DSC_9687A1A

Cerattepe ihanetleri ilk önce siyasette yaşanmaya başladı. Çünkü her gelen  hukümet burada madencilik yapmak için harekete geçti. Buna karşın Artvin halkı iktidarı, muhalefeti, STK’ları hep birlikte tek vücut olarak bunların karşısına dikildi.  Cerattepe, 1980’lerin sonundan itibaren bir çok tek başına yada koalisyon hükümetleri gördü. 2002 öncesindeki tüm iktidarların halka, hukuka adalete bir nebze de olsa saygısı vardı. Bilime, bilim insanlarına, kanunlara, mahkeme kararlarına saygı duyar, uyarlar, tartışmazlardı bile. Çünkü hükümetler şunu biliyorlardı. Biz millet tarafından belli süre için hizmet etme amacıyla  görevlendirdiği memurlarız. Her siyasi parti faniydi. Halk, millet yani devlet bakiydi.

Artvin Halkı bu madeni istemiyorsa, Bir il yok oluyorsa,  paha biçilemeyecek değerdeki bir dünya mirası  miktarı belli rakamlara, dolara endeksleyerek yok ediliyorsa buna dur diyenlere saygı duyulmalı, bu projeyi maden alanı dışına çıkartmalı diyen siyasiler oldu. On bin imza toplanıp dönemin Çevre Bakanı İmren Aykut’a teslim edilmişti. Anlayacağınız, bizi anlayan, dinleyen saygı duyan iktidarlar vardı. Bizi koruyan çevre yasaları vardı. Halkını aç gözlü maden şirketlerinden koruyan güçlü bir devlet nizamnamesi vardı. 2003 yılından sonra bunların hiç biri kalmadı.

Maden şirketleri  2003 sonrası istedikleri yasaları çıkarttırmaya başladılar. 5 Haziran 2004 yılında 5177 Maden Kanununda ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun kabul edildi. Ve 5 Haziran 2005 yılında yürürlüğe girdi. Bu kanunun çıakrılmasının ardından Türkiye’de satılmadık maden ruhsatı kalmadı. Çünkü kanun maden şirketlerine çok cazip fırsat sunuyordu. Bu kanun değişikliği  maden şirketlerinin tam  da istediği, hayal ettikleri bir şeydi. Zil takıp oynamaya başladılar. Ve 2025 yılına gelindiğinde   yaklaşık 63 bin maden  ruhsatı maden şirketlerine satılmıştı. İhale edilmemiş, satılmamış tek bir maden sahası kalmadı.

Bu maden şirketlerinin neredeyse tamamı yabancıydı. Bu kanun değişkiliğinde yabancı maden şirketlerinin mutlaka yerli bir firma ile ortaklık kurma zorunluluğu getirilmişti. Bunun nedeni de yarın halktan gelecek olan topraklarımızı ve madnelerimiz yabvancı şirketler istila etti diyerek top yekün  karşı çıkmalarını kırmak adınaydı. Bunda gerçekten başarılı oldular. Nerede maden çıkarılıyorsa önce yerli işbirlikçi, göstermelik maden şirketinin adı söyleniyordu. Oysa asıl maden şirketi yabancıydı.Bu şirketlerin isismlerini yeniden yayınlayacağım.,

DSC_8825a1a

Bunu Artvin’e de uyguladılar. Cerattepe’yi önce Kanada’nın  çevre katliamlarıyla sabıkalı  Cominco almıştı. Yıllarca sondaj yaptılar. Sondajlar sonucunda Artvin’de sular bozuldu. Bu sulardan içen hayvanlar öldü. Oradaki soğuksu çeşmesine “Bu su içilmez” tabelası astılar.  Henüz sondaj aşamasında bile Artvin’in suları kirlenmişti. Hayvanları zehirlenmişti. Ölen hayvanların nuımuneleri Erzurum’a gönderildiyse de bu numuneler bir şekilde kayboldu gitti!..

Artvin Halkı sadece Cerattepe’yi konuşurken 325’ten fazla maden ruhsatının satıldığını tüm dağlarında ilçelerinde maden projelerini öğrendiklerinde tehlikenin ne denli büyük olduğunun farkına vardılar. Ama siyasi erk yani iktidardan gelen açıklamalar halkı daha çok tedirgin ediyordu.

