“Nice yol gitmeli ki bir insan/ Ona insan denebilsin…/ Nice zaman atılmalı ki top mermileri/ Sonsuza dek yasaklanabilsin…/ Kaç kulağı olmalı ki insanın/ Ağlayanları duyabilsin…/ Ve kaç insan ölmeli ki/ Artık bu kadar fazla diyebilsin…” Bob Dylan, sanki bugünümüzü anlatıyordu 1960’lı yıllarda…

“Ve kaç insan hayatını kaybetmeli ki…” Kınayıp, lanetlemekten öte önlem almayı sorumluk saysın yetkili ve etkililer… Ne kadar şehit gerek?

Yine aynı dönemlerde bir başka Amerikalı Martin Luther King, haykırıyordu… ”Ya birlikte kardeş gibi yaşamayı öğreneceğiz… Ya da aptallar gibi hep beraber yok olacağız” diye!

Daha Beşiktaş’taki hain saldırının, şehit olan 44 canın, yaralıların acısı tüterken yüreklerde, lanet ve yavşak terör bir kez daha genç, 20’lik delikanlıları aldı aramızdan!

Artık insanlarımız, “Ülkede yaşamak için güvenli denilebilecek yer kalmadı” umutsuzluğunda. Kimisi ise bıçak dayanacak kemik dahi kalmadığından, “Ulan ülkeyi aldığınız gibi bırakın, fazlasını istemiyoruz…” Naraları atıyor!

Ve siz, 20 yaşında askerdeki çocukları, polislerini ve güvenlik güçlerini, yurttaşlarını koruyamıyorsun… Çıkıyor, onca canın kaba bulandığı anlarda açılışlarını, törenlerini, sevinçlerini ötelemiyor, ertelemiyorsun… Bir de çıkıp, “Yol yapmamıza, hızlı tren yapmamıza terör engel olamaz” diyorsun… Teröre lanet olsun!

Ne acıdır ki hala, neye inandığını bilmeyip, ölmeden şehit olacağını sanan ahmaklarla çevrili etrafımız! Ölüyor ulan canlar, ölüyor… Yaşlanamadan, çoluğunu çocuğunu sevemeden, aşklarını yaşayamadan… Mesela önümüzdeki yaz taze çayın, baharın kokusunu alamadan! Kaldırımlarda yürüyemeyecekler bir daha mesela, koşamayacaklar ha!

Mesela Rizeli istihkam er Uğur Korkmaz… “Kendimi her zaman mutlu hissederim. Hayat kısadır. Öyleyse hayatınızı sevin. Mutlu olun ve gülümsemeye devam edin. Konuşmadan önce dinleyin. Yazmadan önce düşünün. Harcamadan önce kazanın. Dua etmeden önce bağışlayın. İncitmeden önce hissedin. Nefret etmeden önce sevin. Vazgeçmeden önce çabalayın. Ölmeden önce yaşayın. Hayat budur. Onu hissedin, onu yaşayın ve ondan hoşnut olun…” Diye yazamayacak bir kez daha!..

Sarılamayacak mesela, adamlığı öğrendiği babasına, tabutu başında ağlayan tertibinin gözyaşlarını silerken dahi!

Bu mudur, beklediğiniz? “Yetme mi/ bunca ölmemiz/ vurulmamız/ yanmamız/ bombalanmamız./ Yetme mi/ toprakla/ bunca kucaklaşıp/ bağrına/ sıra dağlarca/ dizilmemiz!/ Yetme mi?” Uğur’un ardından-19.12.2016.

Tamda biz bunları dökerken yazıya, Ankara’dan bir suikast haberi geldi. Rusya Büyükelçisi Karlov’a, polis kimliğiyle salona giren bir kişi tarafından silahlı saldırı yapıldı.

Tam da bugün Rusya-İran-Türkiye önemli bir görüşme yapacaktı. Saldırganın Rus elçiye saldırısı, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bir elçiye yapılan ilk saldırı olarak tarihe geçerken; FETÖ’den DEAŞ’a uzanan bir dizi sözde İslamcı ABD ajanlarının işbaşında oluşunu ve suikastın, Putin’in istihbarat işbirliği önermesinden sonra olmasını da görmezden gelmemek gerek.

Her ne olursa olsun, artık ve neredeyse tam bir Orta Doğu ülkesi olduğumuzu siz de hissedebiliyorsunuzdur! İktidarı tebrik etmek gerek bunun için… Unutmayın ki… ‘Açıkta yapılan kusurun tenhada özrü olmaz!’

İstiklal Marşı’nın şairi Mehmet Akif Ersoy, ‘Safahat’ adlı kitabında, “Ah eğer, o Yıldız’daki baykuş ölüvermezse, akıbet çok kötü…” demişti ya…

Köselerin Bayramali, ‘Başka sorum yok…’ diyerek sıralamış… “12 Eylül 1980 darbesinden sonra Kenan Evren, ‘Aslında darbeyi Mayıs ayında yapacaktık ama darbe şartlarının oluşması için 12 Eylül’e kadar bekledik’ demişti bir röportajında yıllar sonra. Her gün, onlarca insanın öldüğü bir ülkede Mayıs ile Eylül arası kaç yüz veya kaç bin kişinin öldüğü kayıtlarda mevcuttur!

Bu arada şunu da belirtelim; 1980 yılının daha öncesinden ülkede olayların yoğun olduğu nüfusun yüzde 73’ünün yaşadığı 22 ilde sıkıyönetim vardı ve Sıkıyönetim Komutanları, Genelkurmay Başkanı olarak Kenan Evren’e bağlıydı, ülke asayişinden 1.derece sorumlu ve yetkili kişi kendisi oluyordu. Bu beyanatlar ve durum tespitinden sonra merhum Demirel’in, Kenan Evren’in beyanatı ile ilgili sorulan soru ve sorulara cevabına gelelim…

’11 Eylül günü kendisine verdiğim listedeki teröristleri yakalayamayan ve akan kanı durduramayan (asayişi sağlamada aynı yetkilere sahipken) kişi, 12 Eylül sabahı nasıl akan kanı durdurup verdiğim listedeki tüm teröristleri neredeyse firesiz yakalamıştır?’

Aslında beyanatında, ‘şartların olgunlaşmasını bekledik’ derken Mayıs-Eylül arası, hatta darbeye karar verdikleri tarihten itibaren cinayetlere yol verdiğini itiraf etmiştir! Şimdi bu olayı geçmişte bırakarak günümüze gelelim:

Her türlü yetkiye sahip bir Cumhurbaşkanı ve kendisiyle uyumlu bir Meclis ve bir Hükümet varken, ülkede Olağanüstü Hal ilan edilmiş ve her türlü düzenleme KHK, Kanun vs rahatça çıkarılabiliyor iken, ‘Başkanlık gelmeden bu kan durdurulamaz’ demek hangi kafanın, hangi aklın mahsulüdür? Başka sorum yok. Aslında hiç sorum yok, bu da soru değil.”

Ve hatta, biz de bundan sonra yok yorum morum, soru sorana… Der gibi olduk!

Ha, bu arada… Kayseri’den Rize’ye gelirken şehit Uğur, Trabzon’da stadyum açılışı vardı… Cumhurbaşkanı Erdoğan, havaalanında karşıladığı, Trabzon’a 2 uçak, 55 lüks Mercedes, 100 kişilik heyetle gelen Katar Emiri Şeyh Tamim ile birlikte, 5 helikopter eşliğinde Trabzon ve Rize’deki kış turizm alanlarını havadan inceliyordu.

Ne kadar için ‘yeter ‘ diyordunuz?