ENVER KARAGÖZ

12 Eylül sonrası yaklaşık altı yüz bin insan gözaltına alındı, işkenceden geçirildi, sorgulandı… Devrimci öğretmen, Artvin TÖB-DER Başkanı Enver Karagöz de o insanlardan biriydi. Enver Karagöz, eşi Işılay Karagöz’le birlikte 12 Eylül 1980 sabahı Artvin’de gözaltına alındı. İşkence merkezine dönen Artvin Öğretmen Okulu’na götürüldü. Enver ve Işılay burada diğer devrimcilerle birlikte ağır işkenceler gördü.

Öğrencilik ve öğretmenlik yıllarında, toplantılarda, mitinglerde, gösterilerde konuşmalar yapan, şiirler okuyan, özelikle de Nazım Hikmet’in şiirlerini sadece okumakla kalmayarak, yaşayan yaşatan Enver Karagöz işkencelerde de direnç gülü oldu. Enver’in direnişini kıramayan işkenceciler “Haydi bakalım bir daha oku o şiirleri! Haydi bir daha haykır bakalım o komünistin, o vatan hainin şiirlerini!“ diyerek boğazına kaynar su döktüler! Enver Karagöz, boğazının yakılmasından sonra gırtlak kanseri oldu. Uluslar arası insan hakları kuruluşlarının da baskısı ile “dışarıda Ölmesi için” serbest bırakıldı. Tedavi için eşi Işılay Karagöz’le Almanya’ya gitti.

Işılay Karagöz, gazetemize Artvin TÖB-DER Şubesi’nin Başkan’lığını yapan Artvin Devrimci Yol Davasında yargılanan Enver Karagöz’ü, kendi yaşadıklarını ve 12 Eylül faşist darbesinin hayatlarını nasıl etkilediğini anlattı.

Işılay Karagöz, “Enver benim her şeyimdi! Enver benim kocamdı, eşimdi, yoldaşımdı, öğretmenimdi. 18 Haziran 1977 günü nişanlandık ve 16 Kasım 1977 günü de evlendik. Hep aynı heyecanla sevdim onu” diyerek söze başladı.

Sonra da “Cuntacılar yargılanmadığı için Enver gözleri açık gitti. Ben gözlerim açık ölmeyeceğim. Son Nefesime kadar mücadele edeceğim, 12 Eylül’ün yargılanması için elimden geleni yapacağım” diyerek 12 Eylül faşist darbesinin hayatlarından nereleri çaldığını…

KOMÜNİZM PROPAGANDASI YAPMAKTAN ÖĞRETMENLİKTEN İHRAÇ EDİLMİŞ!

Enver, 2 Mayıs 1948’de, Arvin ilinin, Şavşat kazasının Çoraklı köyünde doğmuş. Dört çocuklu yoksul bir ailenin ilk çocuğuydu. İlkokulu köyünde, ortaokul ve liseyi Şavşat’a okumuştu. Yüksek öğrenimini Erzurum Atatürk Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde tamamlamış. 30 Nisan 1970 tarihinde, edebiyat öğretmeni olarak, daha önce okuduğu Şavşat Lisesi’ne atanmış.

Öğretmenliğe başladıktan 11 ay sonra, 12 Mart 1971 günü askeri darbe olmuş. Zor günler başlamış. Enver, lise öğrencilerine, kompozisyon dersinde, açıklamaları için, Nazım Hikmet’in; “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine. Bu hasret bizim!” dizelerini açıklama ödevi vermiş. Öğrencilik yıllarında öğretmeni olan okul müdürü, bu kez okula öğretmen olarak gelmiş eski öğrencisini “komünizm propagandası yapmak” suçlamasıyla bakanlığa ihbar etmiş. Bakanlık müfettişleri soruşturma sonunda, 7 Ağustos 1971 tarihinde, Enver’i öğretmenlikten ihraç etmişler.

Öğretmenlikten atıldıktan sonra askere gitmiş. Yedek subay okulunu bitirmiş, fakat yedek subaylık hakkını vermemişler, “sakıncalı piyade” olarak kıtaya göndermişler.

Askerlikten sonra, uzun uğraşlarla tekrar öğretmenlik hakkını elde ederek Şubat 1975 yılında Artvin Lisesi’nde tekrar göreve başlamıştı.

ANADOLUYUM BEN TANIYOR MUSUN?

Tanışmamız 1975’te oldu. Ben o yıllarda Artvin Lisesi’nde öğrenciydim. Enver, benim edebiyat öğretmenim değildi. Bir gün dersine misafir öğrenci olarak girmeye karar verdim. Sınıfta Montaigne Denemeler’i okurken heyecanlı bir yerde kapattı, okumak isterseniz kitap burada, almak isterseniz kitapçı da, paranız yoksa da ben alıp size getireyim dedi. Çok etkilendim bu davranışından. Ahmet Arif’in Anadolu şiirini okurken ise Enver’e aşık oldum.

SÜRGÜNLER BİTMEDİ!