Yeraltındaki tüm zenginlikler ekonomiye kazandırılacak. Buna engel olan herşeyin önüne geçilecek. Karşı çıkanlar devletin zenginleşmesini istemeyen hain olarak ilan edilecek!. Buna engel olan en önemli engellerden birisi ÇED yani ÇEVRESEL ETKİ DEĞERLENDİRİLMESİ.  Bir de çevreye duyarlı mahkemeler vardı. O zaman buradan başlamak lazımdı. ÇED kanununu 6-7 kez değiştirdiler.  Madencileri çevreye değil, çevreyi madencilere uydurdular. Bu madencilere her türlü kolaylık sağlanıyordu. İşçiyi istedikleri gibi kendi belirledikleri şartlarda çalıştırabilirler. Sendika mendika , yok sosyal haklar, yok İLO milo onları bağlamayacak. Çıkardıkları madeninin madenin değerine göre %96’sı ve %98’i şirketin malıydı!.

2012-kafkasor-pankartlar_09

Bu şirketler yeraltı zenginliğini gün yüzüne çıkarırken istihdam sağladıkları içi %1’i  devlet tarafından iade ediliyordu. Bu şirketler çıkan madeni yurt dışına ihracat ettiklerinde yaklaşık %20 teşvik primini ise peşin alacaklar!. Örnek ise Karadeniz  Bölgesi’nden, çayeli Bakırlarından. Çayeli Bakırları her yıl Karadeniz İhracat şampiyonu olduğu için sürekli  hukümet tarafından plaketle ödüllendiriliyordu. Öyle ya bölgenin en büyük ihracatçısı  Çayeli Bakırları acaba neyi ihraç ediyordu? Lahana, fasulye mi? Ham maddeyi ihraç edip mamül olarak ithal edenler aynı şirketler.  Peki ne diyorlardı siyasiler, madenciler, Ülkemize şu kadar maden lazım, ama biz şu kadar üretiyoruz, şu kadarını  ithal ediyoruz?

O zaman ben siyasetçilere ve madencilere soruyorum. Maden eğer ülke ihtiyacı için çıkarılıyorsa, neden çamur fiyatına ham madde halinde dışarıya ihraç ediyorsunuz? Sonra mamül halinde neden ithal ediyorsunuz? Bu arada devletin ettiği zarar ne kadardır? Böyle bir maden kanunuyla çıkan zenginlik kimin kasasını yada cebini dolduruyor?

Bu arada akıllara 2023 yılında Lozan’da gizli maddenin sonu gelecek. Yani hedef 2023 diyorlar ya? Neyin hedefiyse, Ne kaldı şunun şurasında? 5 yılda  hangi hedefe varmış olacaksınız çok merak ediyorum. Ya siz siz merak etmiyor musunuz? Madeni devlet yani biz çıkaracağız yalanı bir çok cahilin ağzında dolaşıp duruyor.

Bu yalana inanaların bir tanesi sormuyor ki; O zaman bu kadar maden  ruhsatları yabancılara neden satıldı? Elde bir tane maden alanı kalmadı. Biz 2023 yılında ne çıkaracağız? Bu yalana inanlar bu soruyu da bir kere siz sorun. Maden belası ile HES belalarının ortaya çıkışları aynı dönemlere, aynı tarihlere denk geliyor. Peki bu sizce bir tesadüf mü? Maden bölgelerinde HES projeleri de . Özellikle Karadeniz’de Artvin’de. Bakın geriye doğru gidin 2005 yılından önce dere hesleriyle ilgili hiçbir söylem yoktur. Bu tarihten sonra derelerimiz uluslararsı su şirketlerinin istilasına uğradı.

2012-kafkasor-pankartlar_04

İstanbul Su Forumu’nun ilk toplantısı 5. Dünya Su Forumu’ndan bir ay önce, 14-15 Şubat 2009 tarihlerinde, bir hazırlık toplantısı niteliğinde gerçekleştirildi. 2011 yılında Forum, çalışma alanını genişletip konularını çeşitlendirdi ve Ortadoğu, Orta Asya, Doğu Avrupa ve Türkiye’nin su ile ilgili sorunlarına odaklanarak uluslararası bir boyut kazandı. 3-5 Mayıs 2011 tarihlerinde, “Bölgesel Su Sorunları ve Çözüm Arayışlarına bir İstanbul Bakışı” ana temasıyla düzenlenen 2. İUSF, 100’ü aşkın ülkeden 4 bin 500’den fazla katılımcıyı ağırladı. Bölgesel bir odaklanma ile düzenlenen 2. İUSF aynı zamanda 6. Dünya Su Forumu Avrupa Bölgesi Süreci’nin resmi hazırlık toplantılarından biriydi. Forum’da ayrıca, siyasi iradeyi bölgesel su sorunlarına yönelik harekete geçirmek amacıyla bir Bakanlar Toplantısı düzenlendi. 2. İUSF ertesinde hazırlanan sonuç raporları 2011 Stokholm Dünya Su Haftası ve 2012 yılında yapılan 6. Dünya Su Forumu etkinliklerinde tanıtıldı.  Bu tarihten sonra derelerimiz Ankara’da masa başında HES şirketlerine pazarlandı.

