TBMM Genel Kurulu’nda ki bütçe görüşmeleri sırasında konuşma yapan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu,  kamu oyunu yıllardır meşgul eden ve Türkiye’den elini kolunu sallayarak ABD’ye giden ve orada tutuklanıp yargılanmaya başlanan Rıza Sarraf konusunda AKP hükumetine sert eleştirilerde bulundu.

Türkiye’de işlenen bir olayın kirliliğini Amerika’da temizlenmemesi gerektiğine vurgu yapan Kılıçdaroğlu’nun konuyla ilgili konuşması şöyle:

Amerika’da bir dava görüşülüyor, Rıza Sarraf davası görüşülüyor. Türkiye ile İran arasındaki ticari ilişkiye hiç itirazımız yok. Türkiye İran’la her türlü ticari ilişkiyi yapabilir, hiçbir tereddüdümüz yok. Ayrıca Türkiye doğal gaz ve petrol konusunda İran’dan enerji ürünü almak zorundadır zaten hem sınır komşusu olması hem de yapılan anlaşmalar gereği.

Ambargo uygulandı mı? Evet, uygulandı. Ama Türkiye’ye dendi ki: “Siz satın aldığınız doğal gaz, petrolle ilgili paranın karşılığını yiyecek, gıda maddeleri, içecek, işte, giysi, neyse, ilaç; bunlarla yapabilirsiniz.” Bu ne demektir? Bu, Türkiye’nin lehine demektir. Petrolü alacaksın, karşılığında yiyecek vereceksin. Portakal mı verirsin, bal mı verirsin, erik mi verirsin, efendim, başka yiyecekler mi verirsin; ne istiyorsan verebilirsin. İlaç, istediğin kadar verebilirsin, Türkiye’nin lehine. Ama bir olay oldu, Rıza Sarraf denen bir sahtekâr geldi, ben bu işin dümenini nasıl kurarım dedi ve rüşveti başlattı.

TÜRKİYE’DE İŞLENEN BİR OLAYIN KİRLİLİĞİ AMERİKA’DA TEMİZLENMEMELİ

Değerli arkadaşlarım, Rıza Sarraf’a o dönem en büyük itirazı ben yaptım, en büyük, sert eleştirileri ben yaptım. Rıza Sarraf’a ne dediysem koşa koşa gitti, mahkemelerde dava açtı. Hakkımda en çok dava açan kişilerden birisi de Rıza Sarraf’tır, bir sahtekârdır. Ben bu kürsüde de Rıza Sarraf’ı defalarca eleştirmiştim.

Rıza Sarraf denen şarlatan, rüşvetçi, dönemin 3 bakanını ve bir kamu bankasının genel müdürünü parayla satın almıştı, dönemin üç bakanını ve bir Genel Müdürünü parayla satın almıştı. 700 bin liralık saatler, ayakkabı kutuları, dinleme kayıtları, para sayma makinaları, çikolata kutuları; bunların hepsi gündemdeydi ve bu Parlamento bir soruşturma komisyonu kurdu ve üzülerek ifade edeyim: Bu soruşturma komisyonu dosyayı kapattı, savcı da kapattı, hâkim de kapattı. Amerika’da görüşülen davadan rahatsızım. Türkiye’de işlenen bir olayın kirliliği Amerika’da temizlenmemeli, burası temizlemeli, bizler temizlemeliyiz. Bizim aklımız yok mu? Bizim ahlakımız yok mu? Bizim adalet duygumuz yok mu? Ahlakımız varsa, adalet duygumuz varsa, tüyü bitmemiş yetimin hakkını koruyorsak Binali Yıldırım Bey’e açık ve net çağrı yapıyorum: Gel kardeşim, bu dosyayı yeniden açalım. Ayıptır günahtır ya, ayıptır günahtır.

BİR SAHTEKÂRIN ARKASINA TÜRK BAYRAĞI’NI KOYDULAR

Başka bir şey daha… Rıza Sarraf’ın dosyaları kapatıldı. Havuz medyasına çıkarıldı Rıza Sarraf. Arkasında, bu milletin namusu olan bayrağı fon olarak kullanıldı, bir sahtekârın arkasına Türk Bayrağı’nı koydular A Haber’de. Onu da eleştirdim, en sert şekilde eleştirdim; “Sizin boynunuza ne takacağımı ben çok iyi biliyorum” dedim. Onlar da hemen atladılar: “Siz bizi idam mı edeceksiniz?” “Yok kardeşim, ben sizi idam değil, rezil edeceğim” dedim. Onların patronlarına da geleceğim ben, patronları da rahat uyumayacak onların. Sen kalkacaksın, bir sahtekârın arkasına Türkiye Cumhuriyeti’nin bayrağını fon olarak kullanacaksın ve diyeceksin ki: “Ey Kılıçdaroğlu, sen hiç konuşma.” Niye konuşmayayım? Bayrak sevgisi hepimizin ortak sevgisidir. Siyaseten farklı düşünebiliriz, bu gayet doğaldır ama bayrak hepimizin ortak değeridir, vatan hepimizin ortak değeridir. Bayrağı korumak benim görevim, sizin de görevinizdir.

