Rasim Yılmaz

Değerli okurlarım, AKP iktidarı, kendi çıkarlarına uygun olacağı düşüncesiyle Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekili genel seçimlerini öne aldı, seçim tarihini 24 Haziran olarak açıkladı. Bu açıklama üzerine ülke gündemi seçimlere odaklandı.

Ülke hızla “tek adam diktatörlüğü”ne doğru gidiyor. Kimi siyasal partiler, sivil toplum örgütleri, sendikalar, pek çok yurtsever, bu süreci engellemek üzere yoğun bir çalışma içine girmiş bulunuyorlar.  Bunlardan biri de Artvinli hemşerimiz Özer Topçu…

safe_image

Özer Topçu, ülkesine karşı duyduğu sorumluluğun gereklerini daha etkin bir biçimde parlamentoda yerine getirebileceğine inanıyor. Bunun için de Cumhuriyet Halk Partisi’nden Ankara 3. Bölgeden aday adaylığını açıklamış bulunuyor.

Sayın Özer Topçu’yla seçimler üzerine yaptığımız söyleşiyi bilgilerinize sunuyor, katkı ve desteklerinizi bekliyoruz.

-Sayın Özer Topçu, 24 Haziran 2018’de yapılacak olan Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekili seçimlerinde Cumhuriyet Halk Partisinden aday adayı oldunuz. Adaylığınızın gerekçelerini açıklar mısınız?

-Yıllardır Türkiye siyaseti üzerine yorumlar yapıyor, önermelerde bulunuyorum.
En çok arzuladığım şey, sosyalistler ile sosyal demokrat partilerin seçimlerde bir birilerine destek vermeleridir. Yıllardır bunu öneriyorum. %10 barajın olduğu ve 12 Eylül faşizminin sosyalist solu yaşamdan kopardığını gördüğümden, böylesi bir dayanışmanın kaçınılmazlığını görmekteyim. Bunu sağlayabilmem için parlamento da olmamın gerekliliğini gördüm.

6

İkinci olarak, siyasetin daha radikalleştiğini görüyorum. Artık sokaktan gelen insanların da parlamento da olmalarının kaçınılmazlığı aleni görünüyor.

Sokaktan beslenmeyen parlamentonun başarılı olamayacağına, demokrasiyi kurumsallaştıramayacağına inanıyorum.

Üçüncüsü neoliberal politikaların sonuçlarını bu halka anlatmalıyım. Dolayısıyla kısmet olursa özelleştirmelerin niçin yapıldığını il il gezip halka anlatacağım.

Gençleri, kadınları örgütleyeceğim. Ayrıca Cumhuriyet Halk Partisi’ne siyaseten önerilerim olacak. Bir siyasi kültür yaratabileceğime inanıyorum. O kültürün sonucunda aynı şeyleri konuşan, aynı refleksler geliştiren parti üyeleri olacak.

İstanbul’daki parti üyesi ile taşradaki arasında fark kalmayacak. İşçilere merhaba diyeceğim. Köylülere merhaba diyeceğim. En önemlisi de üretimi ve tüketimi örgütleyecek çalışmalarım olacak. AVM yerine halkın kooperatiflerini örgütleyeceğim. Hem üretim hem de tüketim örgütlenerek neoliberalizmi tasfiye etmiş olacağız.Ötekileştirilmiş halkın ve herkesin sözcüsü, avukatı olmak için aday adayı oldum.

Seçimlerin normal koşullarda yapılmasına bir yılı aşkın bir süre varken sizce AKP neden erken seçime gitme gereği duymuştur?

-Amerika Birleşik Devleti Merkez Bankası FED, Dünyadan doları geri çekme politikası uygulamaya başladı. Doların faizini artırarak ve Çin’e ekonomik savaş açarak işe başladı. ABD’nin neoliberal politikalarına endeksledikleri Türk ekonomisi bundan en çok zarar gören ülkelerin başında geliyor. Dolayısıyla bir seneye belki kalmaz, makro düzeyde ekonomik krizin içinde kendimizi bulacağız.

