HDP Grup Başkanvekili Filiz Kerestecioğlu, Mecliste bir basın toplantısı düzenledi. Gündeme ilişkin konulara değinen Kerestecioğlu, şunları söyledi:

Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi’nin 11 yöneticisi dün sabah evleri basılarak gözaltına alındı. Yıllardır Türkiye’de insan sağlığı için emek veren değerli bilim insanları, akademisyenler, tıp doktorlarından söz ediyoruz. Türkiye Menderes döneminde üniversite hocalarına yapılan baskıyı gördü, 1971’de darbeyle üniversitelerdeki ihraçları gördü, 1980 darbesiyle Türkiye’de bilimin ve akademinin nasıl kimliksizleştiğine tanık oldu. Fakat bugün, o dönemleri arar haldeyiz.

Liyakat eksikliği yandaşlık ile kapatılamaz

Bir ülkedeki en iyi bilim insanlarını sizlerin savaş politikanıza karşı çıkıyorlar diye bu kadar baskıya maruz bırakırsanız bu ülkede büyük bir yara açarsınız. Yerine koyduklarınız aslının yerini tutamaz. Liyakat eksikliği yandaşlık ile kapatılamaz. Hep açık bir yara gibi görünür.

TTB Merkez Konseyi’nin açıklamasını bir kez daha bu kürsüden okumak istiyorum:

“Biz hekimler uyarıyoruz: Savaş, doğada ve insanda tahribat yapan, toplumsal yaşamı tehdit eden, insan eliyle yaratılan bir halk sağlığı sorunudur. Her çatışma, her savaş; fiziksel, ruhsal, sosyal ve çevresel sağlık açısından onarılmaz sorunlara yol açarak büyük bir insani dramı da beraberinde getirir. Yaşatmaya ant içmiş bir mesleğin mensupları olarak, yaşamı savunmanın, barış iklimine sahip çıkmanın birincil görevimiz olduğunu aklımızdan çıkarmıyoruz. Savaşla baş etmenin yolu, adil, demokratik, eşitlikçi, özgür ve barışçıl bir yaşam kurmak ve bunu sürekli kılmaktır. Savaşa hayır, barış hemen şimdi.”

Cumhurbaşkanı böylesi insan hakları çerçevesinde yapılmış bir açıklamanın ardından bile hemen TTB’yi hedef gösterdi: hekimlerden “terör seviciler” diye bahsetti. Yetmedi, Başbakan Yardımcısı Bozdağ da aynı hakareti sarf etti. Yetmedi, Sağlık Bakanı, İçişleri Bakanı suç duyurusunda bulundu.

Birleşmiş Milletler sözcülerine soruşturma açacak noktaya geldiler

Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri de dün TSK’nin Afrin’e saldırısında sivillerin ölümünden endişe duyduklarını söyleyen bir açıklama yaptı. Özellikle kadın ve çocukların hayatlarını yitirmesinden duyduğu üzüntüyü dile getirdi. Birleşmiş Milletler gibi bir kurumun açıklama yaptığı bir konuda Türkiye’deki demokratik güçlerin, bilim insanlarının sessiz kalması beklenebilir mi?

Açabilseler Birleşmiş Milletler sözcülerine de soruşturma açacak noktaya geldi Türkiyeli savcılar. Yalnızca sosyal medyada savaş karşıtı paylaşımlar yaptıkları için 311 kişi gözaltına alındı. Afrin operasyonu başladığı günden bugüne savaş karşıtı açıklama ve eylem yapmak isteyen herkes polis tarafından engellendi! Barış için açıklama yapmak isteyen Barış Blokunun açıklama yapacağı binanın çevresi adeta polis ablukasına alındı.

Bunlar güç gösterisi değil, güçsüzlük belirtisi

“Sadece Diktatör” oyunu Kadıköy, Ankara, İzmir ve Kocaeli’de yasaklanan Barış Atay, sosyal medyadan yaptığı savaş karşıtı açıklamalar nedeniyle AKtrollerin saldırısına maruz kaldı ve Twitter hesabı bir süre kapatıldı.

“Yaptığımız çok haklı bir şey diyorsanız” neden herkesi yasaklıyorsunuz? Bunlar güç gösterisi değil, güçsüzlük belirtisi. Meşruiyet sorunu yaşıyorsanız işte o zaman herkesi yasaklamaya çalışırsınız. İktidarın da yaptığı budur. Barış, yasaklanabilir bir şey değildir. Herkesin bunu aklına kazıması lazım.

Hepimiz hükümet tarafından hain ilan edildik. Nazım Hikmet’in dizelerindeki gibi…

Evet, vatan hainiyim, siz vatanperverseniz, siz yurtseverseniz, ben yurt hainiyim, ben vatan hainiyim.

