HDP Diyarbakır Milletvekili Sibel Yiğitalp, Mecliste düzenlenen bütçe görüşmelerinde Sağlık Bakanlığı bütçesi üzerine değerlendirmelerde bulundu. Yiğitalp, şu ifadeleri kullandı:

Sağlık Bakanlığı, en basit hâliyle, adından da görüleceği üzere sağlıktan sorumlu fakat Hükümetinizin politikalarıyla birlikte sağlıksızlık üzerine kurgulanan bir bakanlık. Ama sağlıkta dönüşüm politikasının yansıması sonucu sağlığı bozulmuş mutsuz bireyler ve toplumla karşı karşıyayız. Bir bütün olarak aslında Türkiye halkları şu anda hem mutsuz hem sağlıksız.

Bakanlığınız sağlıksızlıktan para kazanmaya başladı 

Bakanlığınız sağlık kurumlarını şirketleştirerek bu hizmetin sosyal rolünü kaybettirdi ve sağlıksızlıktan para kazanmaya, hatta daha çok nasıl para kazanabilir onun çalışmasını yürütmeye başladı. Bunu nereden anlıyoruz? Bunu özel hastanelerin artmasından anlıyoruz. Bunu nereden anlıyoruz? Devlet hastanelerinde şirketlerin ve şirketleşmenin sürekli önünün açılmasından anlıyoruz. Bunu nereden anlıyoruz? Şehir hastanelerinin oluşturulmasından anlıyoruz. Bunu yine nereden anlıyoruz? Hastanelerin âdeta bir fabrika gibi çalışmasını esas alan politikanızdan anlıyoruz.

Yurttaş sağlık giderlerini cebinden ödüyor

Peki, sağlığa bütçeden ayrılan para miktarı nedir? Yüzde 5’tir. Bir de bunun kendi içindeki farklarını söyleyeyim: Bu payın sadece yarısı hastanelere ayrılmış. Hastanelere ayrılan paranın da yüzde 78’i personel giderleri. Bu durumu hesaba kattığınızda, sağlık harcamalarının neredeyse tamamı yani yüzde 92’si SGK aracılığıyla yani çalışanlardan alınan primlerle karşılanıyor. Aldığınız vergileri sağlığa değil saraya, savaşa, sermayeye harcadığınız, sağlık, eğitim gibi kamusal, toplumsal hizmetlere harcamadığınız için halk sağlığı giderlerini, sigorta primi, katkı payı, ilave ücret, fark ücreti, otelcilik hizmeti gibi 14 kalemde yurttaş cebinden ödemek zorunda kalıyor.

Hükümetin sağlık sisteminin özü: Paran varsa yaşarsın, paran yoksa ölürsün

Tüm bunları ortak değerlendirdiğimizde yatırım da dâhil olmak üzere personel giderleri dışında neredeyse pay ayrılmamış olmasıyla, biz, sağlık hizmetinde ancak ücret ödenmesi gibi bir mantıkla karşı karşıyayız. Dolayısıyla, bunun özü şöyle oluyor: Paran varsa yaşarsın, paran yoksa ölürsün.

Sağlık, piyasaya kan veren bir tüketim aracı olmamalıdır. Sağlık doğaya, yaşama, insana saygı duymalı ve insan odaklı olmalıdır. Sağlık sadece hizmet alanı değil aynı zamanda kültürel bir yapıdır. Fakat kültürel yapının da en önemli ayağı nedir? Koruyucu sağlık hizmetleridir. Sosyal devlet olmanın da gereği koruyucu sağlık hizmetleri üzerinden hizmet üretmektir. Bunu nereden yapıyor? Bunu aile hizmetleri üzerinden yapıyor. Peki, aile hizmetlerine baktığınızda, aile hekimlerine baktığınızda, aile hekimlerinin mevcut durumu nedir? Onlar da kendi içinde bir rekabete dönüştü. Tamamen ticari odaklı, rant odaklı; buna mecburlar. Yani bu politika insanları birbirine rekabete zorluyor. Ekonomik endekse bakıyor ve dolayısıyla sağlık çok geri planda kalıyor. Ve sağlık hizmetleri üzerinden ayrılan koruyucu hizmetlerine baktığınızda, payı çok çok düşük bir rakam. Temel sağlık göstergelerine baktığınızda, yaşam beklentisi, bebek ölüm hızı, iyileştirme için yapılan koruyucu sağlık hizmetleri esas alınmalı ama bu da yok. Ve bunun gibi, verdiğimiz, ödenen paralar daha çok hastane, tedavi ve ilaçlara gidiyor. En maliyetli olan da şu anda baktığınızda tedavi hizmetleri ve hastanede yatış hizmetleri. Oysa koruyucu sağlık hizmetleri en uygun, en ekonomik ve bu Türkiye bütçesi açısından da en önemli, esas alınması gereken bir durumdur. Kişi başına koruyucu sağlık hizmetlerine ayrılan bütçe nedir? 97 liradır. Peki, kişi başına sağlık harcaması ne kadardır? 524 liradır. Yani bu çok büyük bir rakam, neredeyse 4 katı gibi bir rakama denk geliyor. Yani Hükümet hasta olmamamız için 97 lira harcarken, hasta olduğumuzda 524 harcıyor.

