HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, partisinin grup toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu ve şu ifadeleri kullandı:
Bugün Antalya Ekoloji Meclisi ve Yaşam Dayanışma Yolcuları Ekoloji Grubu aramızda. Bu coğrafyayı nükleer atık çöp sahasına çevirecek nükleer santrallere karşı buralara kadar gelen dostlara teşekkür ediyoruz.
Nükleer felaket projelerine izin vermeyeceğiz
Ne Akkuyu’da ne Sinop Gerze’deki nükleer felaket projelerine izin vermeyeceğiz. Sizlerin yanındayız. Mücadelenizi destekliyoruz.
Yeşil Direniş Gazetesi yazarları, Mahalleler Birliği temsilcileri aramızda, hoş geldiniz.
Çanakkale’den Ankara’ya her türlü şiddete karşı yürüyen üç kadın, üç anne hoş geldiniz.
Bugün Suruç Katliamı’nda yaşamını yitiren Polen Ünlü yoldaşımızın annesi Şennur Ünlü yaşamını yitirdi. Kendisine rahmet diliyoruz. Kızının acısına dayanamayan Şennur Ünlü’nün ailesine başsağlığı diliyoruz.
Aynı zamanda şair, çevirmen Ülkü Tamer’i kaybettik. Kendisine Allah’tan rahmet, tüm sevenlerine başsağlığı diliyoruz. Kendisini geride bıraktığı önemli eserleriyle anacağız, ruhu şad olsun.
Öcalan, “Kürt sorunu çözülmezse ülke kaos yaşar” demişti
Bugünkü grup toplantımızda Türkiye’nin önemli gündemlerini değerlendireceğiz.


5 Nisan tarihi aslında önemli bir kırılma tarihidir. Türkiye’nin geleceği ve siyaseti açısından 5 Nisan 2015 tarihinde İmralı Cezaevi’ne giden ve İmralı Heyeti’nde yer alan birisi olarak ifade etmek isterim ki, o tarihten bu zamana kadar Sayın Öcalan’dan herhangi bir haber alınamamaktadır.

5 Nisan tarihinde benim ve Sırrı Süreyya Önder’in İmralı Cezaevi’nde yaptığımız görüşmede Sayın Öcalan’ın özellikle ifade ettiği noktalara değinmek isterim. Bugün Türkiye’nin içinde bulunduğu durumu özetlemeye katkı sağlayacak olan değerlendirmelerdir bunlar.
5 Nisan elbette demokratik çözüm ve barış sürecini başlatarak Türkiye’nin demokratikleştirilmesi ve Kürt sorununun çözümü açısından önemli bir tarihti. Her görüşmemizde Sayın Öcalan’ın ifade etiği şuydu: “Bu sorun bu masada çözülmezse eğer, muhataplarımız dışa açılacak ve bu ülke bir kriz, bir kaos yaşayacaktır.”
Dolmabahçe Mutabakatı yok sayıldı
Evet, özellikle Sayın Öcalan ile son yaptığımız görüşmede bize ifade ettiği şuydu: Buraya belki de son gelişiniz. Çünkü görünen o ki, muhataplarımız sorunun çözümünde adım atmıyor ve ilerleme sağlanmıyor. Özellikle üçüncü gözün, gözlemci heyetin İmralı’ya giderek katkı sunması gerektiğini ifade ediyordu Sayın Öcalan. 28 Şubat 2015 tarihinde Dolmabahçe Mutabakatı’nda, İmralı Adası’nda gözlemci heyet şahitliğinde tartışma açılması belirtiliyordu. Fakat bırakın gözlemci heyetin İmralı Adası’na gitmesini, ne yazık ki, Dolmabahçe Mutabakatı bile AKP tarafından yok sayıldı, inkar edildi.
Dolmabahçe Mutabakatı’nın yok sayılması sorunların başlamasına sebep oldu. 
Orada okunan mektup, elbette Türkiye’nin geleceği açısından önemliydi. Özellikle Türkiye’nin demokratikleşmesi açısından önemliydi. Sadece Türkiye değil, tüm Ortadoğu’yu demokratikleştirecek bir süreçten bahsediyordu. Ancak Dolmabahçe Sarayı’nda açıklanan bu mektubun hemen ertesinde dönemin Başbakanı Erdoğan, Dolmabahçe Mutabakatı’nı yok sayan bir yaklaşımla çözüm masasını devirdi. Bu ülkede bugün yaşanan sorunların başlamasına sebep olan süreci başlattı.