DSC_8936a1a

Artık dereler bize ait değildi. Şavşat Elmalı Köyünde bir vatandaşımız kendi imkanlarfıoyla su değirmeni yapmıştı. Dereden bir miktar su alıp değirmen e götürmeye kalkışınca derenin  Şavşat’a, Elmalı’ya geçtiği yerlere  Doğaya ait olmadığını, bilmem hangi bakanın oğluna , bilmem hangi futbolcuya ait olduğunu öğrendiğinde şok oplmuştu!. Yani şu 5 can alan Tigrat Deresinden bahsediyorum. Zaten Şavşat HES’lerle doldu. Kimse de engel olamadı. Bunu çok rahat yapmalarının ana kaynağı siyaset oldu.  Artvin’de HES yapılmayan tek ilçe Ardanuç. Ardanuç’ta da HES yapmak için girişimler devam ediyor. Oysa hiç olmasa bu ilçeyi HES siz bırakın. HES yapılmış ilçelerle HES yapılmamış ilçe arasındaki farkı görebilmek için Ardanuç’a bu projelerin yapılmaması için  haberler yaptık. Ardanuç Belediye Başkanı Yıldırım Demir, bu bağlamda önemli açıklamalarda bulundu. Ardanuç Derelerin Kardeşliği öncülük yaparak  bu konuda en etkin mücadele eden STK oldu. biz madene dönelim. Hes’ler madenlerle ilşkili olsa da  ayrı bir dosya konusudur.

DSC_0592a1a

Bir çevre gününde  (Dünya çevre günü 5 haziran’dır. Türkiye’de 5177 Saylı madenlerle ilgili kanun düzenlemesi 5 Haziran 2004’te  yapılmıştır. 5 Haziran 2005 yılında da Resmi gazetede yaımlanarak yürürlüğe girmiştir. Bu da ayrı bir ironi olsa gerek!) Maden ve petrol yasaları çıktıktan sonra ülkenin dört bir yanında maden araması, petrol araması yapılmaya başlandı.

Değerli dostlar yazının bu bölümünde 2013 yılında yazdığım makale yer alıyor. Bu makalede Ege’de yaşanan cerattepe benzeri bir sorunu ele almıştım.

Çıkış noktası son derece mantıklı, inandırıcı ve bu haliyle de birçok insanı ikna edici görünebilir. Memleketin madene, petrole ihtiyacı var. Biz bunları dışarıdan ithal edip çok büyük paralar ödüyoruz. Bizim ülkemizde yeraltında şu kadar trilyon dolar(!) (dikkat edin TL değil!!) yatıyor. Orda aslında çarıklı milyoneri mi oynayalım. Hem işsizlik var. 1 milyon üniversiteli boşta… Bunun gibi onlarca suni olarak yaratılmış olan sorunlar ve deyimler temcit pilavı gibi tekrar edilir. Halk bu işin tarafı yapılır. Ama sayfanın diğer yüzü hiç de öyle değildir.

Burada çok para kazanma hırsıyla yaşayan, büyüyen maden şirketleri var, doğayı korkunç derecede tahrip edip yaşam alanlarını yok etmek var! Yeryüzü, gökyüzünü kirletmek var, üretilen petrol ve maden’in %98’i şirketlerin olması durumu var. Suların kontrolü, enerjinin bu şirketlere ucuz verilmesi, hatta bunlar enerjiye de para vermiyorlar! Kendileri santralarını kuruyorlar! Çıkan maden veya petrolün zırnığı halka ulaşmaz. Ancak kuyumcuya gittiğinde gramına 130 TL ödediğinde veya petrol istasyonunda 1 litre benzine 5 TL verdiğinde vatandaşa ulaşır!