Koruyucu sağlık hizmetlerinin en önemli birimi olması gereken Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın ilk aşaması, aile hekimliğinin özgür, eşit ve herkese ücretsiz sağlık hizmetleri vermesi üzerinden konumlandırılması gerekir. Ama bu da performans eksenli, rekabet eksenli gidiyor.

Bakanlık hastayı müşteri olarak gören bir bakış açısına sahip 

Bunun dışında görüyoruz ki, hastayı müşteri olarak gören bir hizmet ve bakış açısına sahip Sağlık Bakanlığı. Müşteri olarak görmesi daha çok kazanmayı, şirketleri daha çok kazandırmayı, sermayeyi daha çok kazandırmayı esas aldığı için, dolayısıyla insanlar daha fazla hasta olmak zorunda ve o hastalıktan daha çok para kazanmak zorunda. Kazan, kazan, kazan mantığıyla bakıyor buraya ve bu, gerçekten kamusal hizmet olarak baktığınızda kamusal hizmet değil, tamamen ticarileşen, tamamen şirketlere havale edilen ve onun üzerinden paraya dönüşen bir mevcut durum.

AVM’ye dönüşen hastaneler 

Peki, koruyucu sağlık hizmetlerinde durum bu iken, bakalım hasta olduğumuz zaman neler yaşıyoruz; hastalara sunulan hizmetler ve hastaneler ne durumda? “Hastane” dediğimiz zaman ilk aklımıza gelen şehir hastaneleri; kamu-özel iş birliğiyle hazırlanmış ve bunu “ginger”larla süsleyen, AVM’ye dönüştüren, büyük, devasa koridorları olan, devasa odaları olan, birbirine ulaşımı, erişimi çok zor olan mekânlardan bahsediyoruz. Bu mekânlar öyle mekânlar ki koridorlara “Kaybolursanız lütfen bu numarayı arayınız” diye mesaj var. Böyle tersinden, trajikomik bir durum.

Şehir hastanelerinde sınıf farkı gözeten anlayış var 

Şehir hastanelerinin dışında bir de ne var? Şehir hastanelerinin içinde süit odalar var yani kendi içinde sınıf farkı gözeten, kamusal hizmet olan ama kendi içinde özelleştiren, hizmetinde sınıf farkı esasına dayanan bir hizmet anlayışı var.

Şehir hastanelerinin maliyeti ne? 

Şehir hastanelerinin kamuoyuna maliyetini bilmiyoruz. Şehir hastaneleri konusunda Bakanlığınız tarafından hiçbir veri açıklanmıyor; ya açılan mahkemelerden ya da basında yer alan haberlerden bilgi alabiliyoruz. Bu konuyla ilgili birçok defa konuştuk, “Kamuya, zarardan başka bir şey getirmeyecek” dedik ama buna rağmen devam eden bir ısrarınız var. Nesillere bir borç yükü aktarılıyor, bunu nasıl açıklayacağız? AVM mantığıyla yaptığınız, hasta garantisi verildiği ve kredilerine kefil olunduğu bu hastane görünümlü şirketlerin kamuya yararını açıklamanızı istiyoruz. Bakanın özellikle şehir hastanesi konusundaki bakış açısını çok merak ediyoruz. Aynı zamanda, bu şirketlerle yapılan sözleşmelerde maliyeti nedir? Bizim yapmış olduğumuz hesaplamalara göre 4 – 5 yılda bu kendini amorti ediyor, sonrasında 20 yıl boyunca ödenen kiralar tamamen sermayeye kâr olarak kalıyor, bunu nasıl açıklayacaksınız.