Başka bir şey daha yaptılar: “Efendim, Rıza Sarraf’a şeref madalyası takmalıydık” diye bir de Tweet attılar. O sahtekâr kanala söylüyorum, A Haber’e söylüyorum: Şeref madalyası mı takacaksın, yoksa ben senin boynuna ihanet madalyası mı takacağım!

BİR SAHTEKÂRIN ÖNÜNE BİR BAKAN YATIYOR, BU BENİM İÇİME SİNMİYOR

Şimdi, savcılar bir de casus ve hain ilan ettiler Rıza Sarraf’ı. Casus ilan edilecek tabii haklılar. Daha önce söylemiştim, bu üç bakanı ve bir bankanın genel müdürünü parayla satın almış zaten, devletin bütün sırlarını zaten veriyor. Millî İstihbarat Teşkilatı dönemin başbakanının önüne üç sayfalık bilgi notu koydu, üç sayfalık. Rıza Sarraf’ı da anlattı, İran’ı da anlattı, Muammer Güler’i de anlattı, Zafer Çağlayan’ı da anlattı. Şimdi tartışma “Efendim, bu rapor mudur, değil midir?” MİT açıklama yapmış “Rapor vermedik” diye. Ben de biliyorum rapor değil, bu bir bilgilendirme notudur, dönemin başbakanını bilgilendirme notudur. “Bunlar ortaya çıkarsa partiniz zor durumda kalır” diye, açıklama, not konulmuştur. Eğer MİT “Ben bu notu koymadım” diyorsa Millî İstihbarat Teşkilatı önüne kocaman bir anahtar vuralım ve Millî İstihbarat Teşkilatı bu görevi bıraksın artık. Devletin en hassas sırlarını siz kalkacaksınız Rıza Sarraf’a satacaksınız. Buna asla ve asla izin vermeyiz.

SORU ŞU: BU ŞARLATANA, BU RÜŞVETÇİYE DEVLETİN SIRLARINI KİM VERDİ?

Bakın, casusluğun örneğine, 11 Ekim 2013’te telefon ediyor, kim? Rıza Sarraf diyor ki: “Ya beni MİT takip ediyor, polisler takip ediyor, bana haberler geliyor. Nedir bu olay?” Muammer Güler: “Sen meraklanma, ben bir araştırayım.” diyor. Araştırıyor, sonra verdiği cevap şu: “Abiciğim, sen o konuda rahat ol, vallahi böyle bir şey varsa senin önüne ben yatarım yahu.” Bir sahtekârın önüne bir bakan yatıyor, bu benim içime sinmiyor. “Senin İçişleri Bakanlığında bir şeyin yok -polis ve istihbarat buna bağlı- MİT’te bir şeyin yok, Maliyede bir şeyin yok. Bir şey olursa ben senin önüne yatarım.” diyor. Biz bunu sorguladık mı? Hayır. Ne yaptık? Beraat ettirdik. Şimdi nerede görüşülüyor bu dava? Amerika’da. Ya bizde adalet duygusu yok mu? Tüyü bitmemiş yetimin hakkını kim koruyacak? Ben bunu söylediğim zaman kıyamet kopuyor: “Vay efendim, niye konuşuyorsun?” Ya ben soğuktan donan Ayaz bebeğin, o küçücük çocuğun hakkını savunmayacak mıyım? Açlıktan ölen Kübra bebeğin hakkını ben savunmayacak mıyım? Sırtında çocuğunu 16 kilometre taşıyan küçük Muharrem’in hakkını ben savunmayacak mıyım? Kimin hakkını savunacağım?