Neyse doğusundan batısına, güneyinden kuzeyine dağlarından bağlarına, ovalarına, denizlerin dibine kadar ülkemiz maden ve petrol şirketlerinin istilası altında bulunmaktadır. Bu şirketlerin çoğunun geçmişte yaptığı işlerde gerisinde hep enkaz ve tahrip edilmiş, mahvedilmiş doğa bıraktıkları biliniyor.

6 Nisan 2013 tarihinde Artvin’de yapılan “Madene Hayır” Mitingine İzmir’den gelerek katılan ve mitingde bir konuşma yaparak Ege’de Kaz dağları’nda ve Kozak’ta yaşananları anlatan Gülden Karabudak’ın konuşması binlerce insanı duygulandırmıştı. Gülden Hanım kendisini doğaya adamış birkaç büyük ve cesur yürekten bir tanesidir. Ne yazık ki böyle insanların sayısı çok çok az. Dünyayı kadınlar kurtaracak derlerdi. Nihal Ciğerim Kozak ve Kozak için mücadele eden Gülden Karabudak için bakın neler yazmış?

bergama-kozakyaylasi3 bergama_bilirkisi

Kozak Ağlıyor..

“Ateş düştüğü yeri yakıyor derler ama, kıvılcım gibi başlayan, dalga dalga büyüyen bu yangın hepimizi yakacak. O kadar duyarsızlaştık ve ezberci olduk ki artık dinlemeden, ne yaşandığını hissetmeden “bana dokunmayan bin yaşasın” havasına giriveriyoruz. İşte o zaman ateş düştüğü yeri kavuruyor. Bugün yöresel çekilen bu sıkıntılara tek yürek olarak karşı çıkmaz, haklarımızı, geleceğimizi savunamazsak ülkemizin geneline yayılacak bir kıyıma nasıl engel olabiliriz?

Ne mi oluyor Kozak’ta? Doğanın kucağında, huzur içinde, refah içinde yaşayan, kendi kendilerine yetmenin çok ötesinde Türkiye’ye oradan da dünyaya yeten bir köy üzerinde çirkin oyunlar oynanıyor.”Altın” madeni yine bir yöremizin yok oluşuna zemin hazırlıyor. Bergama Ovacık köyünde yıllardır süren mücadelenin bir yenisi daha başlıyor. O kadar iyi analiz etmişler ki bizi, doğanın ne anlama geldiğinden habersiz, gözlerini altın bürümüş maden şirketleri, çirkin oyunlarını rahat rahat sahneleyebiliyorlar. Hem de hiç bir engelle karşılaşmadan. Hatta teşvik edilircesine!..

17 köyün bileşiminden meydana gelmiş, Kozak yöresi için söylenecek her şeyi söylemiş Gülden Karabudak… Yörenin mücadele neferi, olarak Gülden’den dinlemek, hatta internete girerek yazılarını bizzat okumak lazım yaşanan dramı ve çaresizliği anlamak için. Mücadelenin, toprağına, doğduğu, büyüdüğü yöreye sahip çıkmanın ne demek olduğunu anlamak için ille de başımızı kara bir bulutun kaplaması gerekmiyor. Yaşananlardan da nasiplenebilmeliyiz. O kadar anlamlı ve önemli ki tek başınaymış gibi göründüğü mücadelesi, alkışlamak, saygı duymak yetmiyor. Ölümü bile göze alan bu çabasının arkasında güç oluşturmak bir omuzda, bir yürekte bizim koymamız gerekiyor. Ayrı ayrı platformlarda değil, tüm çevreci, doğacı, “A dan Z” ye bu konuda söyleyecek sözü olan sosyal grupların beraberliğinde. Öyle bir şeyler yapmış olmak için değil, görüntü için değil, reklam için hiç değil… Ses getirmek için. Kararlı ve dik durmak için. Bütün olmanın, tek yumruk olmanın neleri başarabileceğini göstermek için…

Aslında, yöre yöre yaşanan bu sıkıntıların üstüne gidebilmede en etkin yol bilinçli bir örgütlenme sağlamak. Bu gerçek hemen herkes tarafından bilinmesine rağmen, bir araya gelemeyen aynı amaç grupları aklımıza bir soru işareti sokuyor. Neden? Neden bu kadar geleceğimizi etkileyen konularda oluşturulan sesler çığlığa dönüşmüyor? Tabi ki bu soruları cevaplarken kökeninde değişen toplum psikolojisini acıyla görüyoruz. Bence bundan sonra ne yapılacaksa, topluma hitap edip, kaybolan değerlerimizi geri getirdiğimizde yapacağız. Tekrar gerçek milliyetçi, vatansever, Atatürkçü olduğumuzda kayaları yerinden oynatacağız.