Bununla birlikte, son beş yılda sağlık emekçilerine yönelik yaklaşık 40 bin şiddet olayı gerçekleşmiştir, günde ortalama 22 sağlık emekçisi şiddet görmüştür. Dizilerde sağlık emekçilerine açık şiddet çağrıları vardır ve bu açık şiddet çağrıları insanları buna özendirmektedir.

Sağlık çalışanlarına yönelik şiddetin, ekip uyumu, sağlık biriminin yönetici desteğiyle negatif, hasta sayısıyla pozitif ilişkisi vardır. Çok hasta bakmak, orada hekim ve sağlık çalışanlarının tahammülünü, çalışma azmini, motivasyonunu bozduğu gibi, oraya giden hastayı da aynı tahammülsüzlükle karşı karşıya getiriyor, dolayısıyla, bunlar, şiddeti körükleyen ve şiddet zemini yaratan sebeplerden biridir. Hükümet, bunun üzerinden de bir siyaset, bunun üzerinden de akılcı bir mantık, akılcı bir politika üretmek gibi bir sorumluluğa sahiptir. Bunun dışında, bu şiddeti durdurabilmek için hızlıca ortak bir yol almanın, biz, buradan direkt teklifini sunuyoruz; nasıl yol alınabilecekse, biz, parti olarak da bunun önünde, çalışmasında hazır olduğumuzu tekrar deklare etmek istiyoruz.

Sağlık bireysel bir mesele değildir. Sağlık, koordineli yürütülen, çalışma barışını esas alan, toplumsal barışı esas alan ve herkesin kendini güvende hissettiği bir yaşam biçimi ile gerçekleştirilir. Burada rolü sadece Sağlık Bakanlığı değil, bir bütün olarak bütün bakanlıkların, vekillerin ve toplumun önde gelen kanaat önderlerinin, STK’ların, sivil toplum örgütlerinin de fikri ve onların da ortaklaşmasıyla, ortak bir yol haritasıyla bu iş çözülebilir. Bunun en yegâne çözümü, her zaman söylediğimiz gibi kalıcı barıştır, onurlu barıştır, bu da KHK’lar üzerindeki OHAL’in, devam eden KHK’larla insanların bir gecede işsiz kalmasını engelleyen bir siyasetle ancak gerçekleşebilir.

Sürekli ticarileşen bir zihniyet 

Hükümet’in politikaları bize şunu gösteriyor ki özel sigortacılık mantığıyla yapılan sigortalar işletmeye başlayacak. Yani herkes temel bir sigorta yaptırmak zorunda kalacak ve tedavisi, maliyeti yüksek olan hastalar ek bir prim ödemek zorunda kalacak. Yani özel sağlık sigortaları zorunlu hâle gelecek, özel sağlık sigortalarında prim daha yüksek bir rakamdan ödenecek, eğer rahatsızsa onun için ayrıca bir prim ödemek zorunda kalacak; kendi içinde sürekli ticarileşen, kendi içinde “para, para” diye bakan bir zihniyete sahip.

Atamalarla ilgili net bir cevap bekliyoruz

Yıllarca okuyup atama bekleyen yaklaşık 500 binin üzerinde sağlık emekçisi var arkadaşlar. Bunların içinde anestezi teknisyenleri var, anestezi teknikerleri var, patoloji var, patoloji teknikerleri var ve bize sürekli ulaşıyorlar. Mağdur edilen, sürekli talep eden ama bir cevap alamayan bu yurttaşlarımızın da, sağlık emekçilerinin de sorunlarının çözülmesi üzerinden mutlaka ve mutlaka bir siyaset geliştirilmelidir. Buradan somut bir cevap bekliyoruz. Lafı dolandırmadan, mevcut durumu bize aktaracak bir cevap bekliyoruz.