Güner Yalçın

EĞİTİM-BİR-SEN (Eğitimciler Birliği Sendikası) ocak ayı başında “Gecikmiş Bir Reform : Müfredatın Demokratikleştirilmesi” adlı bir rapor yayınladı. Ancak ülkeye getirilmek istenen “Başkanlık” sistemi ve bunun yasal boyutlarını sağlayacak olan Anayasa değişikliği çalışmaları, hem Meclis’te, hem kamuoyunda tartışılagelen birincil konu olmasından ötürü bu rapor yeterince değerlendirilemedi. Rapor, kimi gazetelerde ya da internet ortamında, sınırlı sayıda eleştirilerle haber biçiminde yer aldı. Oysa EĞİTİM-BİR-SEN’in, hem eğitim-öğretim-öğretmen sorunları açısından Milli Eğitim Bakanlığı ile masaya oturabilen sendika olması, hem de hazırladığı raporun, eğitim dizgemizi değiştirmeye yönelik çeşitli öneriler içermesi bakımından bu raporun, oldukça ayrıntılı biçimde irdelenmesi, tartışılması, değerlendirilmesi gerekiyor.

Önce EĞİTİM-BİR-SEN’i kısaca tanıyalım.

Bu sendika 1992’de kurulmuş. 2001 yılında çıkan 4188 sayılı Kamu Görevlileri Sendikası Kanunu ile yasal dayanağa kavuşup tüzel kişilik kazanmış. 2003’te, 18 bin olan üye sayısı, AKP hükümetlerine yakınlığından ötürü yıldan yıla artmış; 2011’deki 195.695 üye sayısıyla, eğitim hizmet dalında “genel sendika” olmuş. 2014 ‘te 279.722, 2016’da da 402.171 üye sayısına ulaşmış.

Sendikanın, adı geçen 128 sayfalık raporu dört bölümden oluşuyor. İlk bölümde, Türkiye’deki eğitimin yetersizliğinden, Talim Terbiye Kurulunun işlevsizliğinden, yeni bir “müfredat”a gereksinim duyulduğundan söz ediliyor; bu raporun bu boşluğu doldurmak için hazırlandığı dile getiriliyor.

İkinci bölümde, ilk ve ortaöğretimdeki “mevcut öğretim programları”nın inceleme ve değerlendirmesi yapılıyor.

Üçüncü bölümde, “Uluslararası Karşılaştırmalar Işığında Türkiye’de Dersler ve Süreleri” irdeleniyor.

Dördüncü bölümde de “Sonuç ve Öneriler” yer alıyor.

Rapor, “9 alt grup” tarafından hazırlanmış. Bu gruplarda toplam 50 akademisyenin ve 400 öğretmenin görev aldığı belirtiliyor. Ne var ki bu akademisyenlerin ve öğretmenlerin kimler olduğu ve kimin hangi grupta yer aldığı belirtilmiyor. Ancak sendika genel başkan yardımcısının “Teşekkür” yazısında 48 kişinin adı geçiyor; bu kişilerin de raporla ne tür ilişkilerinin olduğu açıkça belirtilmiyor.

Biz bu yazıda raporun tümünü değerlendirme içinde bulunmayacağız; rapordaki yalnızca “Türkiye Cumhuriyeti İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük” dersiyle ilgili i değerlendirme ve önerilere özlüce değineceğiz.

Rapor boyunca birçok yerde bu dersle ilgili çeşitli biçimlerde değerlendirmeler yapılıyor. Bunlar ağırlıklı olarak, 22, 23, 24,72, 77 ve 78’inci sayfalarda yer alıyor.

Raporda, Cumhuriyet’in kurucuları ve kuruluş sonrası devletin değişik alanlarında görev alanlar “elit” olarak nitelendiriliyor ve bunların uygulamalarının da hep halktan, toplumdan kopuk ve dayatmacı olduğu belirtiliyor. Bu, raporun bir yerinde şöyle yer alıyor:

“Modern Türkiye’nin kurulma sürecinde eğitim siyasal elitlerin elinde çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmanın, modern seküler bir toplum ve birey inşa etmenin temel aracı olmuştur. Bu süreçte muasır medeniyete erişmek için geçmişin geleneksel bağlarından sıyrılmak ve toplumun içinden tüm bu geçmişi temizlemek gerekmektedir. (……)  Cumhuriyet elitleri, dini bağların güçlü olduğu ümmetçi bir toplumdan seküler bir Türk ulusu inşa etmeyi kendilerine hedef olarak tanımlamaktadır. Bunu gerçekleştirmek için din ifadesi anayasadan çıkarılmış, ardından din dersleri, Arapça ve Farsça dersleri müfredattan çıkarılmış ve geçmişle bağı koparmak için alfabe değiştirilmiştir. Pozitivist bir bilim anlayışı ile insan yetiştirilmek hedeflenmiştir. Bu modernleşmeci proje Kemalizm olarak tanımlanmıştır. (…….) Kemalizm, devleti bireye önceleyen, farklılıklara izin vermeyen ve tek tipçi bir eğitim anlayışını dayatmaktadır.” (s. 22)

