Güner Yalçın

Şevket Süreyya Aydemir’in  “Tek Adam” adlı kitabı, çoğu kişilerce bilinen ünlü bir başyapıttır. 1963-1965 yıllarında üç cilt olarak yazılan ve Mustafa Kemal Atatürk’ün yaşamöyküsü olan bu yapıt, inanıyoruz ki şimdiye dek, yüz binlerce, belki de milyonlarca kişi tarafından okunmuştur.

Kitap yalnızca Atatürk’ün yaşamını anlatmakla kalmaz, 19. yüzyılın sonlarından başlayarak ölümüne dek geçen süreci siyasal, toplumsal, ekonomik ve kültürel yanlarıyla yansıtır. Özellikle Ulusal Kurtuluş Savaşı, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin oluşumu, Cumhuriyet’in kurulması, Kemalist Devrim’in süreçleri ve bu süreçlerdeki tartışmalar, karşı çıkışlar, bir roman akıcılığı içinde ustaca anlatılır. Savaşlarla, yoksulluk ve yoksunluklarla dolu yıllarda iyice yorgun ve bitkin düşen bir ulusun, oldukça canlı ve devimsel(dinamik) bir devlet kuruş ve bu devleti donatış aşamaları bir masal, bir destan sıcaklığında sunulur okura.

Şevket Süreyya Aydemir, Atatürk’e niçin “tek adam” demiştir?

Evet, Mustafa Kemal Atatürk  “tek adam”dır; ama olayların akışı içinde Mustafa Kemal’in tek adam gibi davranmadığı görülür. Onun güçlü önsezileri, en olumsuz koşullarda bile yaşama hep olumlu bakışı, derleyip toparlayıcılığı, kararlı ve tutarlı kişiliği, onu “tek adamlık” düzeyine taşımış, ama o kendisini her zaman “bizlerden biri” gibi saymaya özen göstermiştir. Mustafa Kemal Atatürk tek adam değildir, bir “lider”dir. İleriyi gören, herkesi sevgiyle kucaklayan; usun, bilimin yapıcılığına ve öncülüğüne inanan ve ulusunu buna göre yapılandırmaya çalışan bir lider…

Aydemir’in yapıtında Mustafa Kemal’in tek adamlığı değil, işte bu liderliği öne çıkmaktadır.

Nitekim, yaşamının her aşamasında üstün liderlik özellikleriyle hareket etmiş, ulusunun çıkarları neyse, bunları güvendiği, en yakın bulduğu donanımlı kişilerle paylaşmış, yapılması gerekenleri onlarla birlikte kararlaştırmış ve uygulamıştır. Bunun en somut örneği; yaşamının en zor dönemi olan Ulusal Kurtuluş Savaşı yıllarıdır; o yıllardaki büyük sıkıntıları, kararlı ve inançlı birçok insanla paylaşmasıdır ve başarıyı birlikte yakalamalarıdır.

Mustafa Kemal bu kutsal savaşa tek başına mı karar verdi? Anadolu’ya tek başına mı geçti? Değişik yerlerdeki kongreleri, toplantıları tek başına mı yaptı? Arkadaşlarıyla birlikte halka verdiği güvenle, kısa sürede binlere, on binlere ulaşmadı mı? Her inancı, her etnik yapıyı ortaklaşa kucaklamadılar mı? Ülkeyi ahtapotun kolları gibi sarıp sarmalayan emperyalistleri, hep birlikte püskürtmediler mi? Gerek yakınındaki bazılarının, gerekse TBMM’nin, kendisine tek adamlık önerisine karşı çıkan da bizzat kendisi değil miydi? TBMM’yi ise tek adamlığı önlemek, katılımcılığı ve paylaşımcılığı sağlamak için oluşturmamış mıydı?

Kısacası Mustafa Kemal bir “tek adam” değildi; paylaşımcı, kucaklayıcı bir “lider”di, bir halk önderiydi.

Savaş sonrası yaptığı her yeniliğin, her devrimin özünde de onun bu paylaşımcı ve kucaklayıcı liderliği yatmaktadır.

Önümüzde bir halk oylaması var. Anayasada yapılan değişiklikler oylanacak. Bu değişiklikler kamuoyu önünde epey süreden beri tartışılıyor. Ama ne tartışma!… Oldukça çirkin bir siyaset diliyle… “Terbiyesiz, alçak, yalancı, müfteri, aldandık, kandırdık, kandırıldık, çapulcu, abidik kubidik…”  İtici, öteleyici, ayrıştırıcı, aşağılayıcı, argolarla dolu, yüksek perden bir hakaret dili… Gerçekten lider olan bunu yapmaz, yapamaz. Bugün ne yazık ki lider yok; genel başkanlar, genel başkanlıktan gelenler ve onlara öykünenler var… Lider hakaret etmez, lider argo konuşmaz, lider bağırmaz… Lider; sevgi, saygı bütünlüğü içinde herkesi kucaklayıcı, bütünleştirmeye çalışıcı, tutarlı, düzeyli bir dil kullanır…

Değişikliklerin tümüne birden bakıldığında,  Anayasanın bütünlüğünün “tek adamlık”a indirgendiği görülüyor:

*Yürütme tek adama bağlanıyor.

*Yasa yapma, bütçe hazırlama yetkileri tek adama veriliyor.

*Yüksel yargı organlarının üyeleri ve tüm üst düzey kamu yöneticileri tek adamca atanıyor, tek adamca görevden alınabiliyor.

*Bakanlık ya da bir başka birim kurma ve kaldırmaya tek adam yetkili kılınıyor.

*Tarafsız olması gereken Cumhurbaşkanlığına ve taraflı olan siyasal parti genel başkanlığına tek adam gelebiliyor.

*OHAL yetkisi tek adama aktarılıyor.

*Tek adam bunca yetkilerle donatıldığı için, Meclis önemli oranda işlevsiz hale geliyor; güvenoyu ve gensoru Meclis’in elinden alınıyor; üstelik üye sayısı 600’e çıkarılıyor.

Yapılan 18 maddelik değişiklik incelendiğinde tek adama verilen yetkilerin bunlardan çok daha fazla olduğu görülecektir.

İşte size iki tablo…

Biri; tek adamlığı dışlayıp, her inancı, her etnik kimliği, her görüşü, her rengi kucaklayan; iyiyi, kötüyü, güzeli, zoru, kolayı paylaşan; ortak us’u ilke edinen; tüm ulusun adeta duyuncu(vicdanı) olabilen liderlik tablosu…

Öteki; tüm yetkileri tek bir kişide toplayan, ulusun geleceğini belirsizliklere sürükleyebilecek olan, ortak us’tan, ortak duyunçtan uzak tek adamlık tablosu…

İlk tablo da bizim, ikinci tablo da…

İlk tabloyu iliklerine dek yaşamış olan değerli yurttaşım, artık söz senin:

EVET mi, HAYIR mı?…