8 (2)

Üretim yapan tüm fabrikaları satıp, üretim yapan çiftçiyi, köylüyü üretemez hale sokunca ekonomi duvara tosladı. Borç almayı bile başarı saydıkları bir sürece götürdüler ülkeyi. Ülkede kendi yakın çevreleri dışında mutlu olan hiç kimse kalmadı. Bu hoşnutsuzluk günler ilerledikçe daha çoğalacağından, yangından mal kaçırma durumuna düştüler. Bu seçim yangından mal kaçırma seçimidir.

MHP ile ortaklığın uzun sürmeyeceği faktörünü de yabana atmamak gerek.

-Bu seçimler sanki Cumhurbaşkanlığına odaklanmış, Milletvekili seçimlerini gölgede bırakmış bir izlenim uyandırmakta. Recep Tayyip Erdoğan’ın seçilmesi ya da seçilememesi durumunda sizce ülkede neler olacak dersiniz?

-Bu seçimde önemli olan cumhurbaşkanlığı seçimidir. Geçen yıl yapılan referandumda Cumhurbaşkanına tanınan hak ve yetkiler aşırı derecede fazla. Dolayısıyla bir yıldır zaten ülkenin Kanun Hükmünde Kararnameler ile nasıl yönetildiğini gördük. Bu seçimi Recep Tayyip Erdoğan (sayın demiyorum çünkü o partimize tezek, pislik, çöplük dedi) kazanırsa geçen bir yıl onun referansıdır. Parlamentonun varlığı ile yokluğu arasında hiçbir fark kalmayacaktır. O yüzden gözler ve dikkatler Cumhurbaşkanlığı seçimindedir. Tabi bu arada Cumhurbaşkanı adayları belli, milletvekili adayları ise henüz belli değil. Adaylar açıklanınca orada da hareketlilik olacaktır. Sayın Muharrem İnce‘nin kazanması çok çok daha önemlidir. Şayet adaylığım kesinleşirse  kendimden ziyade çalışmalarımı Cumhurbaşkanı adayımızın kazanması perspektifte yapacağım.

Bir kere Recep Tayyip Erdoğan seçilmesin. Bu ülkeye çok kötülükler yaptı. Halkımıza yeterince gerçekler anlatılabilmiş olsa emin olun şu an barajı bile aşamaz o…

Cumhuriyetin değerlerini satmaktan başka ne yaptı? Sattıklarını bu günün fiyatları ile bir değerlendirelim, bir de yaptıklarını. O zaman ne kadar çok zarar verdiğini herkes görecek. Zengin babanın yaramaz çocuğu gibi, önüne geleni sattı. Bundan dolayı sakın kazanmasın. Bu gün ekonominin içinden çıkamıyor. Seçimleri iptal etme olasılığı muhtemel. Muharrem İnce’nin bu denli kabul göreceğini kestiremedi. İyi Parti ile ittifak olacaklarına da aklı ermedi. İkinci tura Muharrem İnce ile Meral Akşener’in kalması da olasıdır. Bunları gördükçe seçimleri iptal için savaş gibi olağanüstü hal yaratmanın derdine düşebilir. Kıbrıs sorunu patlamaya hazır bomba gibi ortalıkta duruyor. İki dakikada savaşa girebiliriz. Savaş anında doğal olarak seçim olmuyor. “OHAL” de oluyor ama….

Seçimi Muharrem İnce alırsa Recep Tayyip Erdoğan kuzu kuzu gidecek tabii. Karşısında koca bir halk kitlesinin olduğunu o da görüyor. Parlamenter sistemi savunanlar kazanacak. 

Biliyorsunuz,  zamanın elverişsizliğinden ötürü CHP’de Milletvekili adayları önseçimle değil, merkez yoklaması marifetiyle belirleneceği açıklandı. Aday olarak atanmanız ve seçilmeniz durumunda nasıl bir parlamento hayal ediyorsunuz ve bireysel olarak neler yapabileceğinizi düşünüyorsunuz?