Soru şu: Bu şarlatana, bu rüşvetçiye devletin sırlarını kim verdi? Sayın Binali Yıldırım’a soramıyorum çünkü MİT’i ondan aldılar, MİT’i yukarıya bağladılar. Ve soruyorum: Bu şarlatana devletin bütün sırlarını kim verdi? “Efendim, savcı inceliyor…” Yemezler onu. MİT’in harekete geçmesi lazım. Bu devletin sırlarını götürüp ona peşkeş çekenler kimlerdir? Sadece bu mu? Hayır. Kozmik odayı, devletin harimi ismeti kozmik odayı terör örgütüne açtılar ya, terör örgütü geldi, devletin bütün sırlarını aldı, hepsini götürdüler Amerika’ya. Peki, ya bu kozmik odayı açanlar hesap verdi mi? Devletin bütün sırlarını, benim, Başbakanın, hatta Cumhurbaşkanının dahi bilmediği devletin bütün sırlarını götürüp FETÖ terör örgütüne teslim ettiniz, hesabını veren oldu mu? Hesabını veren olmadı. Kim hesabını verecek, kim hesap soracak? Bu koltuklarda oturanların hesap sorması lazım. Eğer vicdan varsa hepimizde, bu vicdanın artık ayağa kalkması lazım, “Yeter!” dememiz lazım.

DÜNYADA RÜŞVETE FAİZ ÖDEYEN TEK ÜLKE BİZİZ!

Evet, dediğim gibi farklı görüşlerde olabiliriz. Nasıl bayrak bizim ortak görüşümüzse, değerimizse rüşvete, yolsuzluğa karşı çıkmak da ortak hedefimiz olmalı, hep beraber mücadele etmeliyiz, ahlaki temelli olmalı bunlar.

Çağrı yaptım Sayın Binali Yıldırım’a: “Efendim, bu dosyayı yeniden açalım.” dedim. Neden biliyor musunuz? İran diyor ki: “Bizim 8,5 milyar dolarımız kayıp.” 8,5 milyar dolar, öyle 40-50 milyon avro değil; 8,5 milyar dolar. İran’la iş birliği yapmalıyız -orada görüşüldü ve temizlediler- biz oturup bu pisliği temizlemeliyiz. Halkbank’ın Amerika’daki avukatı bile genel müdürlerinin rüşvet aldığını söyledi yani itiraf… Artık, bir avukat bile diyor ki: “Evet, dönemin genel müdürü rüşvet aldı.”

Değerli arkadaşlarım, bir ayıptan Türkiye’yi temizlemeliyiz. Dünyada rüşvete faiz ödeyen tek ülke biziz; rüşvete faiz ödeyen, rüşvetini iade edip üstüne de faizi veren tek ülke biziz. Bundan, Türkiye’nin bu ayıptan kurtulması lazım. O ayakkabı kutusunu verdik, üstüne bir de faiz verdik. E, bir de şeref madalyası taksaydınız!Öyle ya, dünyada örneği yok. Dünyada rüşvet dolayısıyla… Hem rüşveti alacak hem aklanacak hem de faizini alacak; vallahi böyle bir adama şeref madalyası takmak lazım. Kim takar bilmiyorum? A Haber’e söyleyelim, Sabah gazetesine söyleyelim, havuz medyasına söyleyelim: “Buyurun beyler, gidin onlara da bir şeref madalyası takın. Nasıl olsa genel müdür burada, takın ona şeref madalyası.” Ve öyle ağırıma gidiyor ki değerli arkadaşlarım, bu “sahtekâr” denen genel müdürü bir de aldık, Zer-Bankın Yönetim Kuruluna tayin ettik yani Ziraat Bankasının Yönetim Kuruluna tayin ettik. Akıl yani akıl alacak şey yok, aklımızı mı yedik bilmiyorum!

