Güner Yalçın

Türkiye Cumhuriyeti’nin 94. yılında ülkenin rejimini değiştirecek olan bir halkoylaması geride kaldı. Oylama, Kurtuluş ve Kuruluş’un çok önemli kilometre taşlarından olan 23 Nisan’ın hemen öncesinde yapıldı. 23 Nisan 1920’de ulusal egemenliğin, halka, halkın temsilcilerine verilişinin temelleri atıldı. 2017’de, 23 Nisan’dan bir hafta önce de bu, tam tersyüz edildi; ulusal egemenlik yetkisi adeta “tek adam”a devredildi. Hem de şaibelerle, hilelerle dolu bir halk oylamasıyla….

Böylesine yaşamsal bir olay ve böylesine yasa dinlemezlikler, hukuk dışılıklar…

Oldukça önemli olan bu halkoylamasının “meşruluğu” uzun süre tartışılacağa benziyor. Belki de bu halkoylaması, ileride, tarih sayfalarında, hukuk kitaplarında acı, incitici, üzücü, hüzünlü bir olay olarak yer alacak…

Olağanüstü Hal koşullarında yapılan bir halkoylaması ne denli yasallık taşımaktadır, ne denli kamu duyuncuna (vicdanına) uygundur?

Bir yan “Evet” tarafı; devletin tüm olanaklarını ve baskı araçlarını olabildiğince kullanmış, amaca erişebilmek için her yola başvurmuş; öteki yan “Hayır” tarafı ise büyük olanaksızlıklarla boğuşmuş, sürekli baskı görmüş, aşağılanmış, hain diye nitelendirilmiş.

Tüm bunlar yasal sınırlar içinde yürütülmüş müdür; us’a, mantığa, insancıl değerlere uyguluk taşımakta mıdır; bunları sağduyu sahibi insanların duyuncuna bırakıyoruz…

Evet diyenlerden birinin ya da birkaçının yakınmasını, şikâyetini önemseyen Yüksek Seçim Kurulu, Hayır diyenlerden binlerin, on binlerin şikâyetini hiç önemsemiyor; yasa tanımazlığını en tepe noktalara taşıyor. Belli ki üsttekilerden öyle buyruklar alıyor. Bu üstler ise henüz sonuçlar netleşmeden, “Atı alan Üsküdar’ı geçti.”, “Geçti Bor’un pazarı, sür eşeği Niğde’ye” gibi söylemlerle iyice üste çıkıyorlar. Bu ne baskın, bu ne acelecilik, bu ne fırsatçılık?… Oysa bu kişilerin, görevleri gereği, her yakınmayı, her şikâyeti önemsemeleri gerekmiyor mu? Her şeyin hukuksal kurallar çerçevesinde yürütülmesi konusunda sorumlulukları yok mu?

Demek ki tuz da kokmuş!…

Hayırcı cephenin geniş kitlesel tabanını temsil eden siyasal partinin yöneticileri ne yapıyor? Birkaç cümlelik zorlamalı eleştiriden sonra köşelerine çekiliyorlar. Sokaklarda hukuksuzluğu kınayan binlerce, on binlerce insan sahipsiz, desteksiz kalıyor. Oysa önce onlar atı alıp Üsküdar’ı geçmeliydiler; Niğde’ye geçmeden Bor’un pazarında tezgâhlarını kurmalıydılar… Çünkü açıktan açığa yapılmış hukuksuzluklar söz konusuydu.

Halkoylamasının Avrupa’daki yansımaları da bir başka serüven, bir başka hüzünlü öykü…

Devletler arasında güven, uyum ve dengenin sağlanması amacıyla 1970’lerde kurulan Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) temsilcilerinin halkoylamasını izleyip gözlemek amacıyla yetkililerce ülkemize çağrıldığı, bu temsilcilerin, oylamanın eşit koşullarda yapılmadığını, oylamada usulsüzlükler yapıldığını içeren raporlarını açıklamaları üzerine, bizdeki yetkili ağızların bunlara “Haddinizi biliniz.” diyerek, onları “terörist” olarak niteledikleri üzerinde fazlaca durmuyoruz.

