÜTÜLMEKTEDİR?

Yanıt: Merkezin 11 üyeden oluşan Yürütme Kuruluna bağlı olarak kurulan çalışma gruplarımız tarafından organize edilen çalışmalar yapılmaktadır. Örneğin; Mülteci sorunlarıyla ilgilenen Mülteci hakları Çalışma Grubu, Engellilerin sorunları ile ilgilenen Engelli Hakları Çalışma Grubu, Cezaevlerinde ki sorunları araştıran ve inceleyen Cezaevleri Çalışma Grubu, keyfi olarak işten atılanlar, meslekten çıkarılanlar ve mülklerine el konulanların hak ihlallerini araştıran Hukuki Güvenlik ve Mülkiyet Hakları Çalışma Grubu, Adil Yargılanma, İfade Özgürlüğü ihlallerini inceleyen Adil Yargılanma Çalışma Grubu, Cinsel Ayrımcılıkla ilgili sorunları Cinsiyet Ayrımcılık Çalışma Grubu gibi kurullarımız çalışmalarını sürdürmektedir. Bu çalışma grupları 11’er kişilik Avukat gruplarından oluşmaktadır.

insan_1024x486_1024x486SORU: 10 ARALIK İNSAN HAKLARI GÜNÜ İÇİN TESPİTLERİNİZ NELERDİR?

Yanıt: Ülkemizin içinde bulunduğu koşullar altında çok geniş yelpazede yer alan insan hakları ihlallerini tek tek anlatmak oldukça zaman alabilir. Keza, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde Rusya’dan sonra en çok ihlal yapan ülke olarak yer almaktayız. Ancak bazı başlıklar altında özet olarak değerlendirme yapmak daha doğru olur.

Öncelikle cezaevlerinden başlamak gerekir. Keza, İnsan hakları Merkezimize günde 100’e yakın bu konuda dilekçe gelmektedir. Keza, ülkemizdeki cezaevlerinde yaşanan hak ihlalleri uzun yıllardan beri sürmekte olup 15Temmuz Darbe Girişimi sonrası yeni bir boyut kazanmıştır.5271 Sayılı CMK 91 vd maddelerinde 24 saat ve toplu suçlarda 4 gün olarak düzenlenen gözaltı süreleri ve gözaltı ile ilgili koşullar 667 sayılı KHK ‘nin6 .maddesiyle 30 güne çıkarılmıştır.İçerisinde bulunduğumuz süreçte; hemen her gün çok sayıda kişi gözaltına alınmakta,ifadeleri alınmaksızın günlerce çok olumsuz koşullarda bekletilmekte, müdafi ile görüşmesi 5 gün kısıtlanabilmekte,gözaltı süresi “keyfi olarak” 30 güne kadar uzatılmaktadır.AİHM kararlarında, gözaltı süresini “Teröre karşı toplumu koruma maksadı taşısa bile…” en fazla 4 gün 6 saat olarak belirtilmektedir. Dolayısıyla bu durum AİHM kararlarına açıkça aykırılık oluşturmaktadır.

AİHS’in 6.maddesine göre; Savunma ve adil yargılanma hakkı en temel insan hakkıdır. Davaların açılma süreci ve halen büyük çoğunluk soruşturma dosyalarının kovuşturmaya dönüştürülmemesi,

etkin pişmanlığın özendirilerek gerçek dışı beyanlara dayalı delil toplama yönteminin ağır basması dürüst yargılama ilkesinin yoğunlukla ihlal edilmesine dönüştürülmektedir.
Yine Avukatlık Kanununun 36.maddesine göre;avukatın “Sır Saklama” zorunluluğu , CMK nun 154.maddesine göre “…şüpheli veya sanık müdafii ile her zaman ve konuşulanları başkalarının duyamayacağı bir ortamda görüşmesi zorunlu olmasına rağmen, 667 sayılı KHK’nin 6.maddesi ile getirilen sınırlamalar ile “…müdafiinin müvekkil ile görüşmenin sesli ve görüntülü olarak kayıt altına alınması,bir görevlinin görüşmede hazır bulunması…” şeklinde ki düzenler,genel kural haline getirilip,istisnasız uygulanması savunma hakkının özüne müdahale niteliğindedir.