Enver daha sonra Artvin TÖB-DER Başkanı oldu. Hem öğretmenlerin, hem öğrencilerin, hem de Artvin halkının sevip saydığı bir devrimciydi. Mitinglerde, yürüyüşlerde önder konumundaydı. Gür sesiyle konuşuyor, şiirler okuyordu. Okuduğu şiirlerle etkiliyordu insanları. Enver’le Evlendikten sonra ikimizi de rahat bırakmıyorlardı. 1979 yılında Enver’i Bitlis-Adilcevaz’a, beni de Giresun’a sürgün ettiler. Sürgün kararı durduruldu. Bu kez 1980 başında Enver’i Konya – Karaman’a sürgün ettiler.

FATSA’YI ÖRNEK ALDIK 12 EYLÜL GELDİ!

O süreçte Fatsa’ya da operasyonlar başlamıştı. Fatsa şenliklerine eşimle birlikte gittik. Çeşitli paneller, konserler, ev gezmeleri, tertemiz sokaklar, Can Yücel’le, Murat Belge ile ve Fikri Sönmez’le tanıştık. Bizde Artvin’e döndüğümüzde böyle bir hazırlık yapmaya başladık. Çocuk koromuz, TÖB-DER, TÜM-DER koromuz ve tiyatro grubumuz vardı, şenlik yapacaktık üzerine 12 Eylül geldi.

12 Eylül sabahı Artvin’den Devrimci Yol Davası’ndan alınan ilk iki sanık biziz. Eşim ve ben. Annemin evine gelip aldılar. Bir gece öncesinden annemde kalmıştık. Koca koca tüfeklerle geldiler. Ablamın bütün kitaplarını aldılar, ablamı ve beni bir jipe koydular, bizim eve çıktık. Bizim eve çıktığımızda evin etrafında siper almış yere yatmış, koca koca silahlarla bekleyen askerler vardı. ‘Devrimci hareket evi’ diye düşündükleri için çok büyük bir korku ile yaklaşmışlardı.

ÇOCUKLUK, NİŞAN, EVLİLİK HATIRALARIMIZI ALDILAR!

Evi aramaya başladılar. Çocukluk albümümü ararlarken, ‘Çocukluk albümüm o benim bırakın, neden alıyorsunuz?’ demiştim. Şimdilerde anlıyorum neden çocukluk albümümü aldıklarını. 12 Eylül sadece Enver ve benim nişan evlilik anımıza hatıralarımızı değil, çocukluk hatıralarımı da çaldı, o fotoğrafları alarak. Yıllar sonra ablamın evinde kalan birkaç resmi ulaştı elimize hepsi o…

DİRENMENİN ONURU İLE SARILDIK!

Henüz o kadar yeniydi ki bizleri aldılar ama nereye koyacaklarını dahi bilmiyorlardı. 12 Eylül sabahı bizi Öğretmen okuluna götürdüler. Öğretmen okulunu işkence haneye çevirdiler. Akşama kadar hamile, yaşlı, ortaokul öğrencisi, çoluk çocuk, Hopa’dan, Ardanuç’tan, Şavşat’tan akın akın insan getirdiler. Yüzlerce insan işkenceden geçiyor, sorgulanıyordu. Enver’le birlikte ayrı ayrı yerlerde 45 gün işkenceden geçirildik. Çığlık seslerimizi duyuyorduk. Enver ve ben baş sanık olarak tutuluyorduk.

Konuşturmak, teslim almak için her türlü işkenceyi yapıyorlardı. Aradan bir ay geçti. Bu sürede beni konuşturmak için Enver’in öldüğü söylendi. Enver’in ölmediğini öğrendiğimizde koğuşta bayram ettik. İnsanlığını kaybetmemiş bir asker Enver’i görmeme yardım etti.

Beni Enver’in hücresine götürdü. Enver’in parmakları verilen yüksek voltajlı elektrik akımıyla yakılmış, siyahlaşmıştı. Falaka dayağıyla ayaklarının altı parçalanmış, etler dökülmüş, kemikleri görülüyordu. Enver teslim olmamıştı. Telim olmamanın ve direnmenin onuruyla sarıldık birbirimize.

12 EYLÜL ENVER’İN SESİNİ ALDI!

“Ulan haydi bir daha oku o komünistin, o vatan haininin şiirlerini!” diyerek kaynar su döktükleri gece Enver’in sesini duydum. Öyle bir sesti ki… Sesini yok etmişlerdi. Boğazını, gırtlağını yakmışlardı. Bu işkence sonunda gırtlak kanseri oldu.

Artvin’deki işkencelerden sonra Enver’i, Erzurum Sıkıyönetim Komutanlığı Sorgu Merkezi’ne götürdüler.

Ben Erzurum Maraşel Fevzi Çakmak Askeri Hastanesi’ne onu görmeye gittim. Boğazının sol tarafı çok şişmişti. Konuşamıyordu. 12 Eylül karanlığının en zorlu günleriydi. 3,5 yıl Ankara’da gizli yaşadım.