-Evet, aday belirlemede aslolan önseçimdir. Sosyal demokrat partiler eğer demokrasiyi içselleştirebilirlerse, sosyal demokrat parti olabilirler, aksi durumda olamazlar. Sayın Kemal Kılıçdaroğlu Genel Başkan olduktan sonra bu hususta partimiz epey yol kat etti, daha da edeceğine inanıyorum. Bu yangından mal kaçıran seçimde ön seçim yetişmezdi. Kargaşa yaratır parti disiplinini de bozardı. Seçimlere motive olmakta parti zorlanırdı. Dolayısıyla bu özel durumundan dolayı anlaşılır yanı var. Benim özelime gelirsek, önseçimde kazanma şansım çok kuvvetlidir. Atamada zayıfım çünkü üst organlar beni tanımıyor, ya da az tanıyor. Dolayısıyla önseçim olmazsa olmazımdır.

Muhalefetin çoğunlukta olacağı bir parlamento olacak ancak muhalefet bir bütün değil, çeşitli partilerden oluşuyor. Dileğim partimizin tek başına hükümet kuracak güçte olmasıdır. Bizim cumhurbaşkanı adayımız zaten kısa sürede parlamenter düzene geçirecektir.

Benim özelime gelirsek, parlamento ile halk arasında bir köprü olacağım. Sokağın dili, kadın ve çocuğun avukatı, ötekileştirilen her kesimin meclisteki temsilcisi olacağım. 1950 yılından beri sağcılaştırılan halkı geri kazanacağım. Geri kazanacağım diyorum çünkü ABD bu ülkede hep sağcılar ile işbirliği halindedir. Sağ politikaların hepsini deşifre edeceğim. Kısacası AKP’nin kâbusu olacağım.

-Sayın Topçu, bilindiği üzere Cumhurbaşkanı adayları arasında bir buçuk yıldır tutuklu bulunan Selahattin Demirtaş da bulunmaktadır. Bir adayın tutuklu olduğu ve de OHAL koşullarında yapılacak olan seçimleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

-Bir kere OHAL sürecinde seçim olmaz. Yani demokratik ülkelerde olmaz. Malum bizim ülkemizde diktatörlük var. Dolayısıyla seçimlere katılmalıyız. OHAL var veya diktatörlük var diye seçimlere girmesek, onlara gün doğar. O yıllardır düşüne yattığı 400 milletvekilini alır yan gelir yatar. Onun için şartlar eşit değil diye seçimden kaçma lüksümüz yok. Tüm olumsuzlukları aklımızla yeneceğiz.

DSC_0288

Demokrasi olsaydı, zaten diktatörlük olmazdı. Sayın Selahattin Demirtaş hapiste olmazdı. 7 Haziran seçimlerinin ve “seni başkan yaptırmayacağız” söyleminden dolayı Recep Tayyip Erdoğan’ın intikamıdır bu hapislik süreci. Böylelikle Kürtlerin oylarını alacağını düşünüyor. Hatta barış, af gibi terimlerin kullanılır olması AKP’nin seçimleri kaybediyor olmasındandır. Tüm baskılarına, OHAL’lerine rağmen halk kazanacak. Cumhuriyet Halk Partisi kazanacak. Selahattin Demirtaş’ın hapiste olması Türkiye’yi küçük düşüren bir gerçektir. Umarım tez zamanda özgürlüğüne kavuşarak eşit şartlarda yarışır. Hoş dışarıda ki adaylar ile Recep Tayyip Erdoğan asla eşit değiller ama…
Partimizin yapacağı en güzel işlerden birisi de AKP ve onun başkanını yakın takibe alarak, kanunsuzlukları bir bir kayda geçirmektir.

-Sayın Özer Topçu, yarın size sıkça sorulacak olan bir soru yöneltmek istiyorum. Siz, sosyalist bir insansınız. Sosyalist partilerin birçoğu HDP’yi destekleyeceklerini açıkladılar. Siz neden CHP’ den aday adayı oldunuz?