                        Raporda, eğitim ve öğretimde birliği, bütünlüğü, derli topluluğu, planlı olmayı sağlamış olan Öğretim Birliği Yasası (Tevhid-i Tedrisat Kanunu) yerden yere vuruluyor;  bu yasa “dar ve yasakçı” olarak nitelendiriliyor. Bir yerde şöyle deniyor: “Türkiye’nin Tevhid-i Tedrisat Kanununu bahane ederek anne ve babanın kendi dini ve felsefi inançlarına göre yapılmasını sağlama hakkını çiğnediği görülmektedir.” (s. 24)

Raporda kullanılan dilin özensizliği, savrukluğu üzerinde durmayacağız; o, ayrı bir yazıya konu olabilecek boyutlarda…

            Okuma yazma oranının henüz yüzde 5’lerde olduğu o dönemlerde, uygulamaya konulan düzenli, planlı, herkesi kucaklayıcı bir eğitim dizgesi sakıncalı bulunuyor; eğitimin, okur yazarlığı olmayan ya da az olanların istemleri doğrultusunda yapılmamış olması eleştiriliyor.

Raporun birçok yerinde Atatürk ilke ve devrimlerine olabildiğince saldırılıyor; “Atatürk ilkelerinden bazıları günümüzde geçerliliği kalmadığı halde derslerde anlatılmaya devam edilmektedir. (……) mevcut muhteva günümüz dünyası açısından hayatla ilişkili ve hayata dair değildir.” deniyor; “Şapka ve Kıyafet  İnkılabı, miladi takvim ve uluslararası saat uygulaması, tekke ve zaviyelerin kapatılması, ölçü ve tartıların değişmesi” halktan kopuk olarak getirildiği anlayışıyla eleştiriliyor. (s. 77-78) Giderek “Türkiye Cumhuriyeti İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük” derslerinin “müfredattan çıkarılması” sunucuna varılıyor.

Anlaşılacağı üzere, adı geçen raporun, Cumhuriyet dönemi kazanımlarına, Atatürk ilke ve devrimlerine, yoğun bir karşı duruş mantığıyla hazırlandığı görülüyor.

EĞİTİM-BİR-SEN’in bu karşı duruş tavrı, açıkça söyleyelim, emperyalizmin buyruğunda olan, emperyalizme daha geniş boyutlar kazandırma çabası içinde bulunan ABD’li ve Avrupalı kimi siyasetbilimci, diplomat, devlet adamı ve CIA ajanlarının görüş ve önerileriyle önemli ölçüde örtüşüyor.

Örneğin; ABD’li siyasetbilimci Samuel Huntington, yayınlandığında birçok yönden çokça eleştiri alan  “Medeniyetler Çatışması” adlı kitabında şunları yazıyor: “Türkiye, İslam’ın sözcülüğü gibi çok etkileyici ve seviyeli olan tarihi rolüne devam etmeyi düşünebilir. Fakat bunu yapabilmek için Atatürk’ün mirasını kapsamlı bir biçimde reddetmesi gerekir. Fazla laik olan Türkiye, Müslüman dünyada lider ülke olabilmek için laiklikten taviz vermek zorundadır.”

            Bir başkası, emperyalizmin has adamlarından, bir ara CIA’nın Türkiye ve Ortadoğu Masası şefliğini de yapmış olan Graham Fuller şöyle diyor: “Türkler Kemalizm’i terk edip ılımlı İslam’ı benimsemelidir. Ilımlı İslam, Kemalizm’i silmeye yönelik bir karşıdevrimdir.”

            Bu örnekler çoğaltılabilir.

Avrupalı birçok etkili ve yetkilinin de Türkiye’nin, Atatürk ilke ve devrimlerine artık son vermesi, kamu kurum ve kuruluşlarından Atatürk köşelerinin, resimlerinin ve büstlerinin, alanlardan heykellerinin kaldırılması gerektiğini birçok kez söyledikleri belleklerdedir.

ABD’li ve Avrupalıların, dayatma kokan bu yargılarıyla, adı geçen rapordaki görüşlerin, bu denli koşutluk taşıması oldukça düşündürücü değil midir?

EĞİTİM-BİR-SEN’in 23 Nisanlarda, 19 Mayıslarda, 29 Ekimlerde, Çanakkale Savaşının ve Öğretmenler Gününün yıldönümlerinde yayınladığı iletiler incelendiğinde, hiçbirinde Mustafa Kemal Atatürk’ün adının geçmediği görülecektir. Bu ulusal günlerin tümünün ana kaynağı olan tarihsel kimliğin adının anılmadığı iletiler, “dostlar alışverişte görsün”den, “söz cambazlığı”ndan başka ne olabilir?

            Son söz…

Bu rapor, Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş koşullarını, felsefesini ussal ve mantıksal bir yaklaşımla sağlıklı yorumlayan, varoluş ilkelerini yürekten benimsemiş olan aydınlar, eğitimbilimciler, siyasetçiler, öğretmen sendikaları,  sivil toplum örgütleri tarafından nesnel bir bakışla, enine boyuna, incelenip değerlendirilmeli, gerektiğinde ülkenin öz yapısına uygun raporlar hazırlanmalıdır. Siyasal iktidarla iyice bütünleşmiş olan sendikanın bu raporu uygulanma ortamı bulduğu taktirde, zaten dibe vurmuş durumdaki eğitimimiz, bir daha asla belini doğrultamayacaktır.