Ensar Karahan, dört yoldaşı ile birlikte  yakalandıktan sonra önce Veliköy Karakoluna, ardından da Şavşat’a götürüldüler. Şavşat karakoluna götürülünce halk onları görmek için karakolun önüne toplandı. Ensar’ı merak ediyorlardı. Yzb. Mustafa Eken aklınca bu durumu değerlendirmek istedi. Ensar’ları elleri arkadan bağlı olarak bir süre Şavşat sokaklarında dolaştırdılar. Sonrada karakolun bahçesinde toplanan kalabalığa seslendi:

“Bu Komünistler yüzünden sizler çok çektiniz. Ama sonunda yakaladık; sizi bu asilerden kurtardık.”

Amacı bu asileri teşhir ederek halkın gözünde küçük düşürmek ve halka gözdağı vermekti. Çünkü onların geleneğinde vardı teşhir etmek, gözdağı vermek… Tıpkı 600 yıl önce Hızır Paşa’nın Pir Sultan Abdal’ı yaptığı gibi.

Hızır paşa, Pir Sultan Abdal’ı asmaya götürürken halkın onu taşlaması emrini vermişti. Taşlamak zorunda kalanlar  arasında taş yerine gül atanlar da olmuştu Pir Sultan Abdal’a… Pir Sultan Abdal işte o gül atanlara şöyle seslenmişti:

Pir Sultan Abdalım can göye ağmaz
Haktan emrolmazsa ı rahmet yağmaz
Şu ellerin taşı bana hiç değmez
İlle dostun bir tek gülü yaralar beni

Ahhh be komutan aaaah!… Bilmez misinki Artvin halkı evlat bellediklerine sırtını dönmez. Üç beş kuru sıkıya pabuç bırakmaz!…

Komutan, çektiği ajitenin arkasından medet umduğu Şavşat halkından bir süre hiç ses çıkmadı. Bu derin sessizlik komutanın şişmesini, böbürlenmesini sağlamak üzereydi ki gurubun içinden bir ses gürledi:

ENSAR ABİ, NASILSIN?”
Ensar, gülümseyerek cevap verdi:

“İYİYİM..”

Ensar Karahan

Bu defa diğerleri Ensar’la birlikte halk gülümsedi. Sonra Yüzbaşı sinirlenip onları içeri aldı; halkın kendisini destekleyeceğine olan inancı alabora olmuştu. Hem de hangi koşullarda? Faşizmin sürek avı yaptığı, zulmün kol gezdiği günlerde. Kısaca “nasılsın?” sözcüğü, bir ses, bu nefes, çığlık olmuş, dağlarda yankılanmıştı!… Ensar Abi Nasılsın?”

Tıpkı bir ananın Mamak işkence hanelerinde oğluna:

“KAMBER ATEŞ NASILSIN” sorusunu sorduğu gibi…

Kamber Ateş, 12 Eylül sonrası Mamak Askeri Cezaevi’nde iken tecrit günlerinden birinde ailesinden bir mektup aldı. Mektupta deniliyordu ki:
“(…) Önümüzdeki görüşte annen ziyaretine gelecek. Annen sen içeri düştüğün günden beri; N’olur, beni oğluma götürün. Dünya gözüyle oğlumu son bir kez daha göreyim…” dediği yazıyor, dört gün sonra ziyaretine geleceği belirtiliyordu.

Hüzünle mutluluk aynı anda belirdi Kamber’in yüzünde.

Kamber, mahpus deyimiyle ” görüş komasına” girdi.

Mamak görüşlerinde, yavaş sesle konuşmak, el, kol, yüz hareketleriyle işaretleşmek ve Türkçe’den başka bir dille konuşmak kesinlikle yasaktı. Yasak herhangi bir biçimde ihlal edildiği anda görüş kabininin her iki tarafında, giriş kapılarının önünde bekleyen görevli askerler, talimatlara uyulmadığını belirterek, “görüş bitti” diyorlar, tutuklu apar topar, görüşçüsünün gözleri önünde tartaklanarak alınıp götürülüyordu. Aynı muamele görüşçüye de uygulanarak kapı dışarı ediliyordu.

O uzun, upuzun gelen dört gece akıp gitti ve görüş günü geldi. Kaldığı B Blok’ta sıcak su olmadığı için, sabahın erken saatlerinde buz gibi suyla banyosunu yaptı. Tıraşını oldu. . Hazırlanıp görüşe hazır hale geldikten sonra tecrit hücresinin üç buçuk adımlık volta yerine çıktı.

Hoparlörden kendi adı anons edildiği anda göz bebeklerine yerleşen sevinç ışıltılılarıyla, gardiyanın açtığı hücre kapısından uçar adımlarla çıkıp annesine koştu…

Kamber,  yüzündeki özlem yangınıyla görüş kabinine girdi ve karşısında annesini ve kardeşini buldu.

Anne, önündeki tel örgüleri adeta tırmalar gibi ileri atıldı, çığlığı andıran bir sesle: “Kamber Ateş nasılsın?…” dedi.

