”Cumhurbaşkanını Mozart dinlemeye zorlamak faşistliğin dik âlâsıdır.” Böyle kükremiş, reis aslan. Bu durumda bu münasebetsizliği yapan da eşek oluyor, bu ilişkide.
Ben benden biliyorum. Çocuklukla ilk gençlik arası, köyde, radyoda türkü değil de şarkı söylendiğinde çıldırırdım.Hele şu klasik müzik dedikleri çıkınca, Allaaah… küfürün bini bir para. Hem de ortaokul 1.2. sınıflarda dünyanın bütün büyük kompozitörlerinin hayatları ezberletilmişken bana.
Lisede, müzik bölümünü seçmiştim.İlk derse girdik. Hoca geldi, Mozart hakkında bir iki dakika ön bilgi verdi; uzunçaları koydu. Başladı “gıy gıy”.Beş on dakika zor dayandım. Patladım: “Hocam, müzik dersi diye geldik, siz bize işkence ediyorsunuz.”
Kemal Hoca, o anda hücceten ölmedi ya çok uzun yaşamıştır.Adamcağız, önce zıpkın yemiş balık gibi titredi. Sarardı, kızardı, morardı… Kendini zar zor toparlayıp benim on mislim patladı.
Ben, müzik salonundan kaçtım tabi. Hoca, ardımdan bağırıyordu “Seni burada bir daha görmeyeyim.” “Silah zoruyla getiremezsiniz” diye laf yetiştirmeyi de ihmal etmedim.
Sonra mı… Sonra, hayatın bütün okullarında okuduk, üniversitelerden diplomalar aldık, yığınlarla kitapla halvet olduk, adımız “Deli Komünist”e çıktı. İnsanlık adına kurşun yedik. Böyle böyle “Faşistliğin dik âlâlığına” ulaştık (!). Tam şu anda da Mozart’ın Hayvanlar Karnavalı’nı dinlemekteyiz.
Neyse, çok uzatmayalım. Sivrisinek saz, davul zurna az. Selam olsun, “faşistliğin dik âlâlığı”nı yapan insanlara.
Ha bir de Deniz Çakır konusunu, büyük mesele etmiş. Camide içilen biradan, Kabataş’ta becerilip üzerine işenen karıdan bilir, bilmek isteyen, meselenin ne olduğunu. Geçiniz diyecem de cami müezzinine olduğu gibi gerçeği söyleyen görgü tanığı garson için endişeliyim.