Sadece Öcalan’a değil Türkiye’ye tecrit başladı
5 Nisan tarihinden sonra sadece Sayın Öcalan’a tecrit uygulanmadı. Bu tecrit aynı zamanda Türkiye’ye uygulanan bir tecridi başlattı. 5 Nisan’da başlatılan tecritle Türkiye’deki demokratik kazanımlar, yasal ve anayasal kazanımlar da askıya alındı. 5 Nisan’dan sonra Sayın Öcalan’ın öngördüğü gelişmeler adım adım hayata geçti.
İmralı tecridi ile, Türkiye’nin tecrit altına alınmasıyla yaşanan olaylara kısaca bakarsak; 7 Haziran seçimlerine yapılan darbeden başlamak gerekir. Çünkü 5 Nisan tecridinin ardından 7 Haziran seçimleri yapıldı. HDP yüzde 13 oy alarak 80 milletvekili ile parlamentoya girdi. Ancak AKP bunu hazmedemeyerek seçimlere darbe uyguladı ve ülkeyi 1 Kasım’da bir kez daha seçime götürdü.
Tecrit olmasaydı darbe girişimi olmazdı 
Elbette ki, 7 Haziran ve 1 Kasım arasında yaşananlara da dikkat çekmek gerekiyor. Ceylanpınar, Suruç ve Ankara Katliamları, Sur’da, Cizre’de ve Gever’de yaşanan katliamlar, tecrit olmasaydı elbette ki yaşanmayacaktı.
5 Nisan tarihinde Sayın Öcalan’a uygulanan tecrit hayata geçmemiş olsaydı, darbe mekaniği devreye girmeyecekti. Bu ülkeye darbe girişimi başlatılmamış olacaktı. Öcalan toplantılarımızda devlet yetkililerini de uyararak, eğer bu sorun bu masada çözülmezse darbe mekaniği hayata geçecek demişti. Devlet ve Kamu Güvenliği Müsteşarı bunu biliyordu. Bilmelerine rağmen süreci baltalamaları bir göstergedir.
Tecrit uygulanmamış olsaydı, bugün OHAL ilan edilmemiş olacaktı ve bu ülke, KHK’lerle yönetilmemiş olacaktı. Ancak tecrit uygulandığı için, bugün Türkiye bir polis devletine dönüştü. Yüz binlerce insan tutuklanmayacak, işinden ekmeğinden olmayacaktı. Yine, çözüm sürecinde önemli rol alan HDP’ye siyasi darbeler yapılmayacaktı. Anayasa ve yasalar, insan hakları rafa kaldırılmış olmayacaktı.
İç ve dış politika üzerinden ya da savaş üzerinden Türkiye’nin gittiği nokta bu durumda olmayacaktı. Bu ülkeyi yönetenler Afrin’de, Suriye’de savaş sarmalına girmemiş olacaktı. Ve süreç devam etmiş olsaydı, özellikle Afrin’e yapılan işgal hayata geçmemiş olacaktı. Toplum büyük bir ekonomik ve sosyal kriz içine girmeyecekti tecrit olmasaydı. İnsanların yaşam güvenliği bugünkü gibi tehdit altında olmayacaktı. Ülkeyi yönetenler, çözümsüzlük siyaseti nedeniyle, Türkiye’yi Rusya başta olmak üzere büyük uluslararası güçlerin esiri haline dönüştüremeyecekti.
Ancak bütün bunlar 5 Nisan tarihinde başlayan tecrit politikasının Türkiye’yi getirdiği nokta olarak görülmelidir. Türkiye toplumu bunu iyi görmelidir.
Oysa çözüm ve İmralı ile diyalog sürecinin yürütüldüğü yıllarda, bu kötü tablonun hiçbirisi yaşanmamıştı. Tecrit olmamış olsaydı neler olacaktı?
Demokratik siyasetin önü açılacaktı, siyaset kilitlenmeyecekti. Kürt sorunu, iç dinamikleriyle birlikte çözülecekti. Özellikle Sayın Öcalan, “bu sorun burada, kendi muhataplarıyla çözülmek zorundadır” diyordu ve uluslararası güçlerin buna müdahale etmemesi gerektiğini söylüyordu.