Üzerinde durulması gereken, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nin (AKPM), 25 Nisan 2017’de yaptığı toplantıda aldığı karar…

Avrupa Konseyi, Avrupa çapında insan hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğünü savunmak amacıyla 1949’da kurulmuş, hükümetler arası bir yapılanma.  47 ülkeden oluşan bu birlikteliğe ülkemiz de kurulduğu yıl üye olmuş. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi, bu konseyin bünyesinde oluşmuş bir birim. Meclis’in üye sayısı 318; ülkelerden giden üye sayısı o ülkenin nüfusuyla orantılı.

Yılda 4 kez toplanan AKPM, son toplantısını 25 Nisan 2017 günü yaptı. Bu toplantıda Meclis, “demokratikleşme yönünde umut vermediği” gerekçesiyle ülkemizi “denetleme süreci”ne aldı.

Bu karar üzerine bizimkiler hemen karşı atağa geçti. Kınamalar, “maksatlıdır; siyasi karardır; tanımıyoruz; kararın Türkiye gerçekleriyle hiçbir ilişkisi yok; tarihsel bir hata…” gibi söylemler birbirini izledi.

Peki, neler var kararda? Bazıları şunlar:

*OHAL hemen kaldırılmalı.

*Kanun Hükmünde Kararnamelerle kamu çalışanları toplu olarak işten çıkarılmamalı.

*Yargılanmayı bekleyen tutuklu parlamenterler, gazeteciler, aydınlar hemen serbest bırakılmalı.

*Adil yargılama güvence altına alınmalı.

*Halkoylamasıyla ilgili ciddi soru işaretleri var; konu dikkatlice araştırılmalı.

*Anayasa’da yapılan 18 maddelik değişiklikle ilgili Venedik Komisyonu’nun önerilerine uyulmalı. (Venedik Komisyonu; Avrupa Konseyi’nin anayasal konulardaki danışma organı.)

Bunlardan hangisi maksatlı, hangisi yanlış, hangisi bizim gerçeğimiz değil, hangisi tarihsel bir hata sayın yetkililer? Her şey açık, her şey ortada…

68 yıldır üyesi olduğumuz bu Meclis, 2004’ten önce de bizi denetimlere almış. O yıllarda ülkemizde biraz ilerleme görünce o yıl denetimi kaldırmış. Bir türlü Batı ölçütlerine uyum sağlayamamışız; Avrupa Konseyi’nin sözü geçer, güçlü ülkeleri arasında yer alamamışız. Hep “ev ödevleri” almış, hep denetime uğramışız. Yavaş adımlarla küçücük ilerlemeler, büyük adımlarla geriye gidişler… Sık sık denetime alınmalar ne denli onur kırıcı!… Yazık, çok yazık!…

Özetle…

16 Nisan halkoylamasıyla ülkemiz yeni bir dönemece girdi. Toplum bıçakla kesilmişçesine adeta ikiye ayrıldı. Bu iki kesim de bu ülkenin insanları; birlikte yaşamak zorunda. Başka yolu yok… 16 Nisan’da daha sıkıntılı bir sürece girdiğimiz belli. Ama umutsuzluğa asla yer yok. Halkoylaması hazırlık aşamalarında gözle görülür biçimde birleşip bütünleşen güçler, inanıyoruz ki bu tıkanıklığı aşacaklardır. Yeter ki içlerindeki, herkesi kucaklayıcı, sevecen, hoşgörülü, birleştirici, bütünleştirici yaklaşımları canlı tutsunlar; yılgınlığa uğramadan, bu duygu ve düşüncelerle sürekli bir çaba içinde bulunsunlar…

Asla umutsuz değiliz!…