Karga Gak Demeden
20-11-2018
Ömer ŞAN

            Bu hafta size ince bir alıntıyla ‘kalınca’ göndermeler yapmaya çalışacağız… Genelden özele kadar istediğiniz yere alabilirsiniz!

            Ve hemen girişte,  kendisi bir sanayici olan İngiliz J.C.Stamp’ın “Sorumluluklarımızdan kaçınabiliriz, ama kaçınmanın sonuçlarından kaçamayız” sözünü ortaya koyup konuyu ısıtalım!

            Siz tanımazsınız belki, tanıştıralım… Knut Hamsun, 1930’larda ülkesindeki faşist partiye katıldı… 2. Dünya Savaşında Norveç’in işgali sırasında faşist Almanları destekledi. Norveç hükümetinin Nazilere teslim olması için kampanya yaptı. Hitler’i öven yazılar yazdı.

            Kazandığı Nobel ödülünü de Hitler’e armağan etti! Kısacası halkını sattı! Norveçliler onu hayal kırıklığıyla izledi. Yıllar sonra savaş bitip, Almanlar Norveç’ten çekilince tutuklandı. Yaşı ileri olduğu için de para cezasıyla kurtuldu…

            Ama Norveç halkından kurtulamadı! Norveçliler, kendilerine ihanet eden bu yazara hiç bir şey söylemedi. Tek kelime bile etmediler. Ne bir protesto. Ne bir yazı. Ne saldırı! Ama bir gün, evinin önüne bir genç kız gelip, onun kitaplarını bıraktı!..

            Biraz sonra yaşlı bir adam geldi ve o da kitapları bıraktı. Derken insanlar ellerindeki kitaplarıyla akın-akın gelmeye başladılar. O, bütün bunları penceresinden izliyordu. Oslolular çıt çıkarmadan, en ufak bir tepki vermeden sakince kitapları bırakıyordu.

            Birinci günün sonunda kitaplar koskoca bir yığın ediyordu artık. Ertesi gün aynı durum devam etti. Kitap yığını büyüdükçe, Norveç’e ihanet etmiş olan yazar küçüldükçe, küçüldü. 66 yıl önce öylesine bir Şubat gününde banyosunda ölü bulundu! Halkına ihanetin bedeli ağır olmuştu…

            Evet, tarih unutmuyor. Tarih, halkı için savaşanı da, halkına ihanet edeni de unutmuyor!.. Alıntı olduğunu söylemiştik, bize kadar ulaştıranın yüreğine, emeğine bereket!..

            Şimdi gelelim bizim durumun izahına… Fesli-mesli bir kenara da hani bir de ‘eskiciler’ var ya… Bir gecede cahil olup, dedesinin mezar taşını okuyamayan güruhu bir yana bırakıyoruz çünkü onlar hala bilmiyor! Şu ‘torunu’ olmakla gurur duydukları hepimizin geçmişi var ya… Alın!

            Göktürk Fırat arkadaşımız, sosyal medya hesabından sormuş, gelen yanıtlar da altına sıralanmış… Oradan da alıntılıyoruz… “Bu topraklarda çarşaf giyilmesini ilk kim yasaklamıştır?” Bakın, bu bilgi önemli… Evet, 2.Abdülhamit. Yani Abdülhamit Han… Niye, Yahudi giysisi olduğu için!… Ve dahası!

            Soru devam ediyor… “Peki Anıtkabir’i kim açmış, ilk heykelleri kim diktirmiş ve Atatürk’ü Koruma Kanunu’nu kim çıkartmış?” Bildiniz mi?.. Adnan Menderes… Atatürk’ü Koruma Kanunu, 31 Temmuz 1951’de Adnan Menderes tarafından çıkartılıp, Celal Bayar tarafından onaylanmıştır!.. Bu da önemli bilgi… Not edin!

            Son soru, “3. Selim döneminde Osmanlı’nın resmi dili neydi diye sorsam?..” Diye de sormuş, siz de şimdi 3. Selim kim, diye sormayın… Fransızca… Yani Osmanlı atalarımızın(!) resmi dili Fransız’ın dili imiş! Bir arkadaş da not düşmüş, Erhan Afyoncu’nun, “Hariciyede çalışacaklar için Fransızca, ülke içinde memur olacaklarda Türkçe bilme mecburiyeti var” notuyla. Bu da bir başka ince not!

            Neymiş… Osmanlı torunu!.. Fransızca da bilmez, Türkçe de bilmez, çarşaf da giyer…

            Gene dayanamadık… Diyanet’in başına oturtulan ‘akademik unvanlı zat’, yine Cumhuriyet kazanımlarını hedef almış!.. Demek ki boşuna dememişiz, ‘Hıyanet İşlerine dönüştürmeyin’ diye… Yineliyoruz! İki sene önce de yine böyle tartışmaların gündemine not düşmüşüz kendi duvarımıza ve kendi tarihimize… Buyurun:

            Din… Vicdani inanışın, ruhsal/tinsel, bedensel boşluğun ve varlığın bilincindeki kişisel bir olgudur…
Şahsidir, özel ve kişiseldir bu manada!
İnandığını, okuyup anladığını ve inancıyla bütünleştirdiğini yaşamına yansıtır kişi ve yaşamını buna göre kurgulayıp, sürdürür.
Dolayısıyla toplumların, kurum veya ülkelerin dini/inanışı olmaz! Buna karşılık ise… Kişi/şahıs laik olmaz; laikliği, laik sistemi savunur… Bundandır ki Laiklik toplumsal, bütünsel ve kurumsal bir olgudur.
Kişilerin/şahısların/toplum bireyleri veya ülke yurttaşlarının dini inançlarını/inanışlarını özgürce; diğerlerinin hak ve özgürlüklerini sınırlamadan yaşamasının da teminatıdır… Bu olgu ve sistemin karşısında olup, değiştirmek/kaldırmak isteyen, başkasının yani toplumun diğer ve kendinden farklı bireylerinin de yaşam hakkını ortadan kaldırmak istiyordur!
Bu iki olguyu/gerçekliği karşı karşıya getirip zıtlaştıran önder/yönetici ise sadece yandaş ve paydaşlarının ‘gazını almaktan’ öteye gidemeyeceğinin bilinciyle gündemi meşgul etmenin hesabındadır. Lam da, Cim de budur!

            Yoksa Mars’ta su bulunmuş… Kara deliklerin işlevi ve farklı galaksilere geçiş, koloni kurma girişimleri… Kuantum imiş, Cern imiş…Hikaye!

            “… İnsanlar, onlara ne söylediğinizi unutabilir. İnsanlar, onlara ne yaptığınızı da unutabilir. Ama insanlar, onlara kendilerini nasıl hissettirdiğinizi asla unutmaz…” Alıntısından sonra sözü ehline bırakalım!

            “Geleceğin savaşı beyin savaşı olacaktır. Bu savaşın zaferi eğitim yoluyla kazanılacaktır…” Mustafa Kemal Atatürk.

            Ama bazıları hariç! Onu da siz çıkarın ‘beyin’ kısmından!