Rasim Yılmaz
5 Aralık 2016

Bugün 5 Aralık “Kadınların Seçme ve Seçilme Hakkını Kazanmasının 82’nci yıl dönümü…”
Kadınlar yasal olarak hangi haklara sahip olurlarsa olsunlar, günümüz Emperyalist-Kapitalist sömürü düzeninde kadının rolü ve etkinlikleri, daima ikinci plandadır. Yaşamın her alanında baş gösteren eşitsizlik; kadınlar üzerinde daha ağır yıkımlara yol açmaktadır. Yani kadın, karşı cinse oranla daha fazla sömürüye maruz kalmaktadır. Kadın olmak işyerinde, evde, okulda, meslekte, işbölümünde ve her yerde arka plana atılmak için yeterli neden olabilmektedir.

15327595_10211314232641355_1067339888_n
Kadınlar, tarihler boyu erkeklerle eşit olabilmek için mücadele ederek bedeller ödediler. Türkiye’de ise, 20 Mart 1930’da Belediye seçimlerinde seçme hakkı kazandılar. 1933’te ise Köy Kanunu’nda muhtar seçme ve köy ihtiyar heyetine seçilme hakkı elde ettiler. Milletvekili seçimlerinde seçme ve seçilme hakkına ise 5 Aralık 1934’te yapılan anayasa değişikliğiyle kavuştular. Bunun üzerine 8 Şubat 1935’te ilk defa Meclis seçimlerinde 18 kadınla temsil hakkı elde ettiler.

15319479_10211314233521377_576520373_n
Bu durum kadınlar için çok büyük bir kazanım olmasına rağmen, süreç sanıldığı ya da abartıldığı gibi işlemedi. Kadınlara seçme-seçilme hakkının verilmiş olması kadınlara çok bir şey kazandırmadı. Çünkü öğretilmiş çaresizliklerle kadın, sosyal hayattan uzaklaştırılarak haklar işlevsizleştirildi, süreç içerisinde kadınlar bu haklarını etkin olarak kullanamaz duruma geldiler.
Öğretilmiş, ya da kabullendirilmiş çaresizliğin sonucudur ki; kadınların % 51’i erkekler ile tartışmayı bile ahlaki kurallar gereği “saygısızlık” olarak görüyor. %36’sı kendisi para kazansa bile parasını nasıl harcayacağına karar veremeyeceğini düşünüyor ya da öyle inandırılmış. % 52’si “erkek kadından sorumludur” diyecek kadar insan olduğu unutmuş ya da unutturulmuş. % 49’u “erkek ne zaman isterse kendisine sahip olabileceğini ve itiraz hakkının olmadığına inanıyor. Diğer bir deyişle, haklarını kullanmaktan çok uzaktır. Bir başka deyişle “kullanılmayan hak hak değildir.”
Hal böyle iken, seçilmiş olan onlarca kadın, seçilmişlikleri hiçe sayılarak cezaevlerine konulmuş olmaları, Ülkemizde, seçmiş ya da seçilmiş olmanın ne anlama geldiğinin de bir göstergesidir. Kaldı ki 21.yüzyıl Türkiye’sinde kadınların Türkiye Büyük Millet Meclisinde temsil durumu sadece % 14’tür.

15321671_10211314234121392_1410436002_o
Dahası, en yetkili ağızların “ kadın-erkek eşit olmaz” dediği ve milyonların (kadınlar dâhil) onayladığı bir ülkede söylemlerimizin bir anlamı var mı bilmem ama kadınların kendi içlerinde bir kimlik sorunu yaşadıkları da bir gerçek.
Üretim araçları üzerinde özel mülkiyetin ortaya çıkmasıyla başlayan kadının kimliksizleşme ve köleleşme süreci, ancak özel mülkiyetin ortadan kalkmasıyla son bulacaktır. Cinsel ve sınıfsal baskı yaşamakta olan her kadın, ancak bu sisteme karşı sınıf kardeşleriyle birlikte örgütlü mücadele ederse kazanımlarını koruyabilir, geliştirebilir, kurtuluşuna yürüyebilir ve özgürlüğüne ulaşabilir.
Bu sistemde ne kadın tek başına kendi kurtuluşunu sağlayabilir, ne de kadına ikinci sınıf insan olmayı reva gören erkek özgür olabilir. Gerçek özgürlük ve insanca yaşam, her iki cinsin özgürce birlikte kuracakları sistemle mümkün olacaktır.