Ekonomik ve siyasi krizin boyutu tecrit politikasının sonucudur
Tecrit olmasaydı, elbette ki, darbe mekaniği  devreye girmeyecek ve her türlü vesayet gerileyecekti. Silahsızlanma süreci başlayacak, çatışmalı dönem sona erecek ve hiçbir insanımız yaşamını yitirmeyecekti. Bugün tecritle başlayan çatışmalı süreçle birlikte ülkemize her gün cenazeler geliyor, anne babaların yüreği yanıyor.
Yine, halkın gelir düzeyi böyle olmayacaktı. Özellikle yaşanan ekonomik ve siyasi krizin bugün gelmiş olduğu durum da, tecrit politikasının sonucudur. Türkiye’de Kürtler başta olmak üzere tüm Suriye halklarıyla barışçıl bir diyalog sağlanacaktı tecrit hayata geçmemiş olsaydı.
Sayın Öcalan, 2013 Newrozu’nda Diyarbakır’da milyonların şahitliğinde okunan mektubunda ne diyordu:
“Bugün yeni bir dönem başlıyor, silahlı direniş sürecinden demokratik sürece kapı açılıyor. Ben bu çağrımıza kulak veren milyonların şahitliğinde diyorum ki, silah değil siyaset öne çıkıyor. Bizi bölmek ve çatıştırmak isteyenlere karşı bütünleşeceğiz, ayrıştırmak isteyenlere karşı birleşeceğiz. Zamanın ruhunu okuyamayanlar, tarihin çöp sepetine giderler.”
Barıştan korkanlar tecridi başlattılar 
Bu mesaj tecridin neden başlatıldığını ortaya koymuştur. Barıştan korkanlar tecride karar verdiler ve tecridi başlattılar.
Elbette ki, CPT’nin hazırladığı rapor da önemlidir. Ancak, AKP Hükümeti bu raporun açıklanmasına 2 yıl sonra karar verdi. CPT, 2015’te İmralı Adası’na giderek Sayın Öcalan ile görüşmüş ve bir rapor hazırlamış, ama raporun açıklanmasına AKP izin vermemişti. Ta ki 15 gün öncesine kadar. 15 gün önce CPT raporu açıklanmış ve Sayın Öcalan’ın İmralı’da yaşadığı sıkıntılar ve maruz kaldığı baskılar ifade edilmiştir.
CPT raporunu neden iki yıl beklettiniz 
Türkiye’ye, AKP Hükümeti’ne seslenmek isteriz. 2 yıl neden beklettiniz bu raporu? Bu, sizin barışa, Kürt halkına olan yaklaşımınız, Sayın Öcalan’a olan yaklaşımınızdan kaynaklıdır. Her ne kadar bugün sesimizi duymasa bile, dış dünyayla bağlantısı kesilmiş olsa bile Sayın Öcalan’a sevgi ve selamlarımızı gönderiyoruz.
Öcalan barışın baş mimarıdır 
Avrupa Birliği’ne, Birleşmiş Milletler’e ve CPT’ye bir kez daha çağrı yapıyoruz. Sayın Öcalan barışın ve Türkiye’nin demokratikleşmesinin, Kürt sorununun demokratik yöntemlerle çözülmesinin baş mimarıdır.
Diyalog süreci tekrar başlamalı
Bu anlamda Sayın Öcalan’la diyalog sürecinin tekrar başlatılması ve maruz kaldığı tecrit politikasına son verilmesi, ailesiyle, avukatlarıyla, siyasi heyetlerle görüşmesinin sağlanması Türkiye’nin geleceği açısından elzemdir.
Afrin’de yapılan işgaldir  
HDP olarak hep ifade ettik, yine söylüyoruz. Afrin’e yapılan, bir işgal girişimidir. Afrin’de yaşayan insanlar, orada doğup büyüyenler, kendi yaşadıkları toprakları terk etmek zorunda kalmışlardır. Oradan sürgün edilmişlerdir ve akşam 8’den sonra başlatılan sokağa çıkma yasağıyla birlikte Afrinliler’in evleri talan edilmiş, bu da ÖSO güçleri tarafından gerçekleştirilmiştir.
