Tam bir siyasi körlük ve hırsla girilen Ortadoğu bataklığında Hala Suriye topraklarında “Fırat Kalkanı” adı altında yürütülen işgal ve operasyondan tabutlar geliyor.

Devletin korumasında, emanetinde, yediemininde olan, misafir ettiği Büyükelçi katlediliyor.

Hala Halep’den IŞİD ve EL NUSRA savaşçıları tahliye edilip korunmaya alınıyor. Hala alevi yerleşim yerleri yakınlarına kamplar kuruluyor. Ve hala suikast ve katliamlardan FETÖ, PKK, DEAŞ sorumlu tutuluyor. Ve Hala sorumluluk duyup istifa eden bir hükumet görevlisi yok.

Halkın iradesi ile Seçilmiş milletvekilleri, Belediye başkanları hala cezaevlerinde yatıyor. Televizyonlar, gazeteler, haber siteleri kapanıyor, gazeteciler hapislere dolduruluyor.

Kadınlar çocuklar katlediliyor. Şeriatçı yuvalar katliam ve tecavüz merkezlerine dönüşmüş. Bombalar patlıyor ülkemin dört bir yanında. Bir can pazarı yaşanmaya başladı. Bir başkanlıktır tutturulmuş; hiç bir katliam, hiçbir suikast, hiç bir gelişme yolundan döndüremiyor. Varsa yoksa başkanlık.

Bir Anayasadır tutturulmuş diktatörlüğün ölçülerine uygun elbise dikiliyor. Ve hala kaç yüzüncü muhtarlar toplantılarında muhbir muhtarlar oluşturulmaya çalışılıyor. Ekonomi dersen dolar bozdurma çağrıları ile durumu idare etmeye, vatandaşı açlığa sefalete terk etmeye başladılar.

İşçi hakları, sefalet ücretleri, örgütlenme, iş cinayetleri simsiyah bir tabloyu oluşturuyor. Hala hırsızlar arsızlar yolsuzlar korunmaya, zenginler daha zengin yoksullar daha yoksul olmaya devam ediyor.

Hala diplomasını hangi kasaptan aldığı belli olmayan Prof.’lar, akademisyenler, kalemini kaç paraya sattığı belli olmayan gazeteciler ve sözde hukukçular, terör uzmanları yandaş medya kanallarında ve sayfalarında Türkiye, Dünya tahlilleri yaparak yapılan yanlışları doğru gibi göstermeye çalışıyorlar.

Hala Sevgili ülkem OHAL ve KHK’lerle yönetiliyor. Hala yeşile, doğaya düşmanlık yapılıyor. Ey sorumlular siz bu ülkeyi hiç mi sevmediniz.. Sevgili ülkem seni ne hale getirdiler. Tam bir vicdani körlük bürümüş gözlerini. Üzerinde yaşadığımız coğrafyada katliamlar o kadar yoğun yaşandı ve yaşanmaya devam ediyor ki; neredeyse her güne bir toplu katliam düşüyor.

Aralık ayı denince Erdal Eren gelir aklıma. O incecik, dal gibi, daha bıyıkları bile terlememiş, eli yar eline değmemiş, Gökçe Fidan Erdal Eren. Her 13 Aralık’ta yeniden doğar. 17 yaşının verdiği heyecanla. Hep moral verir bize. Hep birlikte mücadele çağrısı yapar. Aralık ayında bundan 16 yıl önce 19-21 Aralık cezaevi katliamlarında Devrimci tutsaklar “Hayata dönüş” adına katledilerek hayattan koparıldılar.

Her nedense katiller katliamlarına tezat isimler verirler. “Hayata dönüş”le hayattan koparmak, “Huzur” operasyonları ile huzursuzluk yaratmak, “Barış” operasyonları ile savaş ve katliam yapmak, “Demokrasi” operasyonları ile demokrasiyi ortadan kaldırmak. Cezaevi katliamını yapan Katillerden hala hesap sorulamadı. 28 Aralık 2011 tarihinde Roboski’de savaş uçakları ile aralarında çocuklarında olduğu 38 kişi bombalanarak yaşamını yitirdi. Etrafa saçılmış cesetler gözlerimin önünden gitmiyor. birde battaniyelere sarılı katırlarla taşınan cenazeler.

12 Eylül Utanç müzesinde ölenlerin parçalanmış eşyalarını ve bomba parçalarını sergilemiştik. Hala kan ve ölüm kokuyordu. Hala sorumlulardan hesap sorulmadı.

Maraş katliamdan 38 yıl sonra bile Maraş’a toplu giriş yok. Suriye’den getirilenler yerleştiriliyor o civarlara. Bu da alevi yerleşim bölgelerinde huzursuzluğa ve endişeye neden oluyor. Devletin katliam geleneğinden korkuluyor. Buna karşılık Diyarbakır, Sur, Lice, Derik, Silopi, Nusaybin ve birçok il ve ilçeden hala çıkış yok. Hala sokağa çıkma yasakları, hala katliamlar devam ediyor. Katliamın üzerinden 38 yıl geçmesine rağmen devletin katliam geleneği bitmedi. Cezasızlık ve katillerin ve katliamcıların ödüllendirilmesi devam ediyor. Aradan 38 yıl geçmesine rağmen devletin katliam geleneği devam ediyor. Çorum’da devam etti. Gazi’de devam etti. Cezaevlerinde devam etti. Roboski’de devam etti. Reyhanlı’da, Suruç’da,Diyarbakır’da Ankara’da, İstanbul’da, Antep’de, Kayseri’de devam ediyor.

Hiç bir Allahın kulu da bu katliamlarda siyasi sorumluluğumuz var demedi. Hiç bir yetkili istifa etmedi. Hep suçlayacak birilerini buldular.

Son bölümü Erdal Eren’in mektubundan bir bölümle tamamlamak istiyorum. “…Bizi anlamayan analara, babalara, bacılara, eşe, dosta, herkese ama herkese anlatın daha vakit varken. Henüz geç kalmamışken. Vaktim az da olsa var ve eğer biz değerlendirmesini bilirsek yeter de artar bile. Bu işi hep beraber yürütürsek ancak kazanabiliriz. Omuz, omuza, bir birinden güç alarak, bir birine güç vererek. Ve anam, bu savaşı ne pahasına olursa olsun kazanmalıyız, kazanacağız. Kazanacağız ki çiçekli, mutlu günleri hep beraber görelim, senin torunların görsün ve torunlarının çocukları görsün….”

Ne de güzel ifade etmiş. “Bu işi hep beraber yürürsek kazanabiliriz.”