1981 yılının Ağustos ayında Mamak cezaevi C1 bloğunda tutuklu olarak kalıyorum. Günlük rutin sistemli işkence uygulamaları çeşitli isimler altında devam ediyor. Dayak ve işkenceden sırtlarımızdaki zebra çizgileri yavaş yavaş öküz karasına doğru gidiyor. Hatta morartılar karardıkça deriler soyulup altından kırmızımsı renk cümbüşü ortaya çıkıyor. İtirafçı koğuşları, teslim olanlar, direnenler, direnenlerin dirençlerini kırma operasyonları vb. devam ediyor.

Ülke genelinde; “kaçarken vurulmalar”,” çatışmada ölmeler”,” kendini öldürdü” demeler, tutuklamalar, gözaltılar, “aranıyor” listeleri cirit atıyor. Mamak’ta yaşanılan sistemli işkence yetmiyormuş gibi bir de Mamak’tan Emniyetteki işkence merkezlerine sürekli insan taşımalar son hızla devam ediyor.

Gününü tam olarak hatırlayamıyorum, Ağustos ayında dış kapıdan adım okundu “Hazırlan Emniyete gidiyorsun” diye. Bir yılı geçkin Mamak’ta idim. Dışardan haber alıyordum ama benimle ilişkilendirilebilecek bir tutuklama veya gözaltı haberi ulaşmamıştı. Arkadaşlar da bir anlam veremedi. Hatta bazı arkadaşlar “Belki birisi üzerine ifade vermiştir, sen ne yapacağını bilirsin” diyerek bana güvenlerini ifade ettiler.

Aslında içimizden geçen kimseyi cezaevinden emniyete vermemek ama ne gücümüz ne de örgütlülüğümüz var. Paşa paşa, gönüllü kurban gibi alıp götürüyorlar. Bu aşamadan sonraki durum senin direncine ve inancına kalmış. Direnir ve sağ olarak Mamak’a dönersen saygınlığın ve sana olan güven daha da artar. Çözülür ve insanları ele verirsen dönüşün silikleşir, bir köşede yok olup gidersin. Hele hele çözülme ihanet boyutuna varırsa itirafçılar koğuşunda darbecilerin ve idarenin iti olursun.

Sonuçta hazırlandım. Hazırlanıpta ne yaptım sıkıca giyindim o kadar. Gözleri kapalı, elleri kelepçeli bir şekilde beni ring arabasına bindirdiler. Başka blokların önlerinde durup başka insanları da bindirdiler. Başımızda asker konuşmak, gözlerini açmak yasak. Ben göz bandımın altından görebilecek kadar bir delik ayarlayıp binen insanları inceliyorum tanıdık var mı diye. Farklı davalardan da olsak tanıdığım bir iki kişi oldu. Bir kişi de aynı davadan olan arkadaştı.

Cezaevi çıkışında gerekli işlemler yapılırken ring arabasında bekledik ve arkadaşla konuşma fırsatım oldu. Arkadaş durumu kısaca anlattı. Yeni gözaltılar olmuş, bu gözaltı ifadelerinde benim adım sıkça geçtiği için götürülüyormuşum.

Sonuçta cezaevi çıkışında bizi polise teslim ettiler. Polis bizi emniyete götürdü. Gözlerimiz halâ kapalı, ellerimiz kelepçeli. Bizi ilgili sorgu birimlerine dağıttılar. Sorgular, işkenceler günlerce sürdü. Ancak umdukları sonucu alamadılar.

Bir gün beni sorgu hücresinden alıp bir yere götürdüler. Götürürken,”kafanı eğ, yan dön, ileri zıpla” gibi yönlendirmelerle nereye gittiğimin anlaşılmamasını sağlamaya çalışıyorlardı.

Bir süre gittikten sonra bir kapıyı tık tık çaldılar, kapı açıldı bir yere girdik.”Getirdik amirim” dedi beni getirenler. “Tamam, bekleyin” dedi amir.

Amir, “Ne kadar Mamaktasın, Mamakta size nasıl davranıyorlar, dışardaki yakınlarımı özleyip

özlemediğimi, vb. bir takım sorular sorduktan sonra,

“Evliymişsin, eşin öğretmenmiş, şimdi nerede” diye sordu. Eşim her hafta görüşüme geliyor. okulda normal öğretmenliğe devam ediyor, Eşimin nerede olduğunu niçin soruyor acaba diye düşündüm.

“Ben bir yıldır içerdeyim. Ben ne bileyim nerede olduğunu” diye cevapladım ama içime bir kurt düştü.

Amir, “Oğlum karın bir yıldır kamyoncularla geziyor, senin haberin yokmu?” diye sordu.