HaberTürk yayını insanlık suçunun belgesidir
HaberTürk yayını insanlık suçunun belgesidir. Çünkü Afrinliler, ÖSO çetelerinin zulmünü, hırsızlığını, tecavüzünü anlatıyor, ama tercüme yapan AFAD yetkilisi zat, “ÖSO değil YPG yaptı” diye kandırarak ifade etmeye çalışıyor. Bu bir rezalettir. Afrin’deki gerçeklerin üzerini yalanlarınızla örtemezsiniz. İşte HaberTürk kanalında tercümanlık yapan bir AFAD yetkilisi marifetiyle bunu YPG olarak Türkiye halklarına yutturmaya çalışıyorsunuz, ama Türkiye toplumunun sizin yalanlarınıza da, yaptığınız haberciliğe de karnı tok.
İnsanlar ölüyor, AKP rant yolları arıyor
Cumhurbaşkanı’nın danışmanı olan bir zat, “Afrin’de 50 küsur şehit verdik, ama iki önemli kazancımız var diyor. “Oradaki ihalelerde büyük pastayı Türk müteahhitler alacak” diye bir açıklama yapıyor. Bu zaten başlı başına tam bir rezalet. Orada insanlar ölüyor, insanlar evlerini, barklarını terk etmek zorunda kalıyor. Ama AKP yetkilileri oradan rant elde etmenin, para kazanmanın yollarını arıyor.
Afrin’de müteahhitler nasıl para kazanacak hesapları yapılıyor
Türkiye’de oylarını arttırmanın yollarını, Afrin’de müteahhitler nasıl para kazanacak hesaplarını yaparak Afrin halkını sürgün etmenin yolunu arıyorlar. Sadece bununla da sınırlı kalmıyorlar. Afrin’i  ilhak etmeye çalışan bir zihniyet var. Oradan sürgün edilenlerin ve kendi yaşamlarını bırakıp gidenlerin yerine başkalarını yerleştirmenin yolunu arayarak, oraya bir vali atamaya çalışıyorlar. Bu ilhakla birlikte Türkiye içerisinde bulunduğu çıkmazdan Suriye ile girdiği savaş sarmalından nasıl çıkacak merak ediyoruz.
Birleşmiş Milletler’i acil müdahaleye davet ediyoruz
İşte bu anlamda, Birleşmiş Milletler’i özelikle acil bir müdahaleye davet ediyoruz. Talan, yağma ve insanlık suçlarını önlemeye çağırıyoruz. Bir kez daha söz veriyoruz. Afrinliler kendi yaşadıkları topraklara mutlaka geri dönecektir. Çünkü Afrin Afrinlilerindir.
Sanatçıların durması gereken yer barış olmalıdır
Bu ülkenin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, hafta sonu yanına sanatçıları alarak Afrin sınırına gitti. Hatay’a gittiler ve belli ki, aslında Afrin işgaline toplumdan bir destek alamadıkları için, bunlar üzerinden bir toplumsal destek üretmeye çalışan bir zihniyet var. Sanatçıların durması gereken yer barış olmalıdır.
Hiçbir sanatçı savaştan yana olmamalıdır. İnsan ölümlerinden yana olmamalıdır. Biz gerçek sanatçıları tanıyoruz. Ahmed Arifleri, Aşık Mahsunileri tanıyoruz. Biz Ahmet Kayaları, Yılmaz Güneyleri tanıyoruz. Onlar Türkiye halklarının gönlünde, vicdanında gerçek sanatçılar olarak hala yaşıyorlar. Gerçek sanatçı halkına hizmet eder, barışın yanında saf tutar. O yüzdeni Afrin sınırına gidip pozlar veren, şarkılar söyleyen sanatçıların bu ülkede yerleri elbette ki farklı olacaktır. Biz hiçbir sanatçımızın ölümlerden yana olmasını tercih etmeyiz.
Eğer bu ülkeye katkı sunmak istiyorsanız, bu ülkenin geleceğine yatırım yapmak istiyorsanız, işte o zaman barışın yanında saf tutacak ve barış türküleri söyleyeceksiniz.
Afrin de Kürtlerindir Minbiç de
“Afrin’e gitmeyin, Minbiç’e gidin” diyen sanatçılar şunu çok iyi bilsin ki, Afrin de Kürtlerindir, Minbiç de Kürtlerin; Diyarbakır da Kürtlerin, Şırnak da Kürtlerindir.