80 MİLYONUN ÖNÜNDE SORUYORUM: 292 KİLO ALTINI KİM ÇALDI, KİM GÖTÜRDÜ?

Şimdi, dosyayı yeniden açacağız. Diyeceksiniz ki: “Dosyayı nasıl açabiliriz?” Çok basit, size bir olay anlatacağım, Sayın Hayati Yazıcı da bu olayı ayrıntılarıyla sanıyorum biliyor. 1 Ocak 2013, Gana’dan bir uçak, kargo uçağı kalkar Atatürk Havalimanına iner, gümrük beyanları verilir. 1,5 ton doğal taş getiriliyor Türkiye’ye, 1,5 ton. Nereye verilecek? “Güzelyurt Mahallesi Yıldırım Beyazıt Caddesi Delta Apartmanı A/2 Blok Kat:1 No:22 Beylikdüzü” Bu adrese 1,5 ton doğal taş teslim edilecek. Bir gümrükçü diyor ki: “Ya, bizde doğal taş var, doğal taş da var. Ya, görelim bakalım, bizim bilmediğimiz bu taşlar nasıl?” Gidilip bakılır ki içinde 1,5 ton altın var. Gümrük beyannameleri değiştirilir, sahte gümrük beyannameleri hazırlanır. Rıza Sarraf’a derler ki: “Rüşvet ver. Gümrükte verdin mi rüşveti, her şeyi halledersin” O da diyor ki: “Vallahi ne yapayım, Teoman diye bir adam var, dünyanın rüşvetini teklif ettim, adam vazgeçmiyor, ’Ben rüşvet almam’ diyor.” O Teoman’ın gözlerinden öpüyorum, o Teoman’a Türkiye Cumhuriyeti çok şey borçludur, o, çocuklarına ve torunlarına çok güzel hikâyeler anlatacaktır.Sonra, bu altın sahte belgelerle düzenleniyor, Sayın Yazıcı bir soruşturma talimatı veriyor. 18/12/2013, 201356/2 sayılı Soruşturma Raporu; asıl hikâye burada başlıyor. O sahtekârlığı anladık, doğal taş yerine altın.

Müfettiş raporunda diyor ki: “Bu altın 1,5 ton olarak geldi ama Türkiye’den çıkarken bize verilen beyannamede 292 kilogram altının -parantez içinde (Borsa değerine göre 14 milyon 600 bin dolar değerinde) parantezi kapatıyor- bir şekilde, herhangi bir gümrük işlemine tabi tutulmaksızın Türkiye’ye sokulduğunu tespit ettik.” diyor.

Şimdi, Sayın Binali Yıldırım, siz ülkenin Başbakanısınız. Eğer bu ülkeye sahte yollarla altın geliyor ve bunun 292 kilosu çalınıyorsa ve Türkiye’ye meşru olmayan yollardan sokuluyorsa bu soruşturmaya buradan başlayın; bu altın ne oldu? Ben merak ediyorum, siz de merak ediyorsunuz herhâlde. Hani, böyle bir şey olur da alır cebime koyarım. 292 kilo altın, nereye gitti bu? Değerini de ben söylemiyorum, müfettiş söylüyor. Kim? Devletin müfettişi. Bu müfettişin başına bir şey geldi mi? Onu bilmiyorum.

Şimdi, bizim hep birlikte -çok özür dileyerek bu sözcüğü kullanıyorum- bu sahtekâr, namussuzlardan hesap sormamız lazım, bu ahlaksızlardan hesap sormamız lazım, bu tüyü bitmemiş yetimin hakkını yiyenlerden hesap sormamız lazım. Hesap sormak bu Parlamentonun namusudur. Eğer soruyorsanız grubumuz hazır, hep beraber soralım, bu kirliliği, bu pisliği hep birlikte temizleyelim.

80 milyonun önünde soruyorum: 292 kilo altını kim çaldı, kim götürdü? Bu malı götüren adamı bulmak bizim namus borcumuzdur, Türkiye Cumhuriyeti devletinin namus borcudur, böyle şey olur mu?

BU SAHTEKÂR, BU ŞARLATAN, BU RÜŞVETÇİ NİÇİN ÖZEL KORUMAYA ALINDI?

Efendim, Rıza Sarraf… Bakıyorlar ki ithalat, ihracat vesaire; Amerikalılar uyarıyor “Yapmayın, etmeyin.” E, gıda serbest. O zaman diyorlar ki “Biz en iyisi gıda ihracatı yapalım.” Gıda ihracatı yapıyorlar, orada da yanlış yapıyorlar. Buğdayı alıyorlar, nereden? Dubai’den. E, Dubai’de buğday yok. Sözde 150 bin ton buğday ihraç ediyorlar Yunanistan’a. 150 bin ton buğday ihraç ettikleri gemi ancak 5 bin ton alıyor. Orada da sahtekârlıklar ortaya çıkıyor, bunun da soruşturulması lazım, hayalî ihracatın.

Ve daha ilginç bir şey söyleyeyim değerli arkadaşlarım, bütün bunlar olurken Sayın Erdoğan’ın ağzından Rıza Sarraf aleyhine çıkmış tek cümle yoktur, neden? Rıza Sarraf aleyhine çıkmış tek cümle yoktur, neden? Bu sahtekâr, bu şarlatan, bu rüşvetçi hangi gerekçeyle, niçin özel korumaya alındı? Ben merak ediyorum hâlâ bir hayırsever iş adamı olarak mı değerlendiriliyor?