Merdan Yanardağ’ın bugün ABC Gazetesi’nde ki yazısına Yolcu Haber olarak yüreğimizi koyuyor ve yazıyı virgülüne dokunmadan sayfamıza taşıyoruz.

Merdan Yanardağ
Yerel seçim bir kurtuluş olur mu?

Türkiye yeniden bir seçim dönemine giriyor. Yerel seçimler, idari değerinin çok ötesinde siyasal bir anlam kazanıyor. Şimdi, olan bitene itirazı olan insanların aklındaki soru şudur; bu seçimler, yerel de olsa, ülkenin bir felakete doğru sürüklenişini durduracak bir nitelik kazanabilir mi? Türkiye’ye el koyarak, adeta toplumun boğazını sıkan İslamcı hareket yenilgiye uğratılabilir mi? Okuduğunuz yazıda bu soruların yanıtını vermeye çalışacağım.

Önce bazı saptamalarla başlayalım… Ülke, bilgisiz, görgüsüz, birikimsiz bir siyasal kadronun, dahası Cumhuriyet Türkiye’sini “diyar-ı küffar” olarak gören kasaba yobazlığının tacizi altında bunalıyor. Toplum, AKP iktidarı tarafından bütün tarihsel kazanımlarını, modernite ve aydınlanma birikimini terk etmeye zorlanıyor.

Cumhuriyet Türkiye’sini “ganimet” sayan bu kadro, örneği görülmemiş bir yağma yoluyla sermaye biriktirerek, kurmayı hedefledikleri yeni rejimin sosyal temelini oluşturmaya çalışıyor. Yolsuzluk yapmak, iltimas, kamu mallarını ve ulusal birikimi yağmalamak bir sermaye birikim modeli haline geliyor.

Fethullahçı Çete’nin 15 Temmuz 2016 darbe girişiminin yarattığı krizi, Cumhuriyeti bütünüyle tasfiye etmek için fırsata çeviren Erdoğan-AKP iktidarı, İslamcı hareketin bütün fantastik tezlerini yaşama geçirmeye çalışıyor.

Halkın iradesini hile ve sandık oyunlarıyla gasp eden bu kadro, iktidarı kolay kolay terk etmeyeceğini ortaya koyuyor. Çünkü, karşımızda her hangi bir parti değil, yeni rejim kurmaya çalışan bir siyasal kadro, karşı devrimci bir hareket bulunuyor.

AKP liderliği amacına  uluşmak için en büyük dönemeci aşmış görünüyor. Ancak sonuçlanmış değil, süreç devam ediyor. İslamcı hareket, ele geçirdiği bütün olanaklara karşın yeni bir rejim kuramıyor. Buna görgüsü, bilgisi, birikimi, gücü, geleneği ve tarihsel dayanakları yetmiyor. Dahası toplumun yüzde 50’den fazlası, en dinamik ve en ileri kesimleri, bütün baskı ve sindirme girişimlerine karşın bu gidişe direniyor. Ülkede yaşanan yönetim krizinin, dağınıklığın, belirsizlik ve kargaşanın bir nedenini de bu durum oluşturuyor.

Önümüzdeki seçimin, yerel de olsa, iktidarın yeniden oylanacağı ve bir güven testine dönüşeceği açıktır. Bu nedenle iktidar, her yol ve yöntemi kullanarak bu seçimleri de almaya çalışacaktır. Ancak, referandum ve son seçimde muhalefetin gerekli etkinlik ve direnişi gösterememesi nedeniyle halkın iradesine el koyan AKP, bu yerel seçimlerde durdurulabilir. Çünkü toplum direnmeye, kendi yaşam alanlarını savunmaya ve kazanımlarına sahip çıkmaya devam ediyor.

Ülke bir ikilemle karşı karşıya.. Toplum ya 200 yıllık aydınlanma ve modernleşme rotasını yeniden kuracak ya da Emevi yobazlığına bütünüyle teslim olacak. Dönemin siyasal ve toplumsal çatışma ekseni budur.

* * *
Türkiye geçen yüzyılda yarım bıraktığı bir hesaplaşmayı tamamlamak zorundadır. Dinci gericilikle hesaplaşmasını bitirmemiş, din-tarım toplumunun eleştirisini tamamlamamış hiçbir ülkenin -burjuva anlamda da olsa- demokratikleşmesi mümkün değildir. Bir ülkenin, yoluna böyle bir tarihsel yükle devam etmesi imkansızdır. O toplum, son çözümlemede, tarihin iki tarafından birine kaçınılmaz olarak devrilecektir.

Eğer Türkiye bu hesaplaşmayı tamamlayamaz ve bu yükten kurtulamazsa, zaten uzun zamandır içine girdiği sürecin kaçınılmaz sonucu olarak, hibrit bir rejime dönüşerek Pakistan’laşacaktır. En az kötü olan olasılık budur. En kötü olasılık ise, bütün enerjisini yitirmiş, kendisini oluşturan unsurlarına doğru ayrışarak ufalanmış, kıytırık bir bölge ülkesine, bir hurma cumhuriyetine dönüşmektir.