En ön safta kadınlar olacak
İktidarın savaş politikalarından bir türlü vazgeçmediğinin bir göstergesi de kadınlara olan yaklaşımıdır. Geçtiğimiz hafta Meclis’te kadın sanatçıların sahneye çıkmasının İsmail Kahraman tarafından engellendiğine tanık olduk.
AKP Hükümeti’nin yaratmak istediği kadın tipi evinde oturan, kocasına hizmet eden kadın tipidir. AKP’nin elinde olsa bugün kadınlar yaşamın hiçbir alanında sokağa çıkmayacak. Tiyatroya, sahneye çıkmayacaklar. Milletvekili şu kürsüde konuşma bile yapamayacak. Ancak biz öyle bir kadın tipi  yarattık ki, erkeklerin tahakkümü altına girmeyen bir kadın tipi.
En ön safta kadınlar olacak. Her sinemada, her filmde başrolde kadınlar oynayacak, Meclis’te kadınlar konuşacak. İşte bu yüzden kadına olan yaklaşımınızla, Sayın Kahraman şahsında, TBMM tarihine kara bir leke olarak geçtiniz. Kadın tiyatroculara sahip çıkan kadın arkadaşlarımıza da seslenmek isterim: Bugün, ötekileştirilen, yok sayılan sadece tiyatrocu kadınlar değildir. Siyaset yapan kadınlardır aynı zamanda. Kadın milletvekillerimizin 9’unun cezaevinde olduğunu niçin görmüyorlar?
Kadınların haklarını savunmak önemli. Fakat bir tarafta bunlar yaşanırken, HDP’den seçilen kadın milletvekillerinin ve kadın belediye eşbaşkanlarının cezaevlerinde rehin tutulduğunu da kendilerine hatırlatmak isterim. Biz dünyada nerede olursa olsun, kadınların yaşadığı her türlü sıkıntıya, müdahaleye karşı da birlik ve beraberlik içinde olmak istediğimizi belirtmek isterim.
En son kamuflajı Çiller giymişti, şimdi adı bile okunmuyor
Geçen hafta Cumhurbaşkanı’nın askeri kamuflaj giydiğini gördük. Askeri vesayete karşı olduklarını ve bununla mücadele ettiklerini söyleyen AKP Genel Başkanı, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan askeri kamuflajla sınıra gitti. En son, askeri kamuflajı kim giymişti? Tansu Çiller. O da şu anda yok. ABD’de ve Türkiye’de siyaset tarihinde adı bile okunmuyor. Çünkü Kürtler üzerinden, Kürtleri inkar ve imha üzerinden yapılan politikalar hiçbir iktidara kazandırmaz.
Askeri kamuflaj giyen bir partinin geleceği nokta tarihin çöp sepetidir
Askeri kamuflaj giyen Sayın Cumhurbaşkanı’na da ifade etmek isteriz ki, siz de artık siyaseten son günlerinizi yaşıyorsunuz. Askeri kamuflaj giyen bir partinin geleceği nokta tarihin çöp sepetidir.
Recep Tayyip Erdoğan, AKM’nin yıkımı için “Geziciler çatlasa da patlasa da” dedi. Bir Cumhurbaşkanı, çatlasa patlasa dememelidir. “Çatlasın patlasın” ifadesi üzerinden siyaset yapmamalıdır. Bir ülkeyi kutuplaştırmamalıdır bir Cumhurbaşkanı. Onun görevi birleştirmektir. Bu ülkeyi çoğaltmaktır, refaha ve huzura kavuşturmaktır. Ama AKP’nin başındaki zat, ne yazık ki, bu ülkeyi bir uçuruma, bir felakete sürüklemektedir. Çatlasın patlasın ifadesi kimsenin ağzına yakışmaz.
Hiç kimsenin bu ülkeyi terk etmek gibi bir niyeti yok
Hem çatlasın patlasın, hem de bu ülkeyi sevmeyenler gitsin diyen Cumhurbaşkanı’na şunu söylemek istiyorum: Hiç kimsenin bu ülkeyi terk etmek gibi bir niyeti yok. Bu ülkeden gitmek isteyen kimse yok. Bu ülkeden gitmesi gereken birisi varsa, o da sizsiniz, AKP iktidarıdır. Ancak siz gittiğiniz zaman bu ülkede refah olacak. Bir hafta hastalanıyor, ekranlara çıkmıyor, bir bakıyorsunuz dolar düşmüş, insanlar huzur içinde. Bir televizyona çıkıyor, dolar ve euro fırlıyor, ekonomik kriz başlıyor. Bir zahmet edip sussa, konuşmasa bu ülkede her şeyin ne kadar iyiye gittiğini herkes görecek.
