Köyün birinde bir genç: kılığı kıyafeti perişan, yüzü gözü yamuk, yumuk, saç sakal birbirine karışık, sırtı kambur. Kısaca Viktor Hugo’nun Notredame’ın Kamburu adlı romanındaki Quasimodo karkterinin bütün fiziki özelliklerini kendi fiziğinde birleştirmiş bir genç, maddi durumu da hiç iyi değil üstelik. (Bu yaşanmış bir hikâyedir. Olayın kahramanın gerçek adı bende saklı. Benzerlik nedeni ile Quasimodo dedim ben de onun adına.)
Qusimodo köyün en güzel kızına aşık olmuş. Dünürcüler gönderip kızı istetmiş defalarca. Ama her seferinde kızcağız “Nuh” demiş “peygamber” dememiş. Razı olmamış böyle bir evliliğe.
Sonuda Quasimodo, işe yarayıp yaramayacağını bilmeden bir plan mı, yapmış ve ya bazı arzularını tatmin etmek mi istemiş bilinmez. Kafasında oluşturduğu bir kurguyu uygulamış.
Köyde bir düğünde, punduna getirip, hekesin gözü önünde arkadan bir parmak atmış kızcağıza…
Kurgu işe yaramış. Bu olaydan sonra kız Qasimodo’nun gönderdiği ilk dünürcüleri kabul edip, “evet” demiş Quasimodo’ya.
Bu işe şaşırıp kalalanların “hani sen hiç istemiyordun, ne oldu sana, neden kabul ettin Qasimodo’yu” sorusuna: “o düğünde, herkesin içinde arkadan o parmağı yedim ya her şey değişti işte!” diye cevap vermiş.
Boşuna anlatmadım bu hikâyeyi. Gezi direnişine getireceğim sözü.
Türkiye, sol kolunu kaybedeli bir hayli zaman oldu. Malum sol bir karşı duruştur. İtirazdır, vicdandır, güzel ahlaktır.
Karşı duranı, itiraz edeni kalmayınca, önce vicdan, sonra güzel ahlak firar etti bu topraklardan.
Ahlaksız, vicdansız kaldık!
Vicdani ve ahlaki olmayanın önü açıldı. Ahlaksızlık ve vicdansızlık; bir şekilde tutunabildiği toprağa hızlı bir biçimde kök salıp, her tarafı kaplayan ‘arsız ağaçlar’ gibi kısa zamanda yaygınlaşıp içsel bir değere dönüştü. Aslında bu süreç, her ne kadar “kısa zamanda” densede normalden daha fazla zaman almıştı. Süreç 12 Eylül 980 darbesi ile başlamıştı. O arsız ağacın fidanı toprağa o gün dikilmişti. Fidana ilk su ve gübreyi veren Özal olmuştu. Bakım,sulama ve budama işleri Çillerler, Ecevitler eliyle devam etmişti. AKP iktidara geldiğinde arsız ağaçlar kendi kökleri üzerinde dik durabiliyordular. O güne kadar ağır ağır çoğalırken, AKP iktidarı ile birlikte sıçrama yaptı ve birden bire yükseldiler. Yükselen iç değerler haline geldiler.
Artık soyguncuya, vurguncuya, talancıya gün doğmuştu.
Arsız ağaçlar ve ayrık otları Türkiye denen bu coğrafyanın her yanını sarmıştı. Ahlak yoktu. Vicdan kalmamıştı. Her ikisi de firariydi.
TOKİ denen bir rant makinası yaratılmıştı. Ülkenin çevre ve kültürel değerleri bir bir tahribediliyor, ranta feda ediliyordu. Kentsel dönüşüm kılıfı ile yoksullar kent merkezlerinden sökülüp atılıyordu. Kentsel dönüşüm kapsamında kendilerine vaadedilen konutlar, barınak değil bütün gelirlerini yutan aparatlar haline gelmişti. Teslim aldıkları konutlarının bulunduğu sitelerin aylık aidatları gelirlerinin kat kat üstündeydi. O konutlarda barınmaları imkânsızdı. Durumu çok kötü olanlar satarak, biraz iyi olanlarda bir ek gelire elde etmek babında o konutları kiraya verip, kentlerin varoşlarında daha ucuza ev satınalarak ve ya kiralayarak varoşlara taşındılar. Artan bu talepler nedeni ile varoşlarda geçinmek de zorlaştı.
Sadece kentler mi? Ormanları, meraları, dereleri, yaylaları, bağları, bahçeleri ve tarım alanları ile ülke coğrafyasının tamamı ranta açılmıştı. Çevresel değerlerin yok edilmesi pahasına, kanunsuz ve hukuksuz projelerle ve HES’lerle dereler, taş ocaklarıyla tarım alanları, maden arama ruhsatlarıyla ormanlar, bağlar bahçeler ve zeytinlikler talan ediliyordu.
Kadınların kaç çocuk doğuracağına, doğurma biçimine, sokağa çıkmasından, kahkaha atmasına her şeylerine karışıllır olmuş, kadın cinayetleri geometrik bir hızla çoğalıyordu…
İnsanların bütün özgürlükleri gasbedilmişti. Toplantı, gösteri, yürüyüşü, basın açıklaması, miting her türlü protesto eylemi orantısız polis güceyle gazagaza, tozo boğulup engelleniyordu.
Bütün bu bu zorbalıklara karşı direnenler de vardı. Güçsüzdüler, cılızdılar, zayıftılar. Onların direnişleri kelebeklerin kanat çırpması gibiydi. Ama bu direnşleri orantısız bir polis gücüyle bastıranların bilmedikleri bir şey vardı. “Kelebek etkisi”
Amazon ormanlarında kanat çırpan bir kelebeğin hava da yarattığı küçücük bir dalgalanma dünyanın yarısını etkileyecek bit fırtınaya dönüşebilir. İşte budur “kelebek etkisi” teorisinin özeti.
Nihayet, ülkemizde yaşayarak gördük bunu…
İktidarın baskı ve hukuksuzluklarına direnen o kelebeklerin çırpmalarının oluşturduğu dalgalar Taksim Gezi Parkın’da buluştuğunda kasıgaya dönüştü. O şanlı direnişten sonra her şey değişti dedik. Artık hiç bir şey eskisi olmayacak dedik. Olmuyor da!
Çünkü, Gezi Direnişi ile AKP iktidarı ve Erdoğan arkadan bir parmak yemişti!
Quasimodo parmağı hem de!
Herşey değişmişti….