Kafamda bir şimşek çaktı. Bana Mamak’ta iken imzasız “eşin kamyoncularla geziyor” “Okulun lojmanı önünde araba kuyrukları oluyor” diye bir mektup gelmişti. Eşim her hafta görüşüme gelip dışarıdan sürekli haber getirirdi. Bir de yaşadığı polis baskılarından söz ederdi. Amir yalanlarını itiraf ediyordu. Gelen o mektup da demek ki bunların marifeti idi.

“Sakın o kamyoncularla gezen senin eşin veya kızın olmasın” dedim.

Polisler üzerime çullandı. O arada göz bandım filan düştü. Hepsini görüyorum, ellerim kelepçeli olmasına rağmen bir iki kafa vurdum küfür kafir zaptettiler beni.

Amir babacan bir tavırla “Bak oğlum, biz burada kimseyi incitmeyiz, kimseye kötülük işkence yapmayız, kimseyi dövmeyiz, bak uslu olur her şeyi anlatırsan, silahların nerede olduğunu söylersen sana şimdi kimi göstereceğim, Mamak’a bile göndermem. İkinizi de buradan evinize gönderirim.”dedi.

Başıyla işaret etti. Arka taraftaki kapı açıldı. Gözleri bağlı bir kadın. Ufak tefek, benzi sapsarı, saçları darmadağın, hırpalanmış, dövülmüş, işkence edilmiş bir kadın. Benim kadınım. Hayat arkadaşım. Yoldaşım, yol arkadaşım. Ne hale getirmişler sevdiğimi. Sanki un ufak etmişler. Zayıflamış, çökmüş, dağılmış. Ha öldü ha ölecek.

Ben beynimden vuruldum. İçimde depremler oldu, yıldırımlar çaktı. Öfkem ve kızgınlığımla barikatları dağıtırcasına saldırmaya ve kafa, tekme, ısırık, küfür ne yapabiliyorsam yapmaya çalışıyorum. Beni altı yedi polis zor zapt ediyor. Baktım vuramıyorum en yakası açılmadık, en galiz küfürlerimi sıralamaya başladım.

Adanalı olurda küfürün en “Allahından, kitabından, camisinden mihrabından ve bütün yedi sülalesinden, gelmişinden geçmişinden, yaşadığı yerin, aldığı nefesin, yediği yemeğin, giydiği elbisenin düğmesine varacak kadar, giydiği ayakkabının bağcığının hatırını soracak kadar” dik alasını etmezmiyim. Bu kadar küfür konusundaki becerime polisler bile afalladı. Ben küfür ederken onlarda bana vuruyor. Kimisi ağzımı kapatmaya, kimisi beni zapt etmeye çalışıyor.

O arada hiç ama hiç beklemediğim, şimdi bile hatırladığımda anlam veremediğim bir şey oldu.

“Hüseyin Devrimciler küfür etmez” diye incecik bir ses duydum.

İnanamadım. Eşime doğru döndüm, gözlerini açmışlar bana bakıyor. Ayıplayıcı ve hayret dolu bir bakış. Benim küfür ettiğimi hiç duymamış bir insan. Gerçekten onun gözünde devrimciler o kadar yüce insanlar ki küfür etmezler, sinkaflı konuşmazlar. Kardeş, bacı derler, yoldaş derler. Eleştirirken bile belden aşağı

vurmazlar. Çok ahlaklı insanlardır. Yakıştıramadı bana küfrü.

Tekrar söyledi ” Devrimciler küfür etmez, küfür etme” diye. Aldığı devrimci kültür ve ahlak bir işkenceciye bile küfür edilmemesi gerektiği doğrultusunda.

Bende; “Bu işkenceci şerefsizlere küfür edilir, hak edene küfür edilir, sende küfür et” dedim.

Duraksadı. Pek aklına yatmadı galiba. Ben yakası açılmadık küfürlere devam ederken bağırdım “Küfür etsene” diye.

Oradan incecik bir ses geldi “Ağzınıza tüküreyim” diye.

Abi bu nasıl küfür ya…..

Böyle küfürmü olur…..

Ya küfür bilmiyor ya da utanıyor diye düşündüm.

Dayanamadım ” Doğru düzgün küfür etsene” diye bağırdım.

“Ağzınıza tüküreyim”

Dayanamadım “Yahu ağızlarına tükürme, sıç bari sıç.. sıç…” diye haykırdım. Ve sayemde doğru düzgün küfretmeye başladı. Sonrası dayak işkence ve yine Mamak.

