Star Gazetesi yazarı Ahmet Kekeç, 8 Haziran tarihli köşe  yazısına, “Darbenin siyasi ayağını bulma kılavuzu” başlığını atmış.

Türkçe’mizde, güzel, ve özlü bir söz var. “Kılavuzu karga olanın”diye başlar. Kekeç’in yazısı, işte bu sözü hatırlıyor. Hatırlayınca da, sözü “kılavuzu Kekeç olanın” diye değiştiresi geliyor insanın.

Kekeç yazısına başlarken sorduğu, “darbenin siyasi ayağı olur mu” sorusunu ” elbette olur” diye yanıtladıktan sonra, “bunu anlayabilmenin iki yolu vardır” diyerek devam etmiş.

“BİR: Darbeden sonra (başarılı olmuş bir darbe ise), memleketi kimlerin yönettiğine, devlet katlarında hangi kadroların görev aldığına, hangi tür siyasete ya da siyasetçilere meydan verildiğine, kimlerin önünün açıldığına bakılır…

1960 darbesine bu nazarla bakabilirsiniz.

Darbeden sonra, “iktidarı beklenenler”in önü açıldı.

Bürokratik kadrolar, işbaşında olması istenenler tarafından dolduruldu ya da işgal edildi.

Hadi açık konuşalım:

Darbeciler, Bayar-Menderes ikilisinin gitmesini, İsmet Paşa’nın gelmesini istiyordu.”

Buraya kadar pek önemli bir sorun yok. Söylenenlerin tamamına katılmasa da, o dönemi yaşayan, gelişmeleri şöyle böyle bilen insanların anlayabileceği tesbitler bunlar. Zaten Kekeç’de buraya kadar fazla kekelemeden yazmış yazısını.

Yazarın bu gidişle, “başarıya ulaşmış” diğer; 12 Eylül, 28 Şubat darbelerinin, kimlerin yolunu nasıl açtığını anlatacağını bekliyor okur.

O da ne?

Darbenin başarısını/başarısızlığını ıskalayıp, “İKİ- Darbeyi, “aranır”, “özlenir” hale getiren ve “tek seçenek”miş gibi sunanlara bakılır.” Dedikten sonra, “Bunlar siyasi partiler olabilir, sivil toplum kuruluşları olabilir, iş çevreleri olabilir, bürokrasi olabilir…” diyerek kekelemeye başlamış…

12 Eylül darbesini kim “aranır” “özlenir” hale getirmiş, kim “tek seçenek”miş gibi sunmuş? Kekemelik özründen dolayı olsa gerek, somut bir şey yazmak yerine şöyle köşesiz bir şeyler yazmış.

“Başta bürokrasi olmak üzere (faaliyetlerini “gizli servis” üzerinden yürütüyordu), bilumum iç ve dış odaklar, ülkede darbeyi elzem hale getiren siyasi bir iklim oluşturdular.”

“Dala budağa yapışmak” mı denir buna, yoksa “ipe un sermek” mi? Buna siz karar verin.

Kekeç’in kekemelik özründen dolayı bir türlü söyleyemediği bu gerçeği bir solukta biz söleyelim. Bu darbenin arkasında “gizli servislerin”, “dış odakların” parmağı yok mudur. Elbette ki vardır. Olmaması “eşyanın tabiatına aykırı”dır. Ama darbeyi tek bu gerekçeyle açıklamak: işte kekelemek dediğimiz şey budur. Bu konuda, bir solukta söylenecek gerçek şudur. 12 Eylül darbesi, Türkiye burjuvazisinin bir tezgâhıdır. Önünde de, arkasında da o vardır.

12 Eylül darbesini, ülkede sermayenin önünü açmayı amaçlayan 1980 24 Ocak ekonomik karalarından -ki mimarı Özaldır- bağımsız olarak değerlendiremezsiniz. Sözkonusu karaların demokratik bir sistem içinde uygulanması mümkün değildi. Bunun için toplumsal muhalefetin ezilmesi gerekiyordu. Bu, bir darbeyle mümkün olabilirdi ancak. Darbe yapıldı, muhalefet silindirle ezilir gibi ezildi.

Darbe sonrası, MESS (Madeni Eşya Sanayicileri Sendikası)  başkanı iken, işçi sendikalarına karşı militan bir işveren sendikacılık anlayışı geliştiren ve 24 Ocak karalarının mimarı Özal’ın Ekonomiden sorumlu devlet bakanı yapılması, TİSK Başkanı Halit Narin’in işçilere nisbetle “şimdiye kadar siz güldünüz, şimdi gülme sırası bizde” diye ettiği laf; 12 Eylül darbesinin gerçekliğini bütün çıplaklığı ile ortaya koymaktadır. Bunu ötesinde, bu darbenin arkasında, önünde “iç mihrak, dış mihrak, gizli servis, açık servis, sivil toplum v.s.” aramak yada başarıya ulaşmış iki darbeden birini “darbe sonrası sonuçlardan kimlerin yararlandığına, kimlerin yolunun açıldığına” bakarak “darbe ayağı” tesbit etmek, diğerinde sadece kekeleyen bir dille, “darbe ortamını hazırlayanlar” üzerinden değerlendirmek, bir şeyleri gizlemek gibi art bir niyet yoksa, cehalettir.

Bu nedenle Kekeç’in yazısında “İKİ” dedikten sonra yazılanların tamamı kafa karıştırmaya yönelik manüplasyondur. Cehaletten değil, kasıtla yapılmıştır. “BİR” inci şıktaki kriterler üzerinden bir değerlendirme yapacak olsa, bu darbenin Turgut Özal ve şurekasının önünü açtığını, dahası, “Türk İslam sentezi” tezleri ile bilahare Tayyip Erdoğan’ın yürüyeceği yolun taşlarının döşediğini yazmak zorunda kalacaktı.

Kekec, her nedense,sorumlularının “balans ayarı”ya da “postmodern darbe” dedikleri -ki AKP iktidarının üzerinde en çok tepindiği darbedir- 28 Şubat darbesine değinme gereği hiç duymamış. Direkt 15 Temmuzu ele almış.

Yazı çok uzayacak.

Bir dahaki yazıda sohbetimizi  28 Şubat ve 15 Temmuz üzerine sürdürmek  dileğiyle, bu günlük bu kadar…