Vatan çiftliklerinizse, 
kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan, 
vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan, 
vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın,
fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan, 
vatan tırnaklarıysa ağalarınızın, 
vatan, mızraklı ilmühalse, 
vatan, polis copuysa, 
ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan, 
vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması topuysa, 
vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan, 
ben vatan hainiyim. 
Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla: 
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.

Bugün yaşananlar o günden farklı mı? O zamanın doğrusunu söyleyen insanlar cezaevindeyse, bugün de aynı şekilde cezaevindeler ya da ötekileştiriliyor, vatan haini ilan ediliyorlar.

Vatan hainliğiyle suçladığınız bizler bu ülkeyi deli gibi seviyoruz

Sizin vatan hainliğiyle suçladığınız bizler bu ülkeyi deli gibi seviyoruz. Bu ülkede yaşamayı deli gibi seviyoruz! Öyle deli gibi ki her türlü baskıya her türlü ötekileştirmeye, hakkımızda yapılan her türlü yalan habere rağmen insanca konuşmayı, barış dilini savunuyoruz!

Kendi canımızı hiçe sayıp barış diyoruz

Hiçbir amaç için, hiç öyle vatan için kılını kıpırdatmayacağını bildiğimiz trollerin, havuz ve yandaş medyasının silahşörlerine karşı kendi canımızı hiçe sayıp barış diyoruz! Biz bu ülkeyi öyle deli gibi seviyoruz ki sadece konuştuğumuz için, sadece yazdığımız için hapishaneye giren de biz oluyoruz, dört ayaklı minarenin önünde vurulan da, Agos’un önünde yerde yatan da…

Bu milletin ekmeğini yiyenler, Avrupa’da bizi şikayet edenler diyorlar. Biz milletin oyuyla gelmedik mi? Bize oy veren insanlar millet değil mi?

Barışsever millet makbul değil, öyle mi! O sahte vatan sözlerini bir kenara bıraksınlar! Hiçbir bedele razı olmadığınız için acı çekiyor bunca insan!

Bir tek siz acı çekmiyorsunuz!

Hala yakınlarının bedenlerine ulaşamayan Cumartesi anneleri de, çocuklarının mezarları bile tahrip edilen aileler de, askerde hayatını kaybeden çocukların aileleri de, 15 Temmuz’da öldürülen gencecik askerler de, tanklara karşı çıkıp darbe girişimini cesaretle önlemek isteyen insanlar da…. Almadığınız önlemler, ayrımcı zihniyetiniz yüzünden öldürülen kadınlar da; istismara uğrayan çocuklar da; kendinize hak gördüğünüz hiç bir şeyi hak görmediğiniz, grevlerini yasakladığınız işçiler de… Kuruttuğunuz nehirler bile acı çekiyor! Üstelik de memleketiniz Rize yakınlarında.

Ama bir tek siz acı çekmiyorsunuz! Acı damarınız kurumuş sadece acıtmak istiyor, bundan besleniyorsunuz!

Eğer bu ülkede mutsuz olan sadece bizler olsaydık, inanın ki “ha tamam” derdim! “Tamam! Biz ayrı düşünüyor ve bundan dolayı mutsuz oluyoruz.” Ama herkes mutsuz. Bütün ülke mutsuz! İktidarı destekleyen de desteklemeyen de…

Afrin demeyi yasakladınız

Yasaklı kelimeler sözlüğü çıkaracaklar neredeyse. Dün hırsız, katil sözlerini yasakladınız bugün Afrin demeyi! Pendik ilçe binamız yakıldı ve önünde yapılan basın açıklamasında dün ne dedi polisler biliyor musunuz; “Afrin derseniz saldırırız!” Bu ülke hiç bu denli düşük, bu kadar aciz bir siyasete hiç maruz kalmamıştı. Sözden bu kadar korkan bir siyasete, söze bu denli tahammülsüz bir siyasete maruz kalmamıştı!

Kongre yaptırmamak için herkesi tutukluyorsunuz!

Bize kongre yaptırmamak için herkesi tutukluyorsunuz! İl ve ilçe başkanlarımız gözaltına alınıyor. Kendileri parti kapatmaya maruz kaldılar ya bu utanca maruz kalmamak için bir parti kapatılmadan nasıl fiilen kapatılır, bunu yapıyorlar. Niğde İl Eşbaşkanımız tutuklandı iki gün önce ve daha onlarcası…

Onu bir örnek olarak söylüyorum çünkü annesi ve eşi hasta olan bir arkadaşımız! Tutuklama eğer delil karartma, kaçma şüphesi varsa yapılan bir uygulamadır. Hakimlere bir kez daha seslenmek istiyorum bir hukukçu olarak; tutuklama bir parti kongre yapamasın diye, bütün örgütü çalışamasın diye talimatla yapılan bir uygulama değildir! Daha kaç ah alacaksınız, kaç ailenin ahı üzerinizde olacak siz işinizi kaybetmeyin diye bilemiyorum! İş kaybedilir ama onur kaybedilirse vay insanın haline diyorum sadece!

