OCAKTA YAZMAK
Ocakta ne yazılır ya da hangisi nasıl yazılır ?‎
Ocak da eylül gibi çarpar çıkarır böler dağıtır beni…‎
Eylül, hüzündür zaten, doğasının gereği. Bulgurlar kaynıyormuş, doğurmuş anam bir ‎eylül günü beni, yine bir eylül günü bırakıp gitti beni. O yüzden mi bilinmez, bütün ‎bir ömür boyu, en büyük sevincimde eylül hüznü gizliydi.‎
Yine bir eylül günü parlayan sarı yıldız, günümün yarınımın, yurdumun aydınımın ‎karabasanı oldu.‎
Ocak…‎
Sıcak soğuk, yanar sönük, mutlu mutsuz, varsıl yoksul, acı tatlı, umut, eski yeni, ay yıl, ‎ölüm doğum, dinli dinsiz, evli evsiz… say sayabildiğince, ne çok çağrışımı var.‎
Ocak başında vurulmak ve doğmak ocak başında, ne kadar benzeyebilir, bir dostluk ‎ortamında, Adana kebap ve şalgamla rakı içmeye…‎
Saçmalıyor muyum ne… olsun, saçmalama özgürlüğümü kullanamaz mıyım, hele ‎mevzu ocaksa.‎
Ocak başında vurulmuşum ve yeniden doğmuşum ocak başında. Azrail’le tango ‎yapmışım, bir kavga türküsünün yakıcı ezgisiyle… Aldırma gönül aldırma… yapılmaz mı ‎‎!..‎
Aynı ocakta baba olmuşum, ilk kez ve son defa. 24 Ocak’ta doğmuş çocuğum, otuz gün ‎sonra görmüşüm yüzünü. Azrail’le dansım var ya !..‎
Aynı gün, 12 Eylül postalları hazırlanmaya başlanmış ülkeyi batağa sürükleyen 24 Ocak ‎Kararları işlevini yapsın diye.‎
On dördüncü yılında yine 24 Ocak , Azrail yine cihatta… Yoğunlaşan karanlığın içinde ‎bir ışık paramparça… Mumcu’yu öldürürlerse, mumlar söner sandılar; mumlar ‎sessizliği yırtıp alev alev yandılar…‎
Bir başka ocak da karanlıklar kıranlığının besleme zağarları, bir başka ışığımı, Onat ‎Kutlar’ı çaldılar aramızdan.
Muammer Aksoy Hoca’ya da yine bir ocak günü kıyılmıştı. Hepimizin suçu, onurlu ‎yurtsever olmaktı.‎
‎”Ölüm adın kalleş olsun” sana rağmen, sönmeyen ocaklar da var.‎
Tüfek İcat Oldu -olmaz olaydı- Uğur Mumcu’nun yapıtları arasında duygu bağım ‎olanıdır. 2 Ocak l980’de vurulduğum zaman, geçmiş olsuna gelen bir arkadaşım, o ‎kitabı getirmişti. Sonra tedavim sürdüğü aylarda geceler boyu, göndermediğim o uzun ‎mektubu yazmıştım Uğur Mumcu’ya.‎
Onunla paylaşmak istemiştim ocak açmazlarımı… Bu açmazlarıma sonra O da ‎eklendi…‎
Bir de şiirimi eklemiştim, mektubun sonuna:
AYNADA ÂDEM BABA
âdem baba baktım
bir gün aynaya
düş kurdum beş on dize
bir gün gelip sorduğunda:‎
‎-nedir şu bedenindeki
kurur dere yatakları
krater göl ağızları ?..‎
demeliyim ki oğluma
‎-şimdilerde masal yavrum
bir zamanlar bu ülkede
satılmış soysuzlar vardı
bunlar onur belgelerim
o günlerin yadigârı
Henüz gerçekleşmedi. Hiç de olmayacak bir düş değildi.‎
Bu ocak da kar yağdı, Ankara’mıza. Silip süpüremedi, “sanatın yüzündeki tükürüğü”. ‎Hangi kar temizler ki böylesi kara kiri. Tarih örtebildi mi Sokratlı, Galileli, Bedrettinli ‎ayıbı.‎
Sanata tüküren bir densizi getirdiler başkentliler, Başkent’in başına…‎
Neydi bu sütunun adı !..