Hüseyin Esentürk

Beyaz önlüklü bir doktor yaşam cihazına bağlı bir hastanın başucunda Nazım Hikmet’den şiirler okuyor. Bir taraftanda cihazın numaratörünü izliyor. Numaralar değiştikçe daha duygulu okuyor. Daha coşkulu okuyor… …………………..

Şimdi duydum ki Bilkent ve Etlik Şehir Hastanelerinin açılmasıyla kapanması planlanan Hastaneler arasında Numune Hastanesi de varmış. İlk çocuğumun kıpırtısını gördüğüm Cebeci Doğumevi varmış. İş yaşamında tedavi olduğum Dışkapı Hastanesi de varmış. Bu hastaneler benim hafızam, güvendiğim ve tedavi olduğum yerler. Çocuklarımın doğduğu yerler. Doktoruna, hemşiresine, yardımcı personeline güvendiğim yerler. Yazık, çok yazık… Tam 13 tane Hastane kapanıyormuş.
Bunlar; Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Dışkapı Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Türkiye Yüksek İhtisas Hastanesi
Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Cebeci Doğum Evi (Dr. Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi)
Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Dr. Sami Ulus Kadın Doğum ve Çocuk sağlığı ve Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Etlik Zübeyde Hanım Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Gazi Mustafa Kemal Hastanesi
Ulus Devlet Hastanesi
Ankara Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Ulucanlar Göz Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Dışkapı Çocuk Eğitim ve Araştırma Hastanesi…
Yani şimdi ben evimizin yakınındaki herhangi bir hastane yerine Bilkent veya Etlik Şehir Hastanesine mi gitmek zorunda kalacağım?. Günlük 30-40 bin hasta giriş çıkışının olacağı varsayıldığında ulaşım izdihamı, sıra izdihamı, bekleme kuyrukları ve sağlığa ulaşmanın zorluğu ile boğuşmak zorunda mı olacağım?. Zaten sayısal olarak az olan doktorların yoğun temposunda, binlece hasta aynı hastaneye akın edince Poliklinik hizmetlerinin verimli mi olacağını düşünüyorsunuz?. Büyük bir kampüs olarak planlanan hastanelerde bir bölümden bir bölüme gitmek bile hastanın ölümüne yol açmaz mı?. Hastalar hastaneye ölmek için değil, tedavi olmak için geliyor. Bu zulüm niye? Polikliniklerdeki yoğunluk nedeniyle Acil servislere başvuru patlaması yaşanacağını bilmiyor musunuz? Zaten sınırlı olan doktor, hemşire, yardımcı personel sayısı bir çok sıkıntıyı da beraberinde getirmez mi? Muayene, tahlil gibi işlemlerin günlerce sürebileceğini, en ufak bir teknik arızanın tüm sistemi altüst edeceğini bilmiyor musunuz? Bu hastanelerin yüklenici firmalara yaptırıldığını ve hasta garantisi verildiğini, verilen garanti sayıya ulaşmadığında kalanının devlet tarafından bizlere ödettirildiğini, bu nedenle hastalardan alınan katkı payının kat be kat artacağını biliyoruz. Bu insanlara yazık günah değil mi? Maddi durumları iyi olan hastaların özel hastanelere yönlendirilmek istendiği gün gibi ortada. Yani şimdi siz bize “Paran varsa yaşa, paran yoksa öl” mü demek istiyorsunuz? Kapatılan devlet hastanelerinin yerlerini ve mallarını yandaşlara peşkeş çekmek istediğinizi biliyoruz. Bu Hastanelerin hemen hepsi şehir merkezlerinde mükemmel bir rant alanı. Rant yüzünden sağlığımızla oynadığınızın farkında mısınız? Bu halka bunca zulüm niye? Yazıklar olsun. …………………..

Numune Hastanesinin yoğun bakımında beyaz önlüklü genç bir doktor yaşam cihazına bağlı bir hastanın başucunda Nazım Hikmet’den şiirler okuyor. Bir taraftan da cihazın numaratörünü izliyor. Numaralar değiştikçe daha duygulu okuyor. Daha coşkulu okuyor. “Dünyadan, memleketinden, insandan umudum kesik değil diye ipe çekilmeyipde atılırsan içeriye, yatarsan on yıl, on beş yıl daha da yatacağından başka, ‘Sallansaydım ipin ucunda bir bayrak gibi keşke” Demeyeceksin, yaşamakta ayak direyeceksin. Belki bahtiyarlık değildir artık, boynunun borcudur fakat, düşmana inat bir gün fazla yaşamak. ” …….. Yüzünde mutlu bir ifadeyle çıkıyor yoğun bakım reanimasyon servisinden. Hemen Süleyman doktorun yanına varıyor. “Bu hasta Nazım Hikmet’in şiirlerine tepki veriyor. Ben okudukça sanki daha çok tutunuyor hayata.” “Evet. Can Yücel’in Aşk olsun çocuk şiirine de tepki verip gözlerinden yaş süzülmüştü.” dedi Süleyman. Dr. Demet “Bende eşini konuşturdum başucunda” eşi anlattıkça tepkileri çoğaldı. “Ben konuş dedikçe o çocuklarını anlattı, arkadaşlarını anlattı. Bu hasta yaşama öyle tutunuyor ki bizim görevimiz yardımcı olup yaşatmak.” Dr. Bülent “O zaman sıraya koyalım nöbete gelen doktor arkadaşlar Nazım’dan, Can Yücel’den, Ahmet Arif’den şiirler okusunlar. Fırsat oldukça eşini de konuşturalım. Uyanana kadar devam edelim.” “Tamam” dedi Süleyman. Öylede yaptılar. İki ay boyunca düzenli şiirler okudular hastanın baş ucunda. Eşini de konuşturdular. Hasta uyanınca çocuklar gibi sevindiler. İşte o Hasta bendim. Numune Hastanesinin doktorlarıydı o güzel şiirleri okuyanlar. Aradan 22 yıl geçti ama daha dün gibi hatırladığım anılarımdı. Şimdi Numune Hastanesini kapatmak istiyorlarmış. Anılarımı yok etmeyin. Bu hastanelerin her biri alanında ekol olmuş hastanelerdir. Bilgi ve uygulama birikimidir. Araştırma ve güven merkezidir. Bunları yok ettiğimizde yılların birikimini, tarzını, ekolünü, bilimsel hafızasını yok etmiş oluruz. Hastanemin kapatılmasını istemiyorum. Hastanemi kapatma doktoruma dokunma.