Bu nedenle, 31 Mart 2019 yerel seçimleri, deyim uygunsa “köprüden önce son çıkış” için bir şansa dönüşebilir. Burada kimin kazandığı değil, daha çok kimin kaybettiği önemli olacaktır. Dolayısıyla öncelikli amaç, siyasal İslamcı hareketin gücünü ve yükselişini kırmak, hile ve takiye ile kurduğu toplumsal-siyasal hegemonyayı yıkmak (en azından sarsmak), tarihsel ve moral inisiyatifi yeniden ele geçirmek şeklinde belirlenmelidir.

Kazanabiliriz. Bu zor, ama imkansız değil. Toplum yeniden kaderine el koyabilir. Çünkü, her şeyden önce, toplumun çok büyük kesiminin, Arap-Selefi yobazlığına teslim olması imkansız görünüyor. Diğer taraftan, Erdoğan’ı ve AKP’yi iktidara getiren bütün iç ve dış dinamikler de köklü şekilde değişmiş durumda. Bunu gören Erdoğan iktidarı, tarihsel ömrünü uzatmak ve geri dönüş eşiğini aşmak istiyor. Zaten bu nedenle hırçın, saldırgan ve baskıcı davranıyor.

* * *
Bugün asıl yakıcı ihtiyaç, Türkiye’nin cumhuriyetçi, laik ve demokratik seçeneğini oluşturmaktır. Dolayısıyla, toplumun en geniş kesimlerini içine alacak demokratik ve cumhuriyetçi ittifakı kurmak, bütün ilerici muhalefet odaklarını böyle bir zeminde buluşturmak, tarihsel bir sorumluluk olarak önümüzde durmaktadır. Bu nedenle, 31 Mart’ta, yani ülkenin bir kez aha geldiği bu kader eşiğinde, halka kararlılık ve cesaretle önderlik etmek gerekiyor.

CHP’ye yönelik eleştirilerimiz ne olursa olsun, gücü ve etkinliği nedeniyle bu parti böyle bir ittifakın hem merkezinde ve hem de önünde olacaktır. Beğensek de beğenmesek de realite budur. Ülkenin asıl talihsizliği ise, CHP’nin solunda güçlü ve dengeleyici bir siyasal hareketin bulunmamasıdır.

Daha somuta ve güncele gelirsek, tablo şudur; CHP ve İYİ Parti arasında, tarif ettiğimiz gibi olmasa da, bir ittifak sağlanmış görünüyor. HDP’nin de bu ittifaka destek vermeye hazır olduğu anlaşılıyor. ÖDP gibi sosyalist partiler ise bir şekilde (lokal olarak) bu girişimin içinde yer alıyor. İşte bu siyasal kombinezon bize ciddi bir olanak sunuyor. O nedenle, solculuğumuz lekelenir ya da bu adaylara oy verilmez gibi kaygıları bir yana bırakarak, cesaretle bu ittifakın oluşması, doğru bir siyasal hatta kazanılması ve başarıya ulaşması için çalışmak gerekiyor.

CHP’nin gösterdiği adayları beğenmesek de, bu partinin sağdan gelen isimlere toplumu mahkum etmesini kabullenmesek de –eleştirilerimizi geri çekmeden- asıl hedefin AKP’yi ve İslamcı hareketi yenilgiye uğratmak olduğunu görmeliyiz. Asıl enerjimizi ve dikkatimizi, halkın iradesinin sandıkta bir kez daha çalınmasını önlemeye vermeli, böyle bir girişimin olması halinde, halkın göstereceği tepkiye önderlik etmeye hazır olmalıyız.

Sonuç olarak, yukarıda işaret ettiğim tarihsel hesaplaşma eşiği, görünenin ötesinde daha derin bir oylum ve anlam kazanıyor. Öyle ki, bu gerilim ucu iç savaşa kadar açılacak bir çatışma potansiyelini içinde taşıyor.  AKP iktidarı ve İslamcı hareket zaten bu olasılığı hesap eden bir hazırlık yapıyor. Bunu biliyoruz. Bu bakımdan, önümüzde siyasal ve toplumsal bakımından sert, çatışmalı ve ülkenin canını yakabilecek bir süreç bulunuyor.

Ancak unutulmamalı ki, eğer gereği yapılır ve doğru bir siyasal-toplumsal mücadele hattı kurulabilirse, bir önceki çağın değerler dünyasına yaslanan İslamcı hareketin kazanma şansı bulunmuyor. Yok eğer “gereği” yapılamazsa, ülkeyi bir felaket bekliyor.

Dolayısıyla önümüzdeki yerel seçimler, Türkiye’nin cumhuriyetçi, demokratik ve ilerici güçleri için toparlanmak, felakete doğru gidişi durdurmak, güç biriktirmek ve nihayet yeniden özgüven kazanmak için bir şans sunuyor. Nesnel (objektif) tablo budur. Yani, adayların isminin ve niteliğinin ötesine geçen, onları aşan bir durum söz konusudur.