Onur demişken size bir paragraf okuyayım; Meclis Başkanının sözleri: “Önceki gün Avrupa Parlamentosunda bir şaşkın milletvekili kendi ülkesini şikayet ediyor, ‘Neden bu işlere mani olunmuyor?’ diye. Şaşkın, cahil. Bir söz var ‘tahsil cehaleti alır ama merkeplik baki kalır.’ diye. Bir moda çıktı bir ara, sanatçı denilenler, kuyular kazdılar, oyuncak tabancalar ve tüfekler topladılar ve basının önünde gömdüler. Ne o, ‘silahsızlanacağız, barış istiyoruz.’ Yok canım.! Bu, bizdeki cihad ruhunu almaktır ve yanlıştır.” Sadece öfkeden beslenen insanlar kategorisinin şahikası.

Yalan zamanlardayız

Geçen hafta Türkiye’den her partiden vekillerle birlikte Avrupa Konseyindeydik. Konsey Genel Sekreterine, Afrin’de sivillerin ölümünden duyduğumuz endişeyi dile getirerek özellikle savaş karşıtı gösterilere karşı hükümetin baskılarına karşı ne yapmayı düşündüklerini sordum. Soru bu kadar basitti. İktidar sahipleri öyle güzel kullanıyorlar ki her şeyi… Siz orada konuşurken, orada asla söylemediğimiz şeyleri söylemişsin gibi çevirme haysiyetsizliğine düşüyorlar. Neden? Çünkü yalan zamanlardayız.

Meclis Başkanından militarist bir erkek siyaseti beklenebilir, kendisi yalnızca yaşı itibariyle değil; zihniyet yapısı itibariyle de eski erkek siyaseti benimsemiş bir siyasetçi; fakat işi hakarete, bir de üstüne savaşı cihatla övmeye vardırması kabul edilemez.

Türkiye Avrupa Konseyi prensiplerine uyacak mı? 

Avrupa Konseyi, 2. Dünya Savaşının ardından savaşın yarattığı yıkımdan alınan derslerle bir insan hakları standartları oluşturmak için kurulmuştur. Türkiye de kurucu üyelerindendir. Şimdi Türkiye, gerçekten Avrupa Konseyinin kurucu üyesi gibi davranacak mı? Onun prensiplerine uyacak mı uymayacak mı? İnsan hakları değerlerini benimseyecek mi?

Yalanı bir siyaset yapma biçimi haline getirdiler

Yoksa “ilk iktidara geldiğimizde devlet kurumlarını ele geçirmek için bu değerleri kullandık, biz bu değerlere sadık değiliz” deyip çekilecek mi? Avrupa Konseyi insan haklarını denetleyen bir parlamento olarak elbette barışın en çok dile getirileceği yerdir. Afrin’de insan hakları ihlalleri tüm hafta boyunca her siyasi görüşten, her ülkeden milletvekili tarafından dile getirildi. Yalan söylüyorlar! Yalanı, bir siyaset yapma biçimi haline getirdiler.

Birleşik Sol Grup Başkanı Hollandalı parlamenter Tiny Kox, Türkiye’nin başlattığı askeri operasyonun uluslararası hukuku ihlal ettiğini, Afrin’in Türkiye’ye gerçekçi hiçbir tehdit yaratmadığını ifade etti. Erdoğan’ın barış yanlılarına tehdit ve hakaretle yaklaştığını ifade ederek bu yaklaşımı kınadı. Türkiye’yi derhal Suriye’deki askeri müdahalesini, sonlandırmaya çağırdı.

AKP’nin de üyesi olduğu Avrupa Halk Partisi Grubu adına konuşan Romanyalı parlamenter Marian Stroe, sivil insanların bölgede zarar gördüğünü, yaklaşık 800.000 kişinin IŞİD’in barbarlığından kaçıp Efrin’e yerleştikten sonra yeniden kendilerini tehdit altında hissettiklerini söyledi. Cihadist grupların Türkiye’nin gölgesi altında hareket ettiğini ifade etti. Türkiye’nin politik bir sorunu çözmek için askeri araçları kullandığını belirtti.

Sosyalist Grup adına konuşan Estonyalı parlamenter Marianne Mikko, Avrupalıların sadece eleştirmemesi, acilen harekete geçmesi gerektiğini söyledi. Türkiye’yi Afrin’e saldırmak yerine IŞİD’le mücadele etmeye çağırdı.

