14518441_10210757236911112_1395863758_n

 

 Gerçeği zaten bilirdim de, zahiriyi ortaokulda öğrendim. Görünür olan, ama gösterildiği için ‘görünen’ demekmiş zahiri. Gösterilmediği takdirde onu kimse görmezmiş zaten… Bu yüzden, görünürde olan yada görünen her zaman gerçeği anlatmazmış, aksine çarpıtır, perdelermiş çoğu kez….

Ortaokul tarih öğretmenim anlatmıştı bunları böyle… Gerçek – zahiri ayrımını 1. Dünya savaşının nedenlerini anlatırken yapmıştı ilk kez öğretmenim.*

“Avusturya- Macaristan veliahdının öldürülmesi 1. Dünya savaşının zahiri nedendir. Hakiki neden ise, büyük devletler (emperyalizm demezdi) arasında ki pazar ve çıkar çatışmasıdır” demişti…

O günden bu güne, kuşkucuyumdur. Her zahirinin (görünenin) arkasını kurcalarım. Başka bir hakikat, başka bir gerçeklik var mı? diye merak ederim….

Ülkemde yaşan darbelere de bu kuşkuculukla yaklaştım hep!!!

12 Mart darbesinin zahiri nedenleri: Ülkede bölücülük faaliyetleri başını alıp gitmişti. Şeriat ağır bir tehdit haline gelmişti. Gençlik eylemleri (anarşi) kontrolden çıkmıştı. Bütün bunlara dur demek için muhtıra verilmişti. Hakikate gelince; hani ‘gerçeklerin bir gün ortaya çıkmak gibi kötü bir huyu var,’ derler ya bunun hakikati de birdenbire dökülüvermişti muhtıracı paşa Faruk Gürlerin ağzından: “Sosyal uyanış ekonomik gelişmeyi aştı, durdurulması gerekiyordu.” diye. Bu sermayenin de bir talebiydi. Aslında bunun görülmesi için paşanın itirafına gerek yoktu. 12 Mart yönetimlerinin uyguladığı sosyal ve siyasal programlara bakınca bu çok net bir şekilde görülebilyordu….

12 Eylül de tek nedene dayanmıyordu. Onunda bir zahirisi, bir de gerçeği vardı elbet! 12 Eylül’ün kullandığı temel argüman, ” kardeş kanı, bölücü faaliyetler ve mutad olduğu üzere şeriat tehlikesi” kavramlarıydı. Gel gör ki, cuntanın yayınladığı ve ordunun yönetime el koyduğunun açıklandığı ilk bildiride, yukarda sıralanan kavram ve argümanlarla nelerin perdelenmek istendiği çok belli oluyordu. Bu bildiride: – Sürdürülmekte olan grevler sonlandırılmış ve artık grev yasaklanmıştı… – Sürdürlmekte olan toplu iş sözleşmelerinde varılan mutabakatlar gözönüne alınmadan ‘milli güvenlik konseyinin takdirleriyle -ki ‘takdir’ sendikalar ve işverenler arasındaki varılan mutabakatların çok çok altında ücret ve hakları ifade ediyordu- bağıtlanmıştı…

Özal’ın “24 Ocak kararları” diye bilinen meşhur programının yürütülmesi için yol temizliği yapılıyordu…

Bu cümleden olarak; Kenan Evren, darbeden sonra Konya’da yaptığı ilk kitlesel mitingde gerçeğin kötü huyu bir kez daha baskın çıktı. ” Biraz daha geç kalsaydık şimdi size bu kürsüden DEV-YOL militanları sesleniyor olacaktı” diyerek paşa darbenin gerçek nedenini itiraf etti…Darbenin 1. Numarası ‘şecaat arzederken sirkatin söyle’mişti… Artık iyice anlaşıldı ki sermaye için yol temizliği yapılıyor, engeller kaldırılıyordu. Devrimci Yol’da, o yoldaki en büyük engellerden birisiydi…

