Karga Gak Demeden
Ömer ŞAN

Kendi çapımızda gazeteciyiz ya… Eleştirilsek, yerilsek ve hatta sövülsek de mesleğimiz bu…

Ve dünyaca ünlü yazar George Orwell’in dediği, “Gazetecilik, birilerinin basılmasını istemediği şeyi yayımlayabilmektir! Geri kalan her şey, halkla ilişkiler faaliyetidir…” tanımlamasının ilk kısmını yerine getirmeye çalışıyoruz!
Sorun acaba bizde mi, diye dönüp dolaşanlara ince bir gönderme olsun diye alıntıladık bu giriş kısmını… Hani, inandıkları dinin ilk emrini ve hatta iki ve üçüncüsünü dahi yerine getirmeyen sözde ‘inanmış’ zevatın okumamış olmasını yadırgamaya da gerek yok yani!

Yaş çay kampanyası 3 Mayıs’ta açıldı… Çay fiyatını açıklamak için Rize’ye gelen Bakan Çelik, sanki yeni açıyormuş gibi konuşarak; hala ‘1 bardak çay ile 1 tek simit’ hesabı yapılan yaş çaya 2 Lira fiyat açıklayıp, Dünya Bankasınca karşılanan 13 Kuruş’u da destek olarak yanına koydu, vergisi de içinde elbette!

Stopajı, Borsası, Ziraat Odası, alt yada üst kurulu derken, gerisini siz hesap edin inceden… Bulursunuz!

Yaş çayda kayıt dışı çalışan yabancı işçiler batmıştı önceleri gözüne birilerinin. Fabrikalarda çalıştırılanları görmezden hem de… Kaçağı, göçeği, sahtesi ve hatta özelinden kırpılanı, düşük fiyatlarla yapılan alımları nerden hesaplarsanız hesaplayın, sektörün devasalığını çıkartırsınız ortaya…

Hani fiyat açıklandı ya… Birileri hala laf dolandırıyor! Özellikle de şu, ‘taban fiyat’ ifadesi, oldukça zorumuza gidiyor ama çayda artık bu uygulamaya geçilmesi zorunlu olmalı…

Bugüne kadar yaş çayda uygulanan fiyat ‘taban fiyat’ olmadı hiçbir zaman… Hiçbir zaman çayda ‘Taban Fiyat’ şeklinde bir fiyat açıklaması da olmadı…

Açıklanan, Çaykur’un yaş çay alım fiyatıdır! Özel sektör ise şark kurnazlığıyla bu fiyatın üzerine yatmaktadır!

‘Taban Fiyat’ derseniz, hiçbir firma veya işletme, bu fiyatın altına inemez demektir! Oysa ki yaş çayda yıllardır böyle bir uygulama yoktur!

Çünkü, resmi prosedürde çay bir tarım ürünü değildir! Desteklenmektedir ama destekleme kapsamındaki tarım ürünü de değildir! Endüstrisi vardır ancak endüstri ürünü de değildir, sanayisi de vardır ancak çay, ne yazık ki bir sanayi ürünü de değildir!

İlle de ‘Taban Fiyat’ vurgusu veya ifadesi kullanılacak ve böyle olması gerekiyor ise, bunun mücadelesi nasıl olacaksa hep birlikte verilmeli; öncelikle çayı ‘bitkisel ürün’ değil de ‘tarım ürünü’ olarak tescillettirip, bu kapsama aldırılmalı!

Eğer bir uygulama olacaksa bu, TBMM’de dolandırılan ve hatta Bakanlar Kurulu’na ‘sevk’ edildiği ifade edilen Çay Kanunu Taslağında da mutlaka bu ifade yer almalı!

Ancak unutmayın ki, bu sene de açıklanan, ‘Taban Fiyat’ değil, Çaykur’un üreticiden alacağı yaş çay fiyatıdır!

Alıntıya devam… Pek de beğenmem ama Ahmet Hakan sormuş… “Statlara çatır-çatır ‘Arena’ ismi verilirken, Devletin başında kim vardı? İsmet Paşa mı vardı? Kılıçdar mı vardı? CEHAPE zihniyeti mi vardı?” Peki, sizce?

Alıntılar devam ediyor ancak, kim derlediyse emeğine sağlık! Başlığı, “Alkışlar Bu Çılgın Türklere(!)”

“Kaza mahallinde elinde cep telefonuyla koşturup, ‘112’nin numarası neydi’ diye bağıran sarışına…

Birbirlerine ana-avrat küfür eden iki kişinin arasına girip,ikisine de birer tokat atıp, ‘Analar kutsaldır, onlara küfür etmeyin o… çocukları’ diyen Karadenizli ağır abiye…

Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinde, AIDS’in açılımını, ‘(A)laha, (I)syan eden (D)eyyusların, (S)onu’ diye açıklayan hocaya…

Beşiktaş-taksim minibüsünde yanındaki arkadaşına: ‘Şekerim 5.defa girdim ÖSS’ye ama yine kazanamadım. Gidicem sonunda Amerika’ya o olacak. Böyle böyle beyin göçü oluyor işteaa’ diyen kıza, ‘Sen git Amerika’ya masraflarını ben karşılayacağım’ yanıtını veren yaşlı amcaya…

İlkokul 5.sınıf Fen Bilgisi sınavının, ‘Hacim nedir? Bir örnek vererek açıklayınız’ sorusuna, ‘Hacdan gelenlere hacim denir. Örnek, nasılsın hacim’ yanıtını veren süper öğrenciye…

Lise Edebiyat kitabındaki metni sınıf huzurunda sesli okurken V.Hugo’ya, 5.Hugo diyen öğrenciye… Alkış!..

Ve de… ‘Ak Parti, FETÖ ile hiçbir ilişkiye girmeyen ve FETÖ’ye karşı büyük mücadele veren tek partidir’ diyen Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’a… Kocaman bir alkış…”

Köse’nin Bayramali, “Kaybedilen yerlerin fetih yıldönümü kutlanmaz biliyor musun hacı” başlığı ile ince bir gönderme yapmış yine: “564. mü kutlanacak? Eğer Atatürk ve Kurtuluş Savaşı olmasaydı 466. yıldönümü dahi olamayacaktı İstanbul’un kurtuluşunun! Şimdi otur ve bu fırsatı sana verdiği için minnet duy ve gelecek 19 Mayıs’ta yaptığın haksızlığı telafi eyle.

İstanbul’un düşman işgalinden kurtuluşu… (Padişah tarafından İngilizlere ikram edilmişti.) 6 Ekim, İstanbul’un kurtuluşu. 1923 yılında İstanbul, 4 yıl süren düşman işgalinden kurtuldu. 5 Ekim 1923’te şehrin Anadolu yakasına gelen Türk Ordusu, 6 Ekim 1923 günü coşkun bir bayram havası içinde, sevinç gözyaşları arasında ve çiçek yağmuru altında İstanbul’a girdi. Böylece 5 yıl kan ağlayan güzel İstanbul kurtulmuş oldu…”

Hadi bakalım… Son noktalı vurgu İlber Ortaylı’dan gelsin: “Bu oruç ne garip şey ya!.. Bir lokma ekmek yiyorsun bozuluyor ama milyonların hakkını yiyorsun, bozulmuyor?..”