-Bu seçimde HDP’ye AKP büyük haksızlıklar yaptı. Sadece HDP’ye değil, o coğrafyada yaşayan bütün insanlara yaptı o kötülüğü. Seçimlerde HDP’nin kazandığı illeri, ilçeleri ablukaya alarak oralarda devlet terörü estirildi. Kentler top atışına tutuldu. Orada yaşayan halkın kaçabileni kentleri terk etti, kaçamayanlar aylarca aç susuz dışarı çıkamadı. Dünyanın hiç bir yerinde böylesi şiddet görülmedi. İsrail Devletinin Filistinlilere karşı o ceberrutluğunu bile geçen bir şiddet uygulandı. Peşinden belediye başkanları görevlerinden alındı, yerlerine AKP’nin militanları yerleştirildi. Bu açık faşizmdir. Partinin genel başkanları ve üst organları tutuklandı. Belediye başkanları ve yerel önderleri tutuklandı. Şimdi de bu partinin adayını cezaevinde rehin tutuyor. Aklında ya bir pazarlık yapmak var, ya da baskıyla, şiddetle, tabiri yerindeyse vura vura HDP’yi baraj altında bırakarak seçimi almak var. HDP barajı aşmalı. Selahattin Demirtaş hemen şimdi serbest bırakılmalı. Tüm bu baskılara maruz bıraktıktan  sonra “Kürtler eşit yurttaştır” derseniz kimse bunu yutmaz. Böyle bir ortamda sosyalist partilerin tavırları anlaşılır oluyor.

Ben neden orada değilim derseniz, ben resmin büyüğüne bakıyorum. Büyük resimde sosyalist partiler HDP’nin içine yerleştikçe tükendiklerini görüyorum. HDP zaten tabanına hâkim, sen oraya gitmekle ona bir getirin olmuyor. Ama senin gitmenle HDP seni bloke ediyor. Sen Kürt coğrafyasının haricinde bir söz söyleyemez hale geliyorsun, çünkü sana HDP’li gözüyle bakılıyor. Oysa sen kendi tabanının sorunlarıyla kendini anlaşılır kılacak politikalar geliştirip, halkı örgütlesen ve o halkın güvenini kazansan, Kürt sorununu daha net şekilde anlatabilirsin. Halk da seni dinler. Varsayalım ki ben CHP’den milletvekili seçildim, Kürt sorununu veya oradaki herhangi bir olayı aktarma şeklim daha dikkate alınacaktır. Dolayısıyla özellikle sosyalistler bu seçimde CHP ile işbirliği, güç birliği yapmalıydılar. Siyasi partiler bu birlikteliği sağlamış olsalardı zaten ben de aday adayı olarak ortaya çıkmazdım. Şimdiye kadar sosyalist siyasi partilere önerdiklerimi ben yapacağım.

İkinci bir hususta şudur;

DSC_0125

Günümüzün Türkiye’sinde devrim sözcüğü bile ağıza alınamazken, keskin söylemlerle kendimizi toplumun dışına itip, atıl duruma geçmemeliyiz.

Şu an ülkemizde gözle göremesekte iki akım var, bu iki akımın ikisinde de bütün ideolojiler var. Ben bu ayırımı yapabiliyorum. Hem de toplumun da dikkatini çekerek yapıyorum. Kapitalizm, kendi iktidarlarını kurmak için ulus devletlerini bir bir yıkıyor. Yıktığı yerlere kan ve zulmü götürüyor. Her gittiği yere de size demokrasi getireceğim yalanıyla gidiyor ve o ülkelerde de taban buluyor. Bizim ülkemiz içinde geçerlidir bu durum. İki seçenekten birine göre de resmi politikalar şekilleniyor. Biz vatandaşlar da ona göre mevzileniyoruz. İki seçenekten biri ya kendi ulus devletinin yanında yer alacaksın, ya da kapitalizmin dayatmasının. Kendi devletinin de bir sürü günahı var, kapitalizmin ise her tarafı günah… Şimdi burada seçim yapmak gerek. Ben şöyle karar verdim o konuda: Kapitalizmin yanında yer alırsam bana ait hiç bir şey kalmayacak. Kendi ulus devletimin yanında yer alırsam onu ileride halkımı örgütleyerek değiştirebilirim. Yaşam öyle dayatıyor ki ikisine de hayır deme şansın yok. İkisine de hayır demen için kendine ait önermen olmalı, o yoksa birinden birine dâhil oluyorsun. İşte AKP böyle bir süreç olan 12 Eylül, 2010 yılındaki anayasa referandumundan sonraki süreçte devletleşti. Bu sürece katkı sunan bir sosyalist kesim de oldu. O dönem kıyasıya tartışmalarda yaptık aramızda. Kendi tuttuğu safa bakmadan bize ulusalcılığı hakaret varsayarak etmediklerini