AKP-MHP Koalisyonu 2019’a kadar bekleyemez
İşte bunun için, seçimlerde özellikle 2019 diyorlar, ama erken bir seçimin yapılacağını da biliyoruz. Kamuoyuna yalan söyleyip, seçimler zamanında yapılacak deyip, arka kapılarda seçim tarihini bile belirliyorlar. AKP-MHP Koalisyonu 2019’a kadar bekleyemez.
AKP Hükümeti seçim hazırlığı yapıyor, biliyoruz
Hayır, bekleyemez. 2018’in sonbaharında bu ülkeyi bir seçim bekliyor. Yalan söylemekten vazgeçin. Seçimler zamanında yapılacak deyip, başka hesapları içinde olarak seçim çalışmalarını hızlandıran AKP Hükümeti seçim hazırlığı yapıyor, biliyoruz.
Ama şunu da bilmenizi isteriz ki, biz de seçimlere hazırız. Bizim seçimlerden kaçtığımız, korktuğumuz yok. Her türlü hazırlığımız var. Sizin hilelerinize, yalanlarınıza karşı her türlü hazırlığımız var. Halkımızın, Türkiye toplumunun, Türkiye halklarının hiçbir kuşkusu olmasın. HDP vardır, geliyor, HDP gelecek!
Demirtaş’a ceza verileceği yönünde duyumlarımız var
İstanbul ve Ankara milletvekillerimiz Selahattin Demirtaş ve Sırrı Süreyya Önder’in Nisan ayında duruşmaları var. 11 Nisan tarihinde Sevgili Selahattin Demirtaş’ın tutuklu bulunduğu dosyadan Ankara Sincan Cezaevi’nde duruşması yapılacak. Yine 16 Nisan’da İstanbul Silivri’de 2013 Newrozu’nda yaptıkları konuşmadan dolayı hem Selahattin Demirtaş, hem de Sırrı Süreyya Önder’in birlikte yargılandıkları duruşma var. Biz tüm bu davaların, demokratik siyasetin kapısına kilit vurulması sürecinin yargıdaki ayağı olduğunu biliyoruz.
Selahattin Demirtaş geçenlerde twitter hesabından bir mesaj yayımladı ve kendisine ceza verileceği yönündeki kaygılarını ifade etti. Biz de bu duyumları alıyoruz. 16 Nisan’da yapılacak duruşmada Selahattin Demirtaş  ve Sırrı Süreyya Önder ‘in ceza alacakları yönünde duyumlarımız var. Ve bunun bir talimat olduğunu biliyoruz. Çünkü bu kararlar siyasi kararlar ve bu kararların bizzat Saray’dan verildiğinin bilinmesi gerekiyor.
Demirtaş ve Sırrı Süreyya Önder’in geçen yapılan duruşmasında, mahkeme heyetine ifade ettikleri talepleri hiçbir şekilde kabul edilmedi. Ancak, Demirtaş’ın halkın iradesini temsil eden bir milletvekili olduğunu hatırlatmak isteriz. Sırrı Süreyya Önder’in çözüm sürecinde önemli rol üstlendiğini ifade etmek isteriz. Onların 16 Nisan’da görülecek duruşmaları, 2013 Newroz konuşmalarıdır. Hem Demirtaş hem Önder, çözüm süreci yaşanırken, Newroz’da konuşmuşlardı.
O gün yapılan Newroz’un hemen ertesinde tüm gazeteler “Çözüm Newrozu” manşetleriyle çıkmıştı. Newroz ateşi barış için yandı demişti manşetler. Konuşmalarının hemen ertesi günü atılan manşetler bunlar. 2,5 yıl sonra her iki arkadaşımız için de dosyalar hazırlandı ve yargılanma yolu açıldı. Fakat bu mahkemeye kimin etki ettiğini, mahkemeden hukuki karar çıkmayacağını biliyoruz.