    ***

Evrensel Net gazetesinden Özer Akdemnir’in yazısındaki iddialar ise tüyler ürpertici!

Kozak Yaylası üzerinde 3-4 yıldır bir uçak dönüyor. Ne sivil havacılık ne orman şefliği, ne de kaymakam uçağın kimin uçağı olduğunu bilmiyor. Adeta ‘Kimliği belirlenemeyen uçan cisim’ (UFO) halindeki uçağın, fıstık çamlarını kurutan ilaç attığı endişesini dile getiren köylüler, altın madencilerinden şüpheleniyorlar.

Uçağın kimliği ile ilgili yapılan tüm girişimlerinin sonuçsuz kaldığını söyleyen Kozaklılar, geçtiğimiz yıl aralık ayında gazetemizde çıkan bir itirafın kendilerini iyice tedirgin ettiğini dile getiriyorlar.

ÇAMLAR FISTIK VERMİYOR

kozak-yaylasi-5

Ülkenin fıstık çamı üretiminin yüzde 80’ini dünya üretiminin ise yüzde 10’luk bir kısmını tek başına karşılayan Kozak Yaylası’nda son birkaç yıldır üretim önemli oranda düştü. Hem ağaçlardaki kozalak sayısı hem de kozalakların içinde fıstık olmaması nedeniyle büyük ürün düşüşü yaşadıklarını belirten Kozaklılar, bu düşüşün nedeni hakkında, yıllardır doğru dürüst bir açıklama getirilemediğinden yakınıyorlar.

UÇAKTAN KİMSENİN HABERİ YOK

Karaveliler Köyü Muhtarı Revattin Yıldız, Kozak’ın üzerinde hemen her gün dolaşan uçağın fıstık çamlarını kurutan ilaç attığı endişesi taşıdıklarını söyledi. Muhtar, 3-4 yıldır yaylanın üzerinde uçan uçağın kimliği ile ilgili yaptıkları tüm girişimlerden elleri boş döndüklerini belirterek şunları söyledi; “Şimdi Yukarıbey Orman Şefliğinden geliyorum. Orman şefi uçağın yangın gözetleme uçağı olmadığını, böyle bir uçaktan haberinin bulunmadığını söyledi.

Kaymakama defalarca şifahen ilettik şüphelerimizi. Ondan da bir ses soluk çıkmadı. Geçen yıl tayini çıkan bir karakol komutanı vardı. O da araştırdı bir sonuç çıkaramadım dedi. Bu uçaktan devlet kurumlarının haberi yok yani! 3-4 yıldır yaylanın üzerinde dolaşıyor bu kırmızı renkli uçak. Eskiden çok alçaktan uçuyordu, geçen seneden bu yana ise yüksekten geçiyor, sesini duyuyoruz sadece.”

OLAĞAN ŞÜPHELİ ALTIN MADENCİLERİ

Muhtar Ravattin Yıldız, uçağın kimliği ile ilgili Kozaklıların şüphelendiği adresin altın madencileri olduğunu belirterek; “Kozak’ta 14 tane maden ruhsatı varmış. Bu madenlerle ilgili çalışmalar başladıktan sonra bizim kozalakların verimi azaldı. Şimdi Kozak’ta yaşayanların hepsi bu uçağın madenlerle ilgisinin olduğunu, çam kozalaklarımızın kuruması için ilaç atıldığını düşünüyor. Bunu kaymakama da söyledik. Ona da bu uçuktan kimyasal madde atıldığını düşünüyor insanlar dedik, ama bir sonuç çıkmadı.” Yaylanın etrafındaki Madra ve Yunt Dağı’ndaki kozalakların verimli ve sağlıklı olduğunu aktaran Yıldız, Kozak’taki çam fıstığı kozalaklarının ise hem üretiminin düştüğünü hem de içlerinin boş olduğunu kaydetti.