ENVER KANSER OLDU, MÜCADELEDEN VAZGEÇMEDİ!

Enver, 1700 sanıklı Artvin Devrimci Yol Davası’nın 1 Nolu Tutuklu Sanığı olarak yargılanıyordu. Tutuklular işkencelere karşı direniyor, açlık grevi yapıyorlardı. Enver, kanserin etkisiyle 40 kiloya düşmüştü. Bu rağmen; “Öğrencilerim açlık grevi yaparken, ben ekmek yiyemem!” diyerek açlık grevine başladı. Doktorlar, “Ölümcül kanser hastasıdır!” raporu vermişlerdi. Enver ise direnmeye devam ediyordu.

Yurtdışından Uluslararası Af Örgütü ve diğer kuruluşlar Enver’in serbest bırakılması, tedavi görmesi için Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ne baskı yapıyordu. Erzurum bırakılmasını istiyordu, Artvin bırakmıyordu. Dayanışma eylemleri neticesinde Enver serbest bırakıldı.

Sonra tekrar arama kararı çıktı hakkımızda. Ama Enver kanserdi, tedavi olması lazımdı. 9 Mart 1984 tarihinde Almanya’ya geldik. Siyasî iltica talebinde bulunduk. İlticamız kabul edildi. Enver hemen tedavi altın alındı. Hem kansere hem de 12 Eylül rejimine karşı direniyordu.

ALMANYA’DA 12 EYLÜL VE CUNTACILAR YARGILANSIN MÜCADELESİ!

Almanya’ya yerleşerek tedavilerin başladığı süreçte Türkiye’de yaşanan işkenceleri duyurabilmek için konuşabildiğimiz bütün televizyon kanallarına çıkıyor, Türkiye’de yaşanan faşizmi anlatıyorduk. İnsanlar artık bizi tanır hale gelmişlerdi. Almanya da İnsan Haklarına bağlı bir çalışma ile “12 Eylül ve Cuntacılar Yargılansın!’ kampanyası örgütledik. Almanya’ya gittik ama Türkiye’de yaşanan zulme gözümüzü kapatmadık, kapatamazdık.

İŞKENCECİSİ ENVER’İN KARŞISINA GÜVENLİK POLİSİ OLARAK ÇIKTI!

TÜDAY’ın kuruluş çalışmalarına başladı. Enver, TÜDAY’ı kuran üç kişiden biriydi. Büyük bir dirençle TÜDAY çalışmalarını sürdürdü. Hasta oldu, hastanelere düştü. Ama o ne zaman bir toplantı, bir miting olsa o işkencede çökertilmiş omzuna çantasını asar sessiz sedasız giderdi. Hrant Dink öldürüldüğünde sıvıyla beslendiği ve hasta olduğu halde mitinge katıldı.

2004 yılında Türkiye’ye geldiğinde Terörle Mücadele Şubesi’ne götürdüler. Sorgulama başladı! Sorgulamada bulunan polis yetkililerinden biri: “Beni tanıdın mı?“ dedi ezilerek. Enver “Nereden tanıyayım? Gözlerimizi mi açmıştınız?“ dedi. 12 Eylül işkencecileri hayatlarına devam ediyordu. On sekiz yıl aradan sonra Artvin’e, Şavşat’a, Ankara’ya gitti. Anadolu’yu dolaştı.

YÜZLERCE DEVRİMCİ MEZARLIK BAŞINDA ‘YİĞİDİM ASLANIM’I’ SÖYLEDİ!

Enver Karagöz 4 Nisan 2007 günü Köln’de toprağa verildi. Yüzlerce devrimci dostu, can yoldaşı, dostları, sevenleri ile birlikte Enver’i kaybetmenin acısını yaşadık. Gözleri açık gitti Enver. Cuntacılar yargılansın diye çok mücadele etti Enver ve yargılanmaları göremediği için gözleri açık gitti. Ben de gözlerim açık gitmek istiyorum. Artvin’den gelenler memleketimizin toprağını attı Enver’in üzerine.

Mezarlıktan sonra Köln Mühlheim Protestan Mezarlığı’ndan anma toplantısının yapılacağı salona geçildi. Enver’in içinde var olduğu “Devrimci Yol” hareketinin amblemi önünde duran Enver’in resmi önünde yüzlerce seveni ile Enver’i andık.

DİRENİŞ SÜRÜYOR!

Enver’i kaybettik. Cuntacılar hala yargılanmadılar. 12 Eylül zihniyetini devam ettiren AKP Hükümeti ile de bu yargılamanın gerçek bir hesaplaşma olması mümkün değil. 12 Eylül faşist darbesi yüzlerce insanın hayatını derinden etkiledi. İşkenceler, sürgünler, ölümler, faili meçhuller, memleketten uzak hayatlar.

Hep birlikte bize yapılan, bu ülkeye yapılan kötülüklerin hesabını sormak için mücadele etmeliyiz. Ben son nefesime kadar bu mücadelenin içerisinde olacağım. Enver içini, kendim için, bizim için.