Son üç gün içerisinde izlediğimiz ve kanımızı donduran gelişmeleri gördüğümüzde ülkenin nereye doğru götürülmek üzere olduğunu daha net görüyoruz. Bu durumu kitabına uydurmaya çabalayan darbe artığı, yağdanlık kokulu sözde Prof’ların yorumları ve yaklaşımları da insanın midesini bulandırıyor.

Yeni yayınlanan Kanun hükmünde kararnamelerle demokrasi kazanımlarının dibine darı ekiliyor. “Özel hareket birimlerinde istihdam edileceklere KPSS şartı aranmayacak. Yani tüm yandaşlar polis yapılacak. Avukat görüşmeleri hemen sonlandırılabilecek, Kayıt altına alınabilecek, Kanıt ve dosyalara el koyulabilecek Davalar avukatlar terk etse bile devam edecek. Yani davaların savunma ayağı yok edilecek. Rektör seçimi kaldırılacak, Rektörleri Cumhurbaşkanı atayacak. Bu adımla Üniversiteler hükümete bağlanmış olacak.” Cumhuriyet gazetesi yazarları ve yayın yönetmeni gözaltına alındı. Muhalif kimliği olan bütün gazeteler bir şekilde bertaraf ediliyor. Sıra diğer gazetelerde. Diyarbakır Büyükşehir belediye başkanları ve eski milletvekili, tutuklandı. Halkın oyları ile seçilen bir irade yok sayılıyor. Üst üste gazeteler, Televizyonlar, Radyolar kapanıyor, İdam tartışmaları tavan yapmış durumda. Dün idam için timsah gözyaşı dökenler bu gün idamı savunuyor. Gözaltına alınanlara uygulanan işkence tartışmaları devam ediyor. Suriye’de ve Irak’ta savaş devam ediyor. Her fırsatta ülkeyi savaşa sokmanın hesapları yapılıyor. Ortadoğu bataklığına saplanmış bir ülke nasıl bu bataklıktan çıkabilirim diye düşünmek yerine, nasıl daha fazla batağa saplanabilirim hesapları peşinde. Misaki milli sınırları yeniden tartışılıyor, Musul Kerkük üzerine yeni tezler üretiliyor. Ülkenin her tarafında bir sürek avı başlamış, FETÖ adı altında hiç ilgisi alakası olmayan muhaliflerin tasfiyesi hesaplanıyor. Doğu ve Güneydoğu bölgesinden her gün çatışmalar, operasyonlar, kaç tane şehit, kaç tane etkisiz hale getirme haberleri, ve Televizyonlarda gazetelerde boy boy şehit cenazelerinin toprağa verilmesi haberleri. Şehitler ölmez vatan bölünmez sloganları. Ve şehit cenazelerinde boy gösteren siyasiler…

Tüm bu gelişmelere rağmen Başkanlık tartışmaları had safhada. Başkanlık her derde deva gibi gösterilmeye çalışılıyor. Başkanlık gelmezse bu ülke bölünür diye tehdit ediyorlar. Bunu tersten okursak Başkanlık gelmezse bu ülkeyi böleriz demek istiyorlar. Bu başkanlık denen şey ne menem şeymiş. Hak hukuk diyorsun, Başkanlık diyor Demokrasi diyorsun, Başkanlık diyor Aç kaldım diyorsun, Başkanlık diyor Ölüyorum diyorsun, Başkanlık diyor Yapılmak istenenleri doğru okumak ve doğru tavır almak önemlidir. Atılan bir çok adımda içerdeki FETÖ taraftarlarını biat ettirip bünyesine almak, dışardaki FETÖ mensuplarını da dışarda tutma hesapları yapılmaktadır. İdam tartışmalarının yapıldığı, işkence uygulamalarının olduğu bir ülkeye dışardan hiç bir FETÖ üyesi iade edilmez. Bunu herkes bilir. Asıl hesaplaşma; FETÖ ile değil içerdeki devrimci muhalif kesimle yapılmaktadır. Asıl hesaplaşma; Halklarımızla, Gezicilerle, çapulcularla, çevrecilerle, işçilerle, emekçilerle, öğrencilerle yapılmaktadır. Asıl hesaplaşma; bilime inanan bilim insanlarıyla, akademisyenlerle, insan hakları savunucularıyla, avukatlarla, sağlıkçılarla, öğretmenlerle, doğasına sahip çıkan köylülerle, Artvin halkıyla yapılmaktadır. Bu durum karşısında susmak ihanettir. Şimdi tamda konuşmanın, karşı durmanın zamanıdır. Şimdi susanın tarih önünde konuşmaya hakkı yoktur. Susanlar, karşı durmayanlar faşizmin zindanlarında buluşurlar. Asıl susanlar kaybeder. Vedat Türkali’nin ” Düşündüğünü söylemeye korkmaya başladı mı kişi, düşünmekten de korkmaya başlar” sözünü hatırlatıp bu korku imparatorluğuna karşı mücadele edilmesi gerektiğini bütün kalbimle ifade ediyorum.