Osmanlı Osmanlı diyorsunuz.
Ne yapmış mesela Osmanlı?
Kaç bilim adamı yetiştirmiş?
Kaç icat bulmuş?
Ülkesine hiç fabrika yapmış mı?
Okuma yazma oranı kaçmış?
Kaç kadın mahkemede bir kişi sayılırmış?
Bankacılık alanında ihtisas yapan kaç zat varmış?
Halkın elbise, ayakkabı ihtiyaçları nasıl karşılanırmış?
Halkına kaç yıl askerlik yaptırırmış?
Padişahları kontrol edecek bir mekanizma var mıymış?
Medeni kanun nasıl işlermiş?
Evlenme yaşı kaçmış?
               Bu sorular uzar gider. Bu sorulara verdiğiniz cevap Osmanlıyı ele verir.
Bir başka soru sorarak konuya daha damardan girelim…;
Osmanlı coğrafi büyümeyi ne için yaptı?
Can alıcı noktası burasıdır. Bunun cevabını ben vereyim;
Osmanlının bilim, ilim insanı yok… Zaten o tarz insanların kellesi uçurulur muş… Hiç bir icadı yok. Yeniliklere kapıları kapalıymış. Yani icat günahmış.
Hiç fabrika yapmamış. Okuma yazma bilenler parmakla dahi görünecek kadar yokmuş….
İki kadın bir adam yerine geçermiş şahitlikte…
Sanayi olmadığı için bankacılığa ihtiyaç duyulmamış.
Halk elbiseyi kendi imkanlarıyla kıldan dokurmuş. Ayakkabı yerine de çarık giyerlermiş.
Halkın çocuklarını askere alır keyfi davranırmış. 10 yıl bile askerlik yapan varmış.
Padişahları değil kontrol etmeyi, karşısında kelam dahi edemezlermiş…
Medeni kanun diye bir şey yokmuş.
Kuran’ı kerimi açar oradan tercüme ederlermiş ve ülkede kaç imam varsa o kadar varsayım varmış. 7 yaşından itibaren kız çocukları evlendirebilirlermiş.
Osmanlı coğrafi olarak niye büyüdü sorusunun cevabı çok üzücü…
Sarayın bütçesi tükenince, hazine tam takır kuru bakır olunca her sefer yeni bir ülkeyi işgal edip oranın ganimetine çökerlerdi…
Sonra mı?
Sarayda cümbüş tutarlarmış. Vur patlasın çal oynasın misali…
Vatandaş mı?
Vatandaş sadece askerlik yapmak ile vergi vermenin haricinde bir şey yapmazmış.
10 yıl askerlik yaptırdığı vatandaşının köyüne yol bile yaptırmamış.
Buna rağmen hala göklere neden çıkartılmak istenir Osmanlı?
Osmanlının İstanbul’u aldığı günü kutsal gün, alan padişahı kutsal padişah yapan zatlar, Osmanlının Sevr Antlaşmasıyla İstanbul’u geri verdiğinden kimse bahsetmez.
Hele hele Osmanlıya tapanlar Cumhuriyetin ilanından günümüze kadarki sürecine “reklam arası” diyorlar.
Lozan’a burun kıvırıyorlar. Adalar onlarınmış. Mustafa Kemal olmasaymış Türkiye diye bir devlet olmayacakmış, oysa…
Osmanlıcılar aynı zamanda Türkiye’yi Osmanlıya çevirmeye çalışıyorlar.
Halbuki Osmanlıda olmayan yollar cumhuriyet başlar başlamaz yapıldı, bilim ilim insanı fazlasıyla oluştu… Okullar açıldı, medeni kanun enternasyonalleşti…. Ülkenin ihtiyaçlarını karşılayacak kadar fabrikalar açıldı.Kadınlar birey oldu.
1950’den sonra ise hepsi tekrar teker teker bozuldu.
 