Cezaevlerinde yaşanan en temel hak ihlalleri;-Kapasitenin aşılması ve yoğunluk,-Tecrit,tek kişilik hücrelere koyma,-Sağlığa erişim,-Can güvenliği,İntiharlar,- Kitap kısıtlaması,-Keyfi disiplin işlemleri,-Avukata ve yargıya erişim zorlukları,-Beslenme,-Nakiller,-SEGBİS,-Annelerin yanında kalan çocuklar.-Çocuk mahpuslar-Tutuklu Gazeteciler,

-Tutuklu milletvekilleri olarak önüm101220151806374_10-aralik-dunya-insan-haklari-gunuüze çıkmaktadır. 08.10.2016 tarihi itibariyle Türkiye’de 372 adet ve 189.269 kişi kapasiteli Ceza ve İnfaz Kurumu bulunmasına rağmen 01.11.2016 tarihi itibarıyla Cezaevlerindeki tutuklu ve hükümlü sayısı şöyledir. 123.987 Erkek hükümlü, 4.659 Kadın hükümlü, 645 Çocuk hükümlü toplamda 129.291 hükümlü bulunmakta, 62.976 Erkek tutuklu, 3.235 Kadın tutuklu ve 1795 Çocuk tutuklu toplamda 68.006 tutuklu bulunmaktadır. Hükümlü ve tutukluların toplam sayısı ise 197.297’dir. Yani 189.269 toplam kapasitenin üzerindedir.

671 sayılı KHK’nin 32. maddesi ile 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanuna Geçici 6.madde eklenmiş ve bazı suçlar dışarıda kalmak koşulu ileYasanın 105/A maddesindeki denetimli serbestlik süresi bir yıldan, iki yıla çıkarılmış,107/2 maddesinde koşullu salıverilme süresi 2/3 den ½ e indirilmiş, bu formül ile ortalama 38.000 tahliye ile yer açımı sağlanmış olmasına rağmen çok kısa bir sürede yapılan tutuklamalar ile kapasite tekrar aşılmıştır. 15.07.2016 tarihinden sonra 100.000’ in üzerinde kişi hakkında soruşturma başlatılmış ve bu soruşturmalar kapsamında 45.000’ in üzerinde kişi tutuklanmıştır.

ENGELLİ HAKLARI ÇALIŞMA GRUBUNUZLA İLGİLİ BİLGİ VERİR MİSİNİZ?

Engelli bireylerin sahip olduğu haklar ve bu hakların kullanımdaki hak ihlalleri somut olarak en çok göze çarpan problemlerden biri olarak karşımızda durmaktadır. Engelli bireyler için uluslararası hukuk, Anayasa,kanun,yönetmelikler, özel hükümler ile geç de olsa düzenlemeler yapılmıştır. Ancak, engelli bireylerin psikolojik durumu, toplumdaki empati yetersizliği, bilinçsiz yaklaşım ve önyargılar ise tartışma konusu olmakta devam etmektedir.

1449754645646Engelli kavramı diğer bireylerle eşit koşullar altında topluma tam ve etkin bir şekilde katılımlarının önünde engel teşkil eden uzun süreli fiziksel, zihinsel, düşünsel ya da algısal bozukluğu bulunan kişileri içermek olarak tanımlanırken, hukuk düzeni tüm bireyler ile tam ve eşit şekilde haklardan yararlanmayı ilke edinmiştir. Somut olaylara bakıldığında yaşam hakkı, işkence veya aşağılayıcı muamele yasağı, özgürlük ve güvenlik, adil yargılanma, özel hayata ve aile hayatına saygı, ayrımcılık yasağı, mülkiyetin korunması, eğitim, oy kullanma gibi temel hakların daha yoğun bir şekilde ihlal edildiği görülmektedir. Genellikle başvuruların bu maddeler kapsamında ve çeşitli ihlaller sonucu oluştuğu anlaşılmaktadır. Pozitif hukukun engelli bireye yansıması ve sürecin ağır işlemesi, hak ihlallerinin oluşumuna zemin hazırlamaktadır.

Söz konusu engelli bireyler ve aileleri olduğunda pozitif ayrımcılık ilkesine daha çok ihtiyaç duyulmaktadır. Sözlü ya da fiziksel taciz olayları, tutukluluk/gözaltı koşulları, kamuya açık alanların düzeni, acil veya afet durumlarında özel bir düzenlemenin olmaması, eğitim, sağlık, istihdam eksikliği gibi hak ihlallerine sıkça rastlanmaktadır. Bu ihlaller pozitif hukukun yanında, bunların denetimi, uygulamasında bölgesel ve uluslararası seviyede politikaların geliştirilmesi ile ortadan kaldırılamasa da önemli yol kat edilebilir.