Devrimciler bu ülkenin yüz akıdır. Onurudur. Güzel ahlaklı namuslu insanlardır. Bu ülkenin geleceği için gözlerini kırpmadan darağaçlarına yürümüşler, Hain pusularda katledilmişler, İşkence tezgâhlarında öldürülmüşler, Faili meçhullerde yok edilmişler, zindanlarda çürümüşler ancak bir gün bile mağdur edebiyatı yapmamışlardır. Bütün Faşist darbelerin muhatabı olmuşlar, ağlamamışlar, sızlamamışlar gıklarını bile çıkarmamışlardır.

Devrimcilik geleceğin temsilciliğidir. Bilimin ve bilimsel gelişmelerin temsilciliğidir. Geleceğe inanma, bilime ve bilimselliğe inanma, Demokrasiye, Özgürlüğe, eşitliğe, kardeşliğe, barışa inanmadır. Aynı zamanda bir yaşam biçimidir. İnandıklarını yaşamına uygulamaya çalışandır. Bu nedenle Devrimciler özü sözü doğru kişilerdir. Söylediği sözlerin arkasında durur. Bu gün başka yarın başka konuşmaz.

Devrimciler kendinden önce halklarını, sınıfını, kadınları, çocukları, ezilenleri düşünür. Kendi cebini doldurmayı, yakınlarını zengin etmeyi düşünmez. Çalmaz, çırpmaz. Yalan söylemez. Asla ve asla halka hesabını veremeyecekleri davranış içine girmezler. Hakir görmezler. Aşağılamazlar. Hakaret etmezler.

Devrimciler vatanını satmaz. Ülkenin yer altı yerüstü zenginliklerine sahip çıkar asla birilerine peşkeş çekmez. Bir taraftan Emperyalizmle kucak kucağa olurken diğer taraftan Emperyalizme karşıymış gibi gözükmez. Stratejik ilişki adı altında Emperyalistlerin çıkarına uygun ilişkiler kurmaz. Devrimciler kendi çıkarları uğruna halkını satmaz.

Hata yaptıklarında hatalarını kabul edip özeleştiri verirler. Yaptıkları hatadan kaynaklı kayıpları telafi etmeye çalışırlar. Aynı hatayı bir daha yapmazlar.

Devrimciler dayanışmacıdır. Zulme zorbalığa karşı omuz omuza mücadele ederler. Yoldaşlarına gelen kurşuna göğsünü siper eder, Yoldaşını kurtarabilmek için kendi canından seve seve vazgeçerler. Devrimci mücadele tarihimiz bunun örnekleri ile doludur. Paylaşımcıdır. Ekmeğini bölüşür, suyunu bölüşür, mücadelesini bölüşür, yoldaşı aç iken kendisinin tok olmasını ar sayar.

Devrimciler enternasyonalist dir. Ülke sınırları içinde ve dışında haksızlığa, zulme uğrayan halklarla omuz omuza olur. Onların mücadelesine destek verir. Halkların kendi kaderlerini tayin etme hakkına saygı gösterir ve savunur.

Bir devrimciye yoldaş olmak, yol arkadaşı olmak onunla ömür boyu süren bir yola çıkmak demektir. Ayrı yerlerde bile olsanız yüreğinin sizinle birlikte olduğunu bilirsiniz. Sizi asla satmaz. Sırtınızı yasladığınız dağ olur. Asla sırtınızdan bıçaklamaz. Acınız acısı, sevinciniz sevinci olur. Ayağınıza diken batsa onun yüreği kanar.

Devrimciler ahlaklı insanlardır. Tacizle, tecavüzle, kul hakkı yemeyle, hırsızlıkla, arsızlıkla hiç anılmamışlardır. Tüm yaşamları taciz tecavüz edenlere, hırsızlık arsızlık yapanlara, kul hakkı yiyenlere karşı mücadele etmekle geçmiştir.

Devrimciler seviyeli, çalışkan ve bilge insanlardır. Okumayı, araştırmayı ve sorgulamayı severler. Kullandığı dil ve üslup bir devrimcinin kartviziti gibidir. Akıcı, anlaşılır, nefret ve düşmanlık içermeyen, aşağılamayan, kindarlıktan uzak sevecen bir dil seçerler.

Devrimciler sevgi dolu, duygusal insanlardır. Severler, aşık olurlar, şiir yazarlar, türkü söylerler, halay çekerler, horon teperler. Öfkelenirler, üzülürler, sevinirler, yeri geldiğinde küfür bile ederler. Haksızlığa, zulme boyun eğmezler. Biat etmezler. Düşünce tekrar kalkarlar yürürler. Asla pes etmezler. Devrimci olmaktan onur duyuyorum.