Keza 28 Şubat’da öyle! Fonda; Ali Kalkan ve onun gayri meşru ilişkileri, İmdat hocanın vaaz kasetleri, Fadime Şahin, Müslüm Gündüz görüntüleri ,sokakta çarlı/çarşaflı kadınlar, başbakanlıkta ak/kara sakallı, fesli cübbeli adamlar vardı. Arkada sermaye ve onun bitmek tükenmek bilmeyen istekleri…

Sermaye açısından devletin neoliberalizmle uyumlu hale gelmesi artık olmazsa olmaz hale gelmişti. Bu, ne Refah partisi ile sağlanabilirdi ne de mevcut düzen partilerinin her hangi biri ile. Bunun için bir taze kan gerekiyordu. Bulunmuştu da! Bu taze kan Recep Tayyip Erdoğn dı! Yolunun açılması gerekiyordu. Refah partisi kapanmalaydı. Neoliberalizmle karşı direnen unsurlar bertaraf edilmeliydi. Ve yola yeni kurulacak RTE partisi ile devam edilmeliydi. 28 Şubat darbesi diye bilinen olayın özeti ve amacı budur… Yanlız bu süreçte Fetullah’cı hakîm, savcı ve polislerin manüplssyon için gösterdikleri ince işçiliği anmadan geçmek büyük haksızlık olur…

Gelelim 15 Temmuz’a !!!

Vallahi ‘boşa koyuyorum dolmuyor. Doluya koyuyorum almıyor.’ Ordan bakıyorum olmuyor. Burdan bakıyorum gene olmuyor. Arkası önü, hakikatı görüneni görünmeyeni karman çorman!! Sermaye’nin kantarına vuruyorum tartmıyor. İşçinin ki hiç kabul etmiyor. Ne müslümana yarandı ne hıristiyana. Bir tek , saray ve AKP “bu Allah’ın bir lütfudur” diye sahiplendi, bağrına bastı onu!!!

Danışıklı bir dövüş gibi… Oturup konuşmuşlar sanki; “ortak hedefe ulaşmak için bu normal koşullarda adım atamaz olduk. Olağanüstü bir durum yaratmalıyız. Siz bir darbe teşebbüsünde bulunun, bizde onu bastıralım. Bundan sonra ortaklığımız bu koşullarda sürsün” demişler gibi… 15 Temmuz sayesinde AKP 12 Eylül’ün kendisine açtığı yolda, onun yöntemleri ile yürüyor. Kenan Evren’ de olası bir DEV-YOL iktidarını engellemiş, aklınca bir darbe bastırmıştı.. DEV-YOL iktidar olsaydı neler yapacağı meçhul değildi. Tüm ülkeyi, yerelde iktidar olduğu Fatsa gibi , barışın, kardeşliğin sevginin yurdu yapacağı kesindi. Ama bu ‘DEV-YOL iktidarını’ engelleyenlerin neler yaptığını hep beraber gördük. FTÖ iktidarı ele geçirse neler yapacağı (AKP ile birlikte olduklarında yaptıkları teminatsa-ki öyledir, yapılanlar yapılacakların teminatıdır- ) pek meçhulümüz değil.

15 Temmuz’un da zahirisi hakikisi var elbet. Zahiri FTÖ, hakiki ise AKP ve saraydır. Zira bu kez de gerçeğin kötü huyu ” süreç içerisinde normal zamanlarda yapmayacağımız birçok şeyi hamdolsun yapma imkânına ve gücüne sahip olduk” diye Erdoğan’ın dilinden dökülüverdi!!! Şu çok net olarak görülüyor: FTÖ’nü gösterip, toplumu kendi diktatör yönetimlerine razı etmek istiyorlar…

* Alaattin Şalikoğlu öğretmenimi (biliyorum hayatta değil) saygıyla anıyorum…