12 Eylül Faşist darbesinde yüzbinlerce Devrimci, Aydın, gazeteci, işçi, öğrenci, öğretmen, bilim insanı gibi bende gözaltına alındım. Malum işkence ve sorgulardan sonra Mamak Cezaevine attılar. Öğrenci olduğum için düzenli bir gelirim yoktu. Ailem de yoksul olduğu için avukat tutacak ekonomik güçleri yoktu. Bir tek eşimin maaşı dışında bir gelirimiz ve birikimimiz olmadığından avukat tutma konusunda sıkıntılar yaşadık. Benim içeri girmeden önce tanıdığım Niyazi Ağırnaslı ve yanındaki genç avukatlar vardı. Eşimi onlara yönlendirdim. Sağolsunlar hiçbir ekonomik kaygı duymadan hemen avukatlığımı üstlendiler. Mahkemelerime girmeye başladılar. Avukat görüşlerime geldiler. Savunmamı yaptılar. Bu gün hala o onurlu avukatlarla gurur duyuyorum. Bir gün mahkemeye götürmek için koğuştan aldılar ve tekme tokat ring arabasına bindirdiler. Ring arabasında konuşmak, birbirine bakmak, işaret etmek yasak. Hatta konuşmasan bile “niçin konuşuyorsun” diye, “niçin bakıyorsun” diye keyfi dayak atıyorlar. Mahkemeye ağzı burnu kan içinde çıksak bile hakimler, savcılar görmezden geliyor. Şikâyetlerimiz hiç dikkate alınmıyor. Bu nedenle ring arabasında kim var kim yok bilmiyorsun. Bizde genelde baksakta bakmasakta dayak yediğimiz için bakmayı hatta tanıdık biri varsa selamlaşmayı tercih ediyoruz. O gün normal tanıdıkların dışında kimse gözüme çarpmadı. Bir iki yeni insan vardı ama pek tanıdık gelmedi. Normal dayağımızı afiyetle yiyerek mahkemeye çıkacağımız sadece tutukluların olduğu bölüme geldik. Gerekli “tekmil” ve komutlardan sonra yan yana dizdiler bizi. Dikkatimi çekti. Yanımdaki tutuklu sürekli göz ucuyla bana bakıyor. Dikkatlice baktım, Gözüm bir yerden ısırıyor ama nerden diye kendi kendime düşünüyorum. Dayanamadım “Kardeş siman tanıdık ama kusura bakma, çıkartamadım” dedim. Tutuklu arkadaş cevap verdi” Hani senin bir avukatın vardı ya, Şimdi yok. Şu anda Mamak cezaevinde tutuklu ve senin yan tarafında oturuyor.” Saçlarını kesmişler, bıyıklarını kesmişler, hırpalanmış, işkence görmüş avukatımı tanıyamadım. Bir süre sonra tahliye olup avukatlığıma devam etti. Yanındaki diğer avukat arkadaşta Gölbaşında işkence edip öldü diye yol kenarına atılmış. Sonradan haberim oldu. Şimdi zaman zaman bir araya geldiğimizde o günleri konuşuruz. 12 Eylül cuntacılarının yargılandığı davada, işkence davalarında, halka ve demokrasiye karşı işlenen insanlık suçu davalarında yanımızda olan avukatlara teşekkür ediyorum ve “Avukatlar günü” nü kutluyorum. Demokrasi ve insan hak ve özgürlüklerini savundukları için, Çevreyi doğayı savundukları için, Ezilenden yana olup ezene karşı çıktıkları için, Haktan hukuktan yana olup büyük bedeller ödedikleri için Avukatlar günü”nü kutluyorum. Bu gün 5 Nisan “Avukatlar Günü”. Boş bir Avukat cübbesi paylaşıyorum. Bu cübbenin içini dolduran avukatların “Avukatlar Günü”nü kutluyorum. “Hukuka, ahlaka, mesleğin onuruna ve kurallarına uygun davranacağıma namusum ve vicdanım üzerine and içerim.” Yeminini etmiş ancak ettiği yemini unutmuş, paranın esiri olmuş, Sermaye adına eli halkın cebinde olan Avukatların, Tarafını Emekten yana seçmeyen Avukatların, Demokrasiden yana olmayan Avukatların, Halktan yana, yoksuldan yana, ezilenden yana olmayan Avukatların,

Zulme zorbalığa karşı çıkmayan avukatların,

Avukatlar Gününü kutlamıyorum.

Hüseyin Esentürk.