Genç adam, uzun bir yolculuktan sonra, yıllardır adını duyduğu, öğrencisi olmayı arzuladığı bilge kişinin konuğuydu.
Bilgenin evinde neredeyse hiç eşya yoktu. Hayli kitap, oturmak için birkaç minder, yatmak için bir şilte. Birkaç toprak çanak. Küçük eski bir masa ve en az onun kadar yaşlı bir iskemle.
“Başka mobilyanız yok mu sizin?” diye sordu.
“Hayır yok. Peki, sizinkiler nerede?” diye karşılık verdi bilge.
“Benimkiler mi?” dedi, genç adam. “Ben yolcuyum, biliyorsunuz.”
“Ben de öyle.” diye yanıtladı bilge kişi ‘’Ben de yolcuyum.”
***
Yazıma, belki kendimizi daha iyi tanımamızı sağlar umuduyla, bilinen, kısa bir öyküyle başlamak istedim.
***
Konuştuğumuz tüm insanlar; ama özellikle belli bir yaştan sonrakiler, zamanın su gibi aktığını söylerler. Akan zaman değildir oysa. Biziz zamanın içinden akıp giden. Sonsuzca uzayan bir yolun, kendini fazlaca önemseyen, gücünü fazlaca abartan zavallı yolcularıyız biz.
Hele paramız, gösterişli makam odalarımız, yaldızlı koltuklarımız, içinde kaybolduğumuz konaklarımız, saraylarımız varsa… Hele bu sahip olduklarımızın hatırına bizi seven, karşımızda kırk takla atan sahte dostlarımız, dalkavuklarımız varsa, dünyanın sahibi sanmaya başlarız kendimizi.
Çöplüğün üstünde yükselmişizdir aslında. Bizim artığımızdır o çöplük; üstelik yükselirken o çöplüğe gömmüşüzdür birilerini; ama ayaklarımızın altındaki çöplüğü, çöplüktekileri görmez, kokularını, acılarını duymayız. Başımız hep göklerde, doğmaya hazırlanan güneştedir. Biz ötmezsek güneş doğmayacaktır sanki. Durmadan öter, öteriz.
Çıktığımız yolculuk, bizi içimizdeki insana ulaştıracak bir yolculuktur aslında. Ama bunu nasıl yapacağımızı bilmeyiz genelde. Kutsal kitaplar, bu kitaplarda adı geçen nice peygamber, bilge kişiler, feylesoflar, yıllarca uğraşmışlardır, bize bunun sırrını öğretmek için.
Bunca çabaya rağmen halâ adam olamayan ve bu gidişle de adam olacağa benzemeyen şımarık bir yolcudur insanoğlu.
Bataklıklar görürüz yolculuğumuz sırasında. Bu bataklığa düşmüş boğulmamak için yılana bile tutunmaya razı insancıklar. Dikenli, çalılar vardır yolumuzda; o çalılara takılmış çırpınmak için kurtulan ve yalvaran gözleriyle bizden yardım umanlar.
Çoğumuz kaçarız onlardan. Bataklığın çamurunun üstümüze sıçramasından, çalıların giysilerimizi yırtmasından, ellerimizi dalamasından korkarız.
Reddetmek, uzak durmak üzerine kuruludur sanki duygularımız. Bizden aşağıda olanları, bizden saymadıklarımızı, ötekilerimizi kurtarmak, kazanmak gibi bir derdimiz yoktur.
Onları yargılar, yumruklar, tekmeleriz. Bizden uzak olmaları, uzakta kalmaları için gereken her şeyi yaparız, ama suçlu yine onlardır.
Onlar aslında birer kurbandır, ama biz, onların bizden daha aşağıda, daha sefil, aklı kıt varlıklar olduğu düşüncesine sarılır; içinde bulundukları durumu hak ettiklerini düşünürüz. Sorumluluğumuzu ötelemenin en kestirme yoludur bu.
Özellikle giderek kokuşan, kurtlar sofrasına dönen siyaset arenasında geçerlidir bu. Bu meydanda bizden olan herkes, her şeye ragmen makbul; olmayansa adidir, bayağıdır, şerefsizdir laikçi kafirdir, ateisttir, zerdüşttür. Adam değildir, madamdır. Bidon kafalıdır, göbeğini kaşıyan adamdır, toplumun % 60’lık aptal kesimine dahildir. Kendini nohuta, bulgura satmıştır. Oy kullanmaya giderken beynini evde unutmuştur.
İçimizi bu duyguyla doldurduk mu bir kez, hayli rahatlarız. Doyasıya söveceğimiz, fırsat buldukça, güç yetirdikçe döveceğimiz bir ötekimiz vardır artık. Sövecek cesaretimiz yoksa bizim yerimize sövecek SÖZCÜ’lerimiz AKŞAM-SABAH havlayan -İT’lerimiz vardır nasılsa. Onları okur, onlarla söver, derin bir ohh… çekeriz.
Oysa elimizdeki malzeme budur. Bu toprakların asırlardır yaşadıklarının ürünüdür. Azından çoğundan bizim de tuzumuzun olduğu bir yemektir içinde bulunduğumuz toplum.
Bizim realitemizdir bu. Kaçamayız bundan. Eğitimi, hukuku, sağlığı bu toplum yapısına göre planlayacak; siyaseti bu insan malzemesi üzerinden yapacağız.
Bunu sağlamak için tanımalıyız, yanımıza almalıyız onu. Yaşananların uzun bir sürecin sonucu olduğunu bilmeli; koşulsuz, olduğu gibi, değişmesini beklemeden sevmeliyiz onu.
Önce yüreğini, sonra elini tutmalıyız. Bunu başarabilir ve insanlığa doğru yücelmeyi umduğumuz yolda onu yol arkadaşımız yapabilirsek eğer; yolculuğumuz bereketli hedefimiz kutlu olur.
İçinden hızla akıp gittiğimiz zaman denen uzun yolda, reddettiklerimiz, terk ettiklerimiz, geride bıraktıklarımız; tekmelediklerimiz, ötelediklerimiz değildir insanlığımızın ölçüsü. Bataklıktan, çöplükten, çalılardan çekip yanımıza aldıklarımız, kol kola, gönül gönüle yürüdüklerimizdir.
Dünyanın sahibi değil, uçsuz bucaksız bir yolun, ufacık yolcularıyız biz. Kocaman evrende bir hiç. Bunu unutmayalım olur mu?
***
Aydınlık, hedefte buluşacağımız bir yolculuk diliyorum değerli ‘YOLCU’lar, YOLCU okurları.13537647_1008540205930687_7780145650464627125_n