Avrupa Liberalleri ve Demokratları grubu adına yapılan konuşmada ise Suriye’deki çatışmaların dışında kalan stabil bir bölge olan Afrin’de Türkiye’nin başlattığı operasyonun bölgedeki barışa zarar verdiğini ve sivillerin korunması için Türkiye’nin hiçbir sorumluluk almadığı ifade edildi.

Konseyde yapılan neredeyse tüm konuşmalar bu minvaldeydi. Savaş karşıtıydı. Türkiye’de edilse artık yıllarca hapis cezasıyla yargılanacak sözlerdi, barış sözleriydi bunlar.

Ölümü değil; yaşamı savunanlar suçlu! 

15.12.1978 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda oy birliği ile kabul edilen bildiri “(…) her insan ırk, din, dil, cinsiyet ayrımı gözetilmeksizin doğuştan barış içinde yaşama hakkına sahiptir”der. Ayrıca Birleşmiş Milletler Halkların Barış Hakkına Dair Bildirisinden ilgili kısım da şöyledir: “Gezegenimizde yaşayan halkların kutsal barış hakları bulunduğunu ilan eder”. Bunun yanı sıra Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasi Haklar Uluslararası Sözleşmesi’nin 20’nci maddesine göre, “Her türlü savaş propagandası hukuk tarafından yasaklanır”

Fakat Türkiye’de uluslararası hukuk ve insan hakları tersine çevrilmiş durumda. Savaş değil barış propagandası yasak; ölümü değil; yaşamı savunanlar suçlu!

Türkiye’nin Afrin’e yaptığı saldırının, Türkiye ve Afrin halklarına zarar vermekten başka hiçbir sonucu olmayacak. Afrin, Suriye iç savaşının merkezi olan Halep’e yakın olduğu için Halep’ten ciddi bir göç aldı. Bugün Afrin’de 1.2 milyona yakın insan; Kürt, Arap, Türkmen, Alevi Kürt, Ortodoks Süryani-Ermeni, Çerkes Kuzey Suriye Federasyonu adı altında bir arada yaşıyor. Bu etnik çeşitliliğin uyum içinde bir arada var olabilmeleri için Afrin’de yerel meclisler oluşturulmuş. Meclislerde herkes temsil ediliyor. Kürtçe, Arapça, Türkçe, Çerkesce, Ermenice ve Süryanice dillerinde anadilinde eğitim veren okullar var. Ekonomik olarak da tarımla ayakta kalıyor.

Milliyetçi histerinin sebebi AKP’nin derin güçlerle işbirliği 

Komşumuz, Türkiye’de yaşayan halkların akrabaları Afrin’de demokratik ve eşit bir yönetim kurmuşken ne yazık ki hükümet Türkiye’deki Kürt yurttaşlarla barış masasını devirdiği gibi Afrin’de yaşayan halklara karşı da düşman siyaseti izlemeye başladı. Bu milliyetçi histerinin tek nedeni, AKP’nin devlet içindeki bazı derin güçlerle işbirliği yaparak 180 derece bir eksen değişikliği yapmasıdır. Erdoğan ve çevresindekilerin kendilerini güvenceye almak için derin devlet diye anılan klikle anlaşmasıdır. Bu nedenle, toplumda milliyetçi histeriyi kışkırtmaya, savaşı kutsamaya başladılar. Savaş yolsuzlukları, usulsüz ihaleleri örter.

Barışa inanç hiçbir zorbalığa teslim olmayacak

Bugün onurlu ve şerefli denilen ÖSO, ileride Türkiye için de ciddi bir tehdit olabilir. Bizler “fabrikamdan işçileri operasyona götürebilirsiniz” diyen patronlardan, aldıkları kararlarla savaşlarda gençleri ölüme gönderen yaşlı siyasetçilerden değiliz. Biz savaşın başta kadınlara ve çocuklara olmak üzere tüm halklarla, doğaya, canlı ve cansız tüm varlıklara verdiği zararı, yarattığı yıkımı biliyoruz. Bu nedenle, siyasetçilerin çıkarları için halkları birbirine düşman eden bu siyasetin karşısında inatla duracağız. Barış istemi, barışa inanç, hiçbir zorbalığa teslim olmayacak!

Soru: AKP-MHP ittifak çalışması devam ediyor. Referandumun hayır blokunu ayrıştırmaya dönük bir çalıma mı yapılıyor?

Şimdilik kendilerini birleştirmeye dönük bir çalışma yapıyorlar. Barajı kaldıracağız deyip yeni bir barajı hayata geçirmek istiyorlar. Bütün siyasi partilerin temsil edilmeye hakkı var. Kendi birlikteliklerini seçim için de güçlendirmeye, bunun yasal altyapısını hazırlamaya gayret ediyorlar.