“İyiyim, canım annem, iyiyim…” diye karşılık verdi Kamber.

Kadın, gözlerinden boşalan yaşlarla oğluna okşarcasına baktı, baktı tekrar “Kamber Ateş nasılsın?…” dedi.

“İyiyim annem, çok iyiyim, sen nasılsın?…”

Kadın sustu, başını önüne eğdi, bekledi. Sonra birden oğlunun gözlerinin içine bakarak sordu “Kamber Ateş nasılsın?!…”

Kamber’in annesi bildiği koskoca üç sözcükle oğluyla ne çok konuşmuştu aslında “Kamber Ateş Nasılsın?”

Aralarında “Türkçe konuşacaksın, Kürtçe konuşmak yasak!” emir kipli bir duvar, bir set çekilmişti…

Birbirlerine bakışıp duruyorlar ve anne biraz zaman geçince yeniden:

“Kamber Ateş nasılsın?” diyordu.

Oğlunun gözlerinden yanaklarına doğru, zapt edilmek istenen ama becerilemeyen, iki damla yaşın süzüldüğünü gördü anne… Anne gözlerine en şefkatli duruşu, sesinin en yumuşak tonuyla:

“KamberA teş nasılsın?…” diyecekti yeniden.

Bunun anlamı: “Oğlum, sağlığın yerinde mi, bir derdin sıkıntın var mı, karnın doyuyor mu, sırtın pek mi, işkence yapıyorlar mı, herhangi bir şey istiyor musun, çamaşır göndereyim mi, kışlık çorap öreyim mi?… daha neleeeer neler!” demekti. Yanıtı oğlunun gözlerinden alacaktı:

Görüş bittiğinde anne, “Hoşça kal canım yavrum…” anlamına gelecek şekilde, sayısız kez kullandığı o tek cümleyi, el sallarken bir kez daha yineledi:

Kamber ateş nasılsın?…”

İşte o “Ensar Abi Nasılsın?”sorusu da Ensar’a cesaret ve güç verirken, cuntacılara tokat olmuştu.

Ensar Karahan, 1957 yılında Şavşat’a bağlı bir orman köyü olan Şavket (şimdiki adı Karaköy) köyünde doğdu. Yoksul bir ailenin çocuğuydu. Devrimciliğe lise yıllarında başladı. Liseden sonra çalışmak için İstanbul’a gittiyse de bir yıl sonra geri döndü. 1970 sonrası gelişen halk hareketi ve faşizme karşı mücadelenin önde gelen isimlerinden biri oldu. Rize Eğitim Enstitüsü’nü kazanmıştı; kayıt yaptırdı ama Şavşat’tan ayrılmak istemediği için Rize’ye gitmedi.

Şavşat’ta sürdürdüğü siyasi faaliyetler nedeniyle birkaç kez gözaltına alınan Ensar Karahan, onca ağır işkencelere rağmen örnek bir tutum sergiledi.

12 Eylül’den sonra bölgeyi savunmak adına birçok arkadaşıyla birlikte kırsal kesimdeki direniş hareketine katıldı. Düzenlenen operasyonlar ve kurulan pusulardan cesareti ve soğukkanlılığıyla kurtulması, gruptaki diğer arkadaşları arasında her zaman birlikte iş yapılmak istenen güvenilir biri haline getirdi.

Ensar Karahan’ın da içinde bulunduğu 12 kişilik grup bütün bir kışı ve baharın ilk aylarını dağlarda ve sığınakta, geçirdiler. Ancak bir ihanetin sonunda 26 Mayıs 1981’de dört arkadaşlarıyla birlikte tutsak alındılar.

26 Mayıs akşamı ani bir baskınla Ensar Karahan’la birlikte 4 arkadaşını yakaladılar.

Akşamüzeri gözleri bağlanıp askeri araçlara bindirildiler. Ensar Karahan ve 4 arkadaşı Artvin’de işkence hane olarak kullanılan ve 12 Eylül’den sonra üç bini aşkın insanın işkenceden geçirildiği eski Öğretmen Okulu binasına getirilerek işkenceye alındılar. Özellikle Ensar Karahan’ın üzerinde duruyorlardı. Elektrik, askı, tazyikli su vb. her türlü yöntemi denediler. Ensar Karahan susarak direniyordu. Kördü, sağırdı dilsizdi. Bu durum cuntacıları çıldırtıyordu.

Zincirlerinden boşalmışçasına ağzından kan gelinceye kadar ara vermeden Ensar’a işkence yaptılar.

nurhak

Sinan Cemgil, Kadir Manga, Alpaslan Özdoğan 1 Mayıs gecesi Artvin’de yaşamdan koparıp aldılar onu. Tıpkı 31 Mayıs 1971’de Nurhak dağlarında Sinan Cemgil, Kadir Manga ve Alpaslan Özdoğan’ı aldıkları gibi… 31 Mayıs 2011’de Metin Lokumcu’yu gazla boğdukları gibi.

indir

Yolcuhaber ekibi olarak anıları önünde saygıyla eğiliyoruz.

Rasim Yılmaz
rasimyilmaz08@hotmail.com