Lamı cimi yok, bal gibi de ‘eniştenin öptüğü’ gibi bayram günü bugün! Bize, ‘Çalışan Gazeteciler Günü’ yada birilerinin deyişiyle ‘Bayram’ı… Hiç göze almadan çalışırken gözaltına alınanlarını, gözaltındaki işkenceleri, kaybedilen hakları… İşte bu gün o gün, tesadüfen 10 Ocak, Çalışan Gazeteciler Günü!

Enişte nereden çıktı demeyin, ağır olur gerisi!

Eskisinden hallice olmayan yılın yenisine, katliam gibi bir terör saldırısıyla girmiştik! Ardından da ‘enişte’ maharetiyle akaryakıt, doğalgaz ve elektrik başta olmak üzere yüzde 21,5’lara varan zamlar da vatandaşa girmişti!

Hayır, onu bıraktık bir kenara… Ne terör, şehitler ve ne de zamlara alışamadığımız gibi bir de ‘kellenin’ pişmişi gibi medyanın karşısına geçip, ‘2017’de Allah’ın izniyle zam düşünmüyoruz’ demez mi! Neresinden yanacaksınız he?

Bugün 10 Ocak ya, bize bayram! Ne oldu biliyor musunuz dün, yani bu yazının yazıldığı 9 Ocak’ta… TBMM’de anayasa teklifi görüşülmeye başlandı… Meclis Başkanı İ.Kahraman, fenalaşarak yoğun bakıma alındı… Cenevre de ‘Kıbrıs Müzakereleri’ başladı! Kıbrıs ‘konfederasyon’ olacakmış! Olmasın Girit gibi!

Bir zamanlar, çok değil, bundan 6-7 yıl önce ‘ver kurtul’ yavşaması yapan, bugünlerde ‘milli’ olan zevat, Ege’de kaybedilen 8 adacıktan ve Süleymanşah’tan sonra ne yapacak göreceğiz!

Belki yanlış biliyorsunuz he… Kıbrıs, Türkiye’nin güvenliğidir! Türkiye Kıbrıs olmadan nefes alamaz… Bilin ha, iyi bilin hem de!

Daha önemlisi TBMM’deki, ‘Başkanlık’ sistemini öngören yeni Anayasa taslağıdır! Tek adam, tek güç, tek yetkili öngören, TBMM’yi ekarte edip, Başbakanlığı kaldıran, ülkeyi ‘parti gibi’ yönettirecek sistemin görüşmeleri başladı Meclis’te! Başbakan, geçmesi halinde kendisini yok edecek teklifi, vekiller de bir çırpıda kendilerini seçen iradeyi yok sayacak gücü savunuyorlar… Kısmen!

Bir anlamda, 1923’te Saray’dan alınan egemenlik bu kez başka bir sayara! verilmek üzere arşınlanıyor! Sanılıyor ki, bu devran ölümsüzlükle kutsanacak! Ama ‘Her nefis, mutlaka ölümü tadacak’ unutuyorlar, bilmiyor, önemsemiyorlar!

Aslında mevcut yasalar ve Anayasa’ya göre, böyle bir görüşme ve hatta teklifin yapılması dahi suç ve ‘ihanet’ olarak tanımlanıyor… Birileri, zaten oluşmuş ‘mevcut’ durumun yasal ve anayasal zemine oturtulmasından dem vuruyor!

Vekillerin iç tüzük ve yönetmeliklere göre ‘gizli’ oy kullanması gerek ancak, ‘Gizli oy vermek isteyen AKP’li vekilleri FETÖ’cü ilan edecekler’ vurgusu var… Yetmedi, oylama sonrasında zaten ByLok’çu ve FETÖ’yle adı anılan vekiller de ekarte edilip, aradan çıkartılacak!

İnce elenip sık dokunacak ama bunun vebalini kimse kaldıramayacak!

CHP TBMM’de ‘direniş’ kararı ile birlikte meydanlarda, sokakta değişiklikleri, demokratik parlamenter sistemin nasıl ortadan kaldırıldığını ve tek adam egemenliğindeki totaliterliğe geçildiğini anlatma kararı aldı.

Burada ve durulan noktada asıl ve katı bir karşıtlık göstermesi beklenen MHP ise tümüyle olmasa da çoğunlukla ‘dümen suyuna’ gidiyor… HDP’nin tutumu yine etnisiteden yana ancak aması var!

AKP, içindeki yangını söndürebilmiş değil… MHP’deki çatlakları kapatmaya çalışıyor ancak HDP’ye de koltuk değneklerini uzatıyor! Özellikle de ‘İmralı canisinden’ büyük beklentileri var Kandil’den destekli!

Komplo teorileri yerine, Başbakan Yıldırım’ın Irak gezisine ince bir göz atın… Peşmerge yaklaşımları, İbadi’ye verilen taviz ve sonrasındaki tersine dönüş manevraları…

Köse Bayramali’nin dediği gibi: “Durum çok ciddi… Cumhuriyet, demokrasi ve parlamenter sistem tehlikede!”

Ve İstanbul Baro Başkanı Durakoğlu’nun vurgusu gibi: “Türk tipi değil, tipsiz bir sistem…”

Daha öteye gitmeden buyurun, okuyun bir kez daha…

“Ey Türk Gençliği!
Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.
Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin, en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahilî ve haricî bedhahların olacaktır.

Bir gün, İstiklâl ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şeraitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerait, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler.             Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleket dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr-ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi, vazifen; Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!
Ne mutlu Türküm diyene!” Mustafa Kemal Atatürk- 20 Ekim 1927.

Birileri hala, doymamış gözlerle ‘hamsi festivalleri, şölenler’ yapıyor, şehit ve terör saldırılarını kutsar(!)casına.

Vefa, yaşamın kendisidir ha… Sevgi, sevildiğin bir an için bir ömür vermektir. Ve “Cehennem, insan yüreğinde sevginin bittiği yerdir…” Dostoyevski.

Köşedeki kömür torbasında yazdığı gibi… “PARA İLE SATILMAZ!”