Sadece fiziksel engelliler değil, zihinsel engellilerin de daha özel sorunlarının olduğu anlaşılmaktadır. Özellikle teknoloji ile özdeşleşmiş eğitim reformlarının yapılması gerekmektedir. Tam ve eşit şekilde engellilerin haklarını kullandıkları varsayımında dahi, toplumun engelli bireylere karşı saygısının ve empatisinin az olması, farkındalığın oluşturulamaması toplumda bir ötekileştirme yaratmaktadır. Bu durum engelli bireylerin özgüvenini ve onurunu kırmakta, onları içe kapanık bir ruh haline sokmaktadır. Sosyal hayata katılımın ve bu bunun hep birlikte yapılması gerektiğinin önemi tartışılmaz boyuttadır. Kanunlardan ve yasal düzenlemelerden çok bu boşluğun nasıl doldurulacağı tartışılmalıdır. Engelli Hakları Çalışma Grubumuz bu hususta fedakarca çalışmaya devam etmektedir.

Kadınlar açıkça cinsiyetleri nedeniyle ayrımcılığa uğramaktadır. Eğitim olanaklarından yoksun bırakılmakta, erken yaşta evlendirilmekte, yapılan yasal düzenlemelerle erken evliliklerin önü açılmaya çalışılmakta, aile içi cinsel ve fiziki şiddete maruz kalmaktadırlar. Çalışan kadınlar aynı işi yapan erkeklerden daha az kazanmakta, ucuz emek olarak adeta köle gibi çalıştırılmakta, yüksek maaşlı işlerde çalışmaları engellenmekte, hem kamuda hem özel sektörde yönetici pozisyonlara geçme hakları engellenmektedir.

4139c351ee50e271e12c516137779871_1323516341SORU : KADIN HAKLARINDA NEREDEYİZ?

Kadınların, haklarını savunamamalarının en önemli nedeni; eşleri, aileleri ve toplum tarafından gördükleri fiziksel, cinsel, duygusal ve psikolojik şiddettir. Kırsal alanda yaşayan kadınlar şehirde yaşayanlara oranla daha fazla şiddete maruz kalmaktadırlar. Merkezimizce araştırmalar şiddet eylemlerinde sosyokültürel farklılıkların önemli bir rol oynamadığını ve kişilerin hangi kültürel katmanda olursa olsun bu tip davranışlara eğilimli olduklarını ortaya koymuştur. Kadının ve eşinin eğitim düzeyi yükseldikçe maruz kalınan şiddet azalmasına rağmen yüksek eğitim gruplarında da önemli oranlarda şiddet yaşanmaktadır.

Bu veri gösteriyor ki, devletin sağladığı eğitim tüm bu sorunları çözmede yetersiz kalmaktadır. Kişilerin «toplumsal cinsiyet» eğitimini erken yaşlarda almaları ve içselleştirmeleri, devletin bu konuyla ilgili yasal ve idari önlemleri alması, medyayı bu konuda denetlemesi, devlet personelinin de bu eğitime tabi tutulması gerekmektedir. Tüm bu sorunların çözümü kısa vadeli hamlelerle değil, planlı ve uzmanlarca hazırlanmış uzun vadeli bir yatırım ile çözümlenebilir.

Kadına yönelik şiddetin ortadan kalkması için kadına yönelik ayrımcılığı besleyen destekleyen politikaların ortadan kalkması, toplumun temellerinin ve yönetimin gerçekten demokratik olması gerekli ve zorunludur.

Eğitim sistemi 12 yıl kesintisiz ve zorunlu olmalıdır. 4+4+4 eğitim sistemi ile özellikle kız çocuklarımız okula devam edememekte erken yaşta evlendirilmek suretiyle kanayan bir toplumsal yaraya dönüştürülmektedir.

Bizzat şiddetin aracı ve sonucu olan eril dil kullanım dışında kalmalıdır.

Kadınların eşit, insanca yaşam istekleri halen ölümle ve şiddetle sonuçlanmaktadır. 2016’nın ilk on bir ayında 260 kadın öldürüldü.Öldürülen kadınların %14’ü boşanmak istedikleri, %17’si ise boşandıkları kocaları tarafından öldürüldü. Yapılan yasal iyileştirmelere rağmen, siyasal erkin kadına bakışı, yargı mekanizmasının ve idari yolların yetersizliği, isteksizliği ve etkisizliği, kadınların var olma mücadelesini ve yaşam haklarını ihlal etmektedir.

01874767b0MÜLTECİLER SORUNU TÜRKİYE’NİN SON YILLARDA UĞRAŞTIĞI EN ÖNEMLİ

KONULARDAN BİRİ. BU KONUDA DEĞERLENDİRMENİZ NEDİR?

Yanıt: Türkiye –GİGM ve BMMYK verilerine göre- ev sahipliği yaptığı 2,7 milyon Suriyeli ve 300 bin Suriye dışındaki ülkelerden gelen sığınmacı ile dünyada günümüzde en çok sayıda sığınmacıyı barındıran ülke konumundadır. Bu kadar çok sayıda kişi barındırılmasına rağmen ciddi bir sosyal gerilim olmamıştır. Buülkemiz halkı ve kamu otoriteleri adına çok ciddi bir başarı olduğunun kabul edilmesi gerekmektedir. Buna karşılık özellikle sanayileşmiş ülkelerin bu alanda Türkiye gibi insani kriz alanlarına komşu olan ülkelerin yüklenmiş oldukları sorumluluğu paylaşmada büyük oranda isteksiz ve duyarsız tavırları devam etmektedir. Uluslararası toplumun insani kriz bölgelerinden kaçan insanların sorunlarına daha duyarlı olması ve komşu ülkelerin sorumluluğunu daha adil bir şekilde paylaşması gerekmektedir.

Türkiye’nin üstlendiği olağanüstü sorumluluğa karşılık bu göçün insan hakları ve insanlık onuru adına çok iyi bir şekilde yönetildiğini iddia edebilmek mümkün değildir.

Suriyelilerin ülkemize gelmeye başlamalarından itibaren yaklaşık 6 yıl geçmiş olmasına rağmen halen güncel ve sağlıklı bir kayıt işleminin yapılamadığı görülmektedir.

Eğitim çağındaki çocukların ancak 1/3 oranında okullara kayıt işlemi yaptırılmış, bunların da önemli bir oranının okula devamı sağlanamamıştır.

Legal iş gücü piyasasına erişim imkânları oluşturulması kapsamında iyileştirici düzenlemeler yapılsa da çalışma izni alan kişilerin çok küçük bir oranda kaldığı ve ezici çoğunluğun halen emek sömürüsüne dayalı merdiven altı iş piyasasına mahkûm olduğu bilinmektedir.

Sağlık alanında görece olumlu düzenleme ve çalışmalar olsa da bu alanda halen yaygın bir erişimin olmadığı görülmektedir. Kamplar dışında 81 ile dağılan Suriyeli ve 63 uydu kentte zorunlu iskâna tabi olan Suriyeli olmayan tüm sığınmacılar başta barınma olmak üzere tüm sorunlarla kendileri baş etmek durumunda bulunmaktadırlar. Kişilerin meslek ve eğitim durumlarını temel alarak ciddi ve bilinen bir uyum politikasının hayata geçirilmesi söz konusu değildir. Çoğu sığınmacı şehirlerde zor koşullar altında yaşamaya çalışmaktadırlar.

Suriyeli ve diğer tüm sığınmacıların Türkiye’de daha uzun süre kalacakları gerçeğinin kabul edilmesi, buna göre kısa, orta ve uzun vadeli strateji ve eylem planlarının multidisipliner olarak oluşturulması gerekmektedir. Bunun hazırlanmasında kamu otoriteleri yanı sıra başta Barolar olmak üzere meslek odaları, sendikalar, sivil toplum örgütleri, yerel yönetimler ve Üniversiteler de yer ve sorumluluk almalıdır.

Bu alana ilişkin yargısal denetimin kapsam ve kalitesinin olması gereken seviyede olmadığının, çok küçük bir oranda kişilerin durumlarının yargı önüne getirildiği görülmektedir. Yargı denetiminden geçmeyen sınır dışı ve uzun idari gözetim işlemleri kaygı vericidir.

Uluslararası koruma başvuruları hakkında verilen kararların kapsam ve idari-yargısal denetim işlemleri zayıftır. Bu nedenle yargısal denetimin nitelik ve niceliğinin arttırılabilmesi için çalışmalar üretilmelidir.

Baroların adli yardım mekanizmalarının YUKK ve sığınmacıların çokça başvurdukları hukuk alanlarında güçlendirilmesi gerekmektedir. Buna göre Barolara sağlanan adli yardım bütçesinde şehir nüfusu ve şehirdeki Avukat sayısı kriterlerine ek olarak şehirdeki sığınmacı sayısı da artı bir kıstas olarak dikkate alınmalı ve buna göre Barolara ek bütçe sağlanmalıdır.

Bu alanda davalara bakan 1. İdare Mahkemeleri ve 2. Sulh Ceza Hâkimliklerinin kapasitelerinin yükseltilmesi için çalışmalar yapılmalı, sığınmacıların yasal hakları konusunda bilgilendirici çalışmalar yapılmalıdır.