Alınan siyasi kararlar doğrultusunda verilecek olan cezaları tanımıyoruz. Sizler onlara ceza vererek halktan koparmak isteseniz bile, onlar Türkiye halklarından kopmayacaklar. Halkların yüreğinde ve beyninde milletvekilleri olarak kalmaya devam edecekler.
Türkiye’nin yargı ve hukukunun aslında bugün nerede olduğunu ifade ettik, ama özellikle Cumhurbaşkanı’na hakaretten cezalandırılan milletvekillerimiz de var. Geçen milletvekilimiz Ahmet Yıldırım’a Cumhurbaşkanı’na hakaretten ceza verildi ve milletvekilliği düşürüldü.
Artık sadece Cumhurbaşkanı’na hakaretten değil, milletvekillerimiz polise hakaretten de ceza alıyorlar. Osman Baydemir’in durumu budur. Ancak Cumhurbaşkanı’na hakaretten Kılıçdaroğlu’nun, Bahçeli’nin, CHP ve MHP’li milletvekillerinin de dosyaları var. Cumhurbaşkanı Kemal Kılıçdaroğlu ve Devlet Bahçeli’ye farklı hukuklar uyguluyor, davalar geri alınıyor. Özellikle Kılıçdaroğlu’nun davaları geri alındı. Bahçeli’nin davaları gündeme bile alınmıyor, çünkü bugün AKP-MHP Koalisyonu var. Devlet Bahçeli ve Recep Tayyip Erdoğan kol kola girdiler çünkü, ona ceza verebilir mi hiç? Ama söz konusu HDP olduğu zaman, yargı-hukuk aynı işlemiyor.
Özellikle hükümeti yargının üzerinden elini çekmeye davet ediyoruz. 11 ve 16 Nisan’da duruşmaları izlemek üzere tüm halkımızı, tüm dostlarımı Demirtaş ve Sırrı Süreyya Önder’in yanında olmaya davet ediyoruz.
Sîsê Ana cezaevinde, yolsuzluk yapanlar dışarıda
Sîsê Ana 78 yaşında, hala cezaevinde ve sağlık sorunlarına rağmen cezaevinde tutulmaya devam ediliyor. Oysa bu ülkeyi soyup soğana çevirenler, yolsuzluk ve hırsızlık yapanlar, bu ülkeyi talan edenler ellerini kollarını sallayarak geziyor.
Bugün MYK üyemiz Murat Çepni gözaltına alındı. Alınma gerekçesi sosyal medyada paylaştığı tweet.  Parti Meclisi Üyemiz Dilan Çetin sabah gözaltına alındı. Arkadaşlarımızın serbest bırakılmasını istiyoruz.
Musa Anter’in mirası yerde kalmayacak
Özgürlükçü Demokrasi gazetesine geçen hafta kayyum atandı. Doğan Medya Grubu’nu parayla satın aldılar, Özgürlükçü Demokrasi’yi satın alamadıkları için hem gazeteye hem matbaaya kayyum atadılar. Tıpkı seçimlerde belediyelerimizi alamadıkları için belediyelerimize kayyum atadıkları gibi, şimdi de halkın gazetesine kayyum atıyorlar.
Oysa biz biliyoruz ki, Özgürlükçü Demokrasi gazetesi, Musa Anter’in bıraktığı bir mirastır. Musa Anterlerin mirası asla yerde kalmaz. Onu devralanlar bu mücadeleyi sürdürmeye devam edecekler. Özgürlükçü Demokrasi gazetesi halkına ulaşmaya devam edecek. Oraya kayyum da atasanız,  Özgürlükçü Demokrasi gazetesi çalışanları, hatta bizler her birimiz birer Özgürlükçü Demokrasi çalışanı olarak halkımızla buluşmaya devam edeceğiz. Bu bayrak yere düşmeyecek, Musa Anter’in mirası yerde kalmayacak.
Hepimiz Eren Keskin’iz 
Eren Keskin’e 7 buçuk yıl ceza verilmesini de buradan kınıyoruz. Bir insan hakları savunucusu, aynı zamanda benim de avukatım. Neden ceza aldı? Özgürlükçü Demokrasi’de başlatılan nöbet eylemlerine katıldığı için. Ancak şunu herkes bilmeli ki, Eren Keskin yalnız değildir. Hepimiz birer Eren Keskiniz.