SİZİN GAZETENİN HABERİNDEN SONRA…

Yaylanın en büyük köylerinden Yukarıbey Köyü Muhtarı İlhan Çakır da, uçakla ilgili Karaveliler köyü muhtarıyla aynı düşüncede. “Uçağı bilen eden yok, hâlâ araştırıyoruz. Hava bulutlu olduğu, yağmur yağdığı zaman geliyor daha çok. Bazen sadece sesini duyuyoruz. Sivil havacılığa sorduk bizim oralarda böyle bir uçağımız yok, askeri olabilir dediler. Askeri uçak da her gün her gün ne gezer buralarda”. Çakır, Evrensel’de geçtiğimiz yıl aralık ayında “Bir fedai’nin itirafları” başlığı ile çıkan yazı dizisinde, 4 yıl çalıştığı madende tanık olduğu usulsüzlükleri anlatan Ersan Var’ın açıklamalarına dikkat çekerek, “Bu kişi Kozak’ta ağaçların kuruması için altın madencilerinin zehir attığından bahsetmişti. O açıklamalardan sonra bizi iyice tedirgin olduk” diye konuştu. Çakır, yetkililere başvurmalarına rağmen uçağı bilen, sahip çıkan olmadığını söyledi.

‘FEDAİ’NİN İTİRAFLARINDA GEÇİYOR

Koza Altın madeninde Genel Müdür Yardımcısı Hayrettin Öğüt’ün 4 yıl 3 ay şoförlüğünü ve korumalığını yapan Bergamalı Ersan Var, bu çalıştığı süre içerisinde tanık olduğu ve bizzat içerisinde bulunduğu hukuksuzlukları, kirli ilişkileri gazetemize anlatmıştı. Gazetemizde “Bir fedainin itirafları” başlığı ile 4 gün boyunca devam eden anlatımlardan bir bölümü de altın madeninin Kozak Yaylası’nda yaptığı usulsüzlükler ve çevre katliamı ile ilgiliydi. “Koza’nın Kozak’ta yaptıkları” başlığı ile verilen yazıda Var, madenin fıstık çamlarını kurutarak yöre halkını kendisine muhtaç etmeyi amaçladığını ileri sürüyordu. Var, 12 Aralık 2012 tarihli yazının “Kozak’ta ağaçları kurutuyorlar” ara başlıklı bölümünde şu iddiaları ortaya atmıştı; “Madenin politikası Kozak’taki ağacın kuruması yönünde. O ağaçlar kuruyunca, köylü verim alamayınca onlara mahkûm olacak. Ağaçları kendileri kurutuyor. Düşünebiliyor musunuz, altın çıkan yer Çukuralan, ağacın kuruduğu yer ayrı bir yer. Çamavlu köyünde bir maden buldular. Bunlar da aynı kişiler aslında ama bizimle ilgisi yok diyorlar. Ağaçları kurutup, insanların muhtaç olmasını bekleyerek o yerleri o insanlardan almak istiyorlar. İlaç atıldığına inanıyorum. Bunların bu gücünü ben biliyorum.”

Değerli Dostlar; kolayı varken, zengin olmak, lüks araçlarda fink atmak varken, parmağımıza kalın altın yüzük takıp maden reklamı yapmak varken, Don kişot Misali neden yel değirmenleriyle savaşalım ki? İşte bunu anlayamayan nice siyasetçiler, sözde aydınlar, bürokratlar, hele de gazeteciler var! Biz dünyaya sadece kendi kütlemizden bakmıyoruz. Dünyanın bize geleceğe verilmek üzere emanet verildiğini düşünen, gelecek kuşaklara daha temi, daha yaşanabilir, insanların barış içinde kimsenin sokakta kalmadığı, kimsenin kimseye köle olmadığı, boyun bükmediği, saygı ve sevginin söz de değil yaşamda hayata geçtiği bir dünyayı ve toplumu arzu ettiğimiz için direniyoruz. Bakın Cerattepe’deki sızıyı Ege’de kalbinde hisseden Gülden Hanım 6 Nisan’daki mitingimize katılıp bir de çok etkileyici konuşma yaparak insanlarımıza cesaret veren, destek veren Gülden Karabudak bize bir şey anlattı. Ayağınza diken battığınızda bütün organlarımız acı duyuyor. Bugün Kozak’ta, Kaz Dağları’nda, Doğu’da, Akdeniz’de, Cerattepe’de ve tüm dağlarımızda talan ve istila yaşanıyorsa buna karşı durmamayı, susmayı kendime utanç sayarım.

Devam Edecek