Bu gün kısaca özelleştirme ile ilgili bilgi paylaşacağım.
Bu sorunu tanımlayabilmem için tarihsel sürece de bakmak gerekir.
Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran kadrolar Fransa vari bir demokrasi arzulamışlar. Ancak demokrasinin olabilmesi için proleterya ve burjuvazinin olması gerek. O da o zaman yok.
Bu şartları oluşturmak ve ülkeyi kalkındırmak için büyük bir seferberlik yapılmış. Dış ülkelere eğitilmek üzere insanlar gönderilmiş, eğitimlerini tamamlayanlar burada fabrikalar kurarak ülke kalkınmasına büyük katkılar sunmuşlar. Her alandan insanlar Avrupa’ya eğitilmek üzere gönderilmiş. 600 Yıllık Osmanlı hegomanyasında bir tek çivi çakılmayan, aksine halktan yüksek vergiler toplanan Anadolu’ya patır patır fabrikalar kuruluyor.
 
Büyüme hızı Dünya rekorları kırıyor. Türkiye kısa zamanda en zifiri karanlıkta bir yıldız gibi parlıyor.
Çanakkale’yi geçemeyenler, hilafetin kaldırılmasını içine sindiremeyenler ile gizli ittifak yapıyorlar.
Bu gün kurulan AKP ve MHP’den daha şeytan ittifakı oluyor bu ittifak.
Çanakkale’yi geçemeyenler bu yıldızın yükselişini durdurmak, Hilafetçiler ise Cumhuriyeti yıkmak üzerinden dizayn oluyorlar. Sonra çıkarlarını ortaklaştırıp faaliyete geçiyorlar. İlk işleri bir işbirlikçi bulmak oluyor. Bunun için Demokrat Partiyi kurdurup faaliyete geçiyorlar. Tüzüğü ve programı ABD’de hazırlanan partidir Demokrat Parti. Demokrat Parti Başkanı Adnan Menderes’i iktidara hazırladılar. İkinci Dünya savaşı henüz bitmişti. Toplum bitap düşmüştü. Ülke ekonomisi kısmen bozulmuştu. Tam bu anda ABD devreye girerek bizim ülkemize demokrasi getirmeye kalkmıştı. Oysa iç dinamikler gelişiyordu ve gerçek demokrasinin kapılarını aralayacağımız anda, emperyalist gücüyle ülkemizin sömürgeleştirilmesinin ilk adımını attı.
1946 seçimini alamadılar.
1950 seçimlerini “yeter söz milletindir” sloganıyla aldılar.
Oysa millet çok şeyden habersizdi.
1952 Yılında NATO’ya girdiler.
Artık generallerin kim olacağına ABD karar verecekti.
Mülkiyeliler bundan böyle İngiltere’de eğitim alacak…
Ülke güvenliği için ne kadar katı kural varsa hepsini kaldırdılar.
Köy Enstitüleri tarumar edildi.
Ülkenin kalkınması için ne kadar kurum ve kuruluş varsa düşman ilan edildiler.
Bu kurum ve kuruluşların başına o kurumları idealistçe yönetmek yerine,  oraları iflas ettirecek profesyonelleri atayıp kurum ve kuruluşlar zarar ettirilecekti. O günden sonra hiç fabrika kurmadılar. Makineleri yenilemediler ama durmadan işçi aldılar. Bir kişinin yapacağı işi beş kişiye, on kişiye yaptırdılar. Hem fabrikaya ağır yük olsun çabuk iflas etsin diye, hemde fabrikalara milletvekillerinin kartvizitleriyle girdikleri için o milletvekili ne derse onu yapacak işçi kitlesi yarattılar. Böylece halkın bir eline kur’an, bir eline bayrak vererek sağcılaştırdılar. Böylece klasik bir sağ seçmen tipi yaratmış oldular. Bundan böyle bu tipleri her işlerinde kullandılar. En çokta oy kullanmada. Kurumların hepsi de iflasın eşiğine gelmişti.
Sonra dönüp halka özelleştirmenin iyiliklerini anlattılar.Özel sektör nasıl çalışıyor, devletin kurumları iflas ediyor diyerek özelleştirmenin gerekli ve de elzem olduğunu anlatıp durdular. Oysa devletin her türlü gücü vardı, onun işletemeyeceğini, kişiler asla işletemezdi. Sırf özelleştirme yapılsın diye kurumları iflas ettirmeyi becerecek yetenekleri kurumların başından hiç eksik etmediler. Her bir yönetici kendisini imparator sayıyordu.
Gün geldi bahsi geçen kurum ve kuruluşları özelleştirmek için Turgut Özal görevlendirildi. Demirel Başbakandı. Özal ona baş müsteşar olarak atandı. Dünya Bankasından gelmişti Özal..:
Ve devrimciler hıyaneti halka anlatmayı becerdiler. Fabrikalar da isyanlar başladı. Demokratik koşullarda özelleştirmenin yapılamayacağını gören emperyalistler Türkiye’de darbenin altyapısını oluşturdular. 24 Ocak 1980 yılında özelleştirmelerin önünü açan hıyanetin imzasını attılar.
ABD kontrolünde sağı solu provake eden devlet “kardeş kanı akıyor” gerekçesiyle 12 Eylül faşizmini ilan etti. Özelleştirmelere karşı çıkanları kodese tıktılar ve özelleştirmeleri rahatça yapacakları bir Türkiye dizayn  ettiler.
O gün bu gündür satıyorlar.
Peki kim bunlar?
Hilafetin ve Çanakkale’yi geçemeyenlerin ittifakı.
Şu an ki süreçte bu ittifakın adı “cumhur ittifakı” olarak güncellenmiştir.