                                 Osmanlıyı iyi tanımak istiyorsanız ülke toprağının kime ait olduğuna da bakın bizahmet…
Ya da bakmayın ben söyleyeyim;
Bütün ülke Padişah’a aitti. Vatandaş yoktu maraba ve cariye vardı.
Şimdi adamın birisi ben padişah olacağım diyor.
 
Daha dün çocuklarını burs ile okuttuğunu söylüyordu bu gün çocukları dünyanın en zenginleri arasına girdiler. O da başkanlığa aday.
Yani padişahlığa…
Öyle bir hata yapın bakalım hiç birinizde tapu kalıyor mu?
Diyelim o’nu başkan seçtiniz, ertesi gün Türkiye tapusu Bilal ile Sümeyye’ye yapılır…
Bize başkan değil, tam demokrasi lazım…

2 YORUMLAR

  1. Avrupa’da bilimde, sanatta ve sanayide ilerleme yaşanırken, bizim padişahlar da cami ve saray yaptırma etkinliklerinde bulunuyorlardı…

  2. Vezir Padişah’ın huzuruna varır. Padişah sorar:
    – Hayırdır, ne oldu yine?
    – Bir maruzatım var devletlüm.
    – Söyle nedir derdin?
    – Hazinede para bitti Sultanım.
    – Bunun benimle ne ilgisi var? Para bulmak senin işin.
    – Tabii ki benim işim sultanım. Ama sizin onayınız olmadan bir şey yapamam ki!
    – Söyle bakayım ne düşünüyorsun?
    – Vergi salacağım.
    – Bre insafsız, vergilendirilecek ne kaldı ki?
    – Daha çok şey var devletlüm, yeter ki siz izin verin.
    – Neyi vergilendireceksin pek?
    – Bütün köprüleri ücretlendireceğim. Köprüden geçen herkesten geçiş ücreti alacağım.
    – Tamam ama, halk artık yeni bir vergiye tahammül etmez. İsyan misyan ederse, kellen gider haberin ola.

    Böyle bir diyalogdan sonra köprü geçişleri ücretlendirilir. Padişah tedirgindir. İsyan ha patladı ha patlayacak diye tetikte bekler. Ama ülkede asayiş berkemal. Kimsede tık yok. Buna rağmen padişah huzurlu değildir. “Tebaamı şu vezir kadar tanımıyorum” diye kendi kendine içerlemiştir. Bu yüzden bir hareket başlamasını bekler hale gelmiştir. Bunu temin için vezirini çağırır, köprülerden hem girişte, hem çıkışta ücret alınmasını emreder. Aradan aylar geçer tebaada gene tık yok. Bu sefer vezirine, köprünün orta yerine “geleni geçeni dizmesi” için adamlar koymasını emreder. Gene sessizlik devam edince, durumu anlamak için, “dert dinleme” bahanesi (şimdi muhtarlar saraya davet edildiği gibi padişah hakı sarayına davet etmez, halkın ayağına kendisi gidermiş demek ki) ile en yakında ki kasabaya gider. Kasaba halkına tellalar vasıtasıyla, dert dinlemek için padişahın kasabaya geldiği ve geldiği ve derdi olanların belirtile yere gelip padişaha dertlerini arzetmesi duyurulur. Derdi olan, olmayan bir hayli kalabalık toplanır.

    Padişah ne söylerse, kalabalık koro halinde, “çok yaşa padişahım, allah seni başımızdan eksik etmesin” demiş. Padişah bakmış olacak gibi değil; son olarak ” bir derdi olan varsa şimdi söylesin, sonra mızmızlanan olursa kellesini uçururum biline” der. Tam bu sırada arka sıralardan cılız bir ses:
    – Padişahım sağ olsun, bir maruzatı var” deyince, padişah “hah” demiş “işte cılızca da olsa birisi birşeye itiraz edecek.” ve adam devam etmiş:
    – O köprülerin ortası var ya devletlüm.
    – Eeee!
    – Sabah akşam işe güce giderken orda izdiham oluyor. Oralara biraz takviye yapılmasını arzedierim.

    Belki de, padişah olma arzusunun arkasında böyle bir toplum yaratma hevesi vardır.

Comments are closed.