SORU : DARBE GİRİŞİMİ SONRASINDA MELEKTEN ATILANLAR, AÇIĞA ALINANLAR

VE MÜLKLERİNE EL KONULMASI HUSUSUNDA DEĞERLENDİRMENİZ NEDİR.?

Yanıt: Öncelikle darbeler demokratik ülkeler için kabul edilemez ve karşı durulması gereken eylemlerdir. Herkes darbeyi ve darbecileri kınamak zorundadır. Yeni darbelere de karşı konulmalıdır.

Ancak, 2014 yılının başından itibaren yargıyı baskı altına almaya ve yargı denetimini engellemeye yönelik olarak çıkarılan yasalarla, devletimizi, zaten zayıf olan hukuk devleti olma niteliğini yitirme sürecine sokmuş, 15 Temmuz 2016 darbe girişiminden sonra çıkarılan OHAL kararnameleriyle de hukuk devletiniilkelerinin askıya alındığı duruma gelinmiştir. Bu süreçte, hukuk devletinin en belirleyici niteliklerinden olan yargı bağımsızlığı ve hukuk güvenliği ilkeleri yok sayılmaya çalışılmaktadır. Artık, siyasi iktidar sahipleri dışında hiç kimse kendini güven içinde hissetmemektedir. İnsanlar, kendilerinin ve ailelerinin başına ne geleceğini öngörememekte; yanıbaşlarındaki örnekler nedeniyle, uydurma suçlamalarla sorgusuz sualsiz, işlerinden, mal ve mülklerinden olma, sefalete düşmehatta,zindanlarda çürüme korkusu çekmektevesonuçta hiç kimse geleceğe güvenle bakamamaktadırlar.

Yargıçlar üzerindeki meslekten atılma baskısı, çoğu zaman yargı kararlarını olumsuz etkilemekte;ne, adaletin olmazsa olması olan, insaf ve hakkaniyet ilkelerini gözetilebilmekte, nede, en temel hak olan, özgürlük hakkı korunabilmektedir.

OHAL kararnamelerinde düzenlendiği ve sonra da yasalaştırıldığı gibi, insanların özgürlük ve güvenlik haklarının bu denli kısıtlanması; savunma hakkının engellenmesi;terör ve şiddet eylemleriyle bağlantılı olmayan insanların bu kadar yoğun baskı altına alınması;kuruluşların, yayın organlarının, şirketlerin bu genişlikte kapatılması, varlıklarına tazminatsız el konulması ve bütün bu yapılanlara karşı yargıda çare aramanınönemli ölçüde engellenmesi, hukuk devletlerinde ve çoğulcu demokrasilerde kabul edilemez.

OHAL ilanı, hukuk devletinden ve çoğulcu demokrasiden vazgeçmenin ilanı değildir. Hukuk devleti, OHAL rejiminde de etkindir. Bu bağlamda OHAL tedbirlerinin, OHAL ilanını gerektiren nedenlerin yani,

15 Temmuz darbe girişiminin çoğulcu demokrasi için yaratmış olduğu tehlikenin giderilmesine yönelik olması zorunluluğu vardır. Oysa, ne, getirilen özgürlük kısıtlamalarının; ne, savunma hakkı engellemelerinin; ne, insanların baskı altına alınmasının; ne, mal varlıklarına tazminatsız el konulmasının; ne, yargıda çare aranmasının engellenmesinin, 15 Temmuz darbe girişiminin yarattığı tehlikenin giderilmesi için zorunlu tedbirler olduğu savunulamaz ve yapılanların insan haklarına aykırılığını ortadan kaldıramaz. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin OHAL nedeniyle askıya alınmış olması da sonucu değiştiremez. Zira, OHAL tedbirlerinin, hukuk devletini yaşatmaya ve çoğulcu demokrasiyi ayakta tutmaya yönelik zorunlu tedbirler olması gerektiği, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni yorumlayan AİHM kararlarıyla sabittir.

artvin-barosu-baskani-av-izzet-varan-turkiye-insan-haklari-kurumuna-aday

Biz Hukukçular, hukuk devletine aykırı yanlışlıkları ve insan hakları ihlallerini gösterme ve yetkilileri uyarma görevini 10 Aralık İnsan Hakları Günü’nde bir kez daha yerine getirir ve bütün gücüyle hukuk devletini yaşatmak ve çoğulcu demokrasiyi ayakta tutmak için uğraş vereceğimizi bir kez daha yinelemek istiyorum.