BU TOPLUM SAFRALARLA DOLU

Kimse bana bana bu toplumun erdeminden söz etmesin.
Biz sahtekâr, hırsız, üç kağıtçı, dolandırıcı, yalancı, korkak, şark kurnazı, yalaka, kaypak, çıkarcı, bencil bir toplumuz. Bu özellikleri de erdem kabul edecek kadar çürümüş bir toplumuz.
Biz böyle bir toplum olduğumuz içinde ülkeyi yönetenlerin yalanı, talanı adeta meşruiyet kazanıyor. Bizler içten içe yalancının, talancının yerinde, çalanın yerinde olmadığımıza hayıflanıyoruz hatta. İştahımız kabararak, ağzımızın suları akarak izliyoruz.
Bizim atasözümüz değil mi? “Bal Tutan Parmağını Yalar.” “Gemisini Kurtaran Kaptan.” “Atı Alan Üsküdar’ı Geçer.” “Bana dokunmayan Yılan Bin Yaşasın.” Vb.
Öyle kendimize şaşalı meziyetler yüklemeyelim. Biz buyuz işte. Toplum olarak, hiç öyle erdemli meziyetlerimiz yok. Hiçte büyük büyük laflarla, büyük büyük etiketler takmayalım yakamıza. O etiketlerin üzerimizde iğreti, üstelikte çok komik durduğunu biliyoruz. Babasının ya da, kendinden beş yaş büyük abisinin elbisesini giymiş çocuğun, üstünde elbisenin durduğu gibi.
Demokrasimiz ağızlarda çiğnenen sakızdan başka bir şey değil, yeri geldiğinde de hayat oyununda sıkça kullandığımız joker. Demokratlığımız; karşımızdakinin duymak istediğimiz şeyleri söylemesiyle sınırlı. Çağdaşlığımız, günlük moda takibinden başka bir şey değil. İnsan hakları bir türlü içimize sindiremediğimiz bir kavram. Empati? Henüz kafamızda bile tanımlayamadığımız garip bir sözcük. Kadın hakları mı? Hak getire. Çevreye, doğaya saygı mı? İnsana, kendimize, kendi kişiliğimize saygı duymayı öğrenememişiz henüz.
İçimizden çıkan; insan olma erdemine sahip, bir avuç insanın sırtından; bizde toplum olarak, meziyetlere sahip oluyor, ya da olduğumuz sanısına kapılıyoruz. Onlarla tüm toplum olarak yeri geldiğinde övüne övüne göklere çıkıyoruz. Ama onlar gibi olmak için, hiç bir çaba sarf etmiyoruz. Egomuz, çıkarcı açgözlülüğümüz, kaypaklığımız, korkaklığımız ağır basıyor. Öyleyiz çünkü. Çoğu zaman; erdemlerinden kendimize övünme payı çıkarttığımız, bu insanlara “salak, aptal” deyip alaya eder dalga da geçeriz. Çoğu kez bu “salaklar, bu aptallar” bizim hoşumuza gitmeyen, çıkarımıza ters düşen, bir şey söylediğinde, yaptığında; en amansız düşmanı kesiliveririz.
O kadar çok ki; hırsızımız, üç kağıtçımız, dolandırıcımız, yalancımız, korkağımız, şark kurnazımız, yalakamız, kaypağımız, çıkarcımız, bencilimiz. Şaşırmamak mümkün değil. Her an, her yerde onlar var. Her an, her yerde karşınıza çıkabiliyorlar.
Kapınızı çalıp, ya da sokakta yolunuzu kesip ayaküstü sizi kandırma dolandırma çabası içindeler, Hem de, en insani duyguları istismar ederek yapıyorlar bunu. Örneğin bir engelli gurubu adına, Lösemili çocuklar adına, ya da bir felakete uğramış insanlar adına, size bir şeyler satıp, sizin duygularınızı istismar ederek dolandırma çabasındalar.
Hastane önlerinde çaresiz insanların çaresizliğin istismar ederken görüyoruz.
Terminallerde garip kuş misali, nerede olduğunu anlamayan insanları, istismar ederken görüyoruz,
Devlet kurumlarında, orada olma nedeni olan işi, yapmakla mükellef olduğu halde, işini kişisel ranta dönüştüren rüşvetçi memur olarak görüyoruz.
Kahvehaneye çay parası, dolmuşçuya yol parası, lokantada yediği yemeğin parasını vermeyen, ya da en insani, en demokratik hakkını kullanan insanları coplarken, gazlarken polis olarak görüyoruz.
Seçmenini aldatan istismar eden politikacı olarak görüyoruz.
Taahhüt ettiği işi yerine getirmeyen, biriktirdiği üç kuruşla başını sokacak bir eve sahip olmak isteyen yoksul vatandaşı dolandıran müteahhit olarak görüyoruz.
Bozuk ve hileli gıdayı vatandaşa şaşalı, yaldızlı ambalajlarda, fahiş fiyatla satan AVM ve gıda üretici olarak görüyoruz.
Görüyoruz. Görüyoruz. O kadar çoklar ki; sokağa çıktığınız an, gazeteyi, televizyonu açtığınız an, bu insanlarla, bu safralarla karşılaşıyorsunuz. Politikacı olarak çıkıyor karşınıza, Bürokrat olarak çıkıyor, iş adamı olarak çıkıyor, ülkenin yüksek makamlarını işgal ederek çıkıyor.
Şimdi bu yazdıklarımı okuyan bazılarının; maskesi düşürülmüş bir sahtekârın saldırgan refleksiyle; hiç de hoş olmayan sözcüklerle kulaklarımı çınlattığının farkındayım.
Hey kulaklarımı çınlatanlar, bir dakikalığına aynanın karşısına geçip, aynadaki kendi görüntünüzün, gözlerinin içine bakarak da, aynı şeyleri söylemenizi, tekrarlamanızı istiyorum. Bunu yapabiliyor musunuz? Yapabiliyorsanız. Tamda yukarıda sıraladıklarım sizsiniz. Sizin niteliklerinizi yazdım. Anlattım. Evet, evet, sizsiniz o aşağılıklar. Sizler; en adi, en kirli, en zehirli safrasısınız toplumun. Gidin kendinizi bir lavaboya, bir klozete dökün, (Mümkünse, ucu denize çıkmasın bu lavabo ve klozetin.) böylece hem topluma, hem kendinize bir iyilik yapmış olursunuz diyeceğim ama..? Onu yapmak da bir erdemdir. O da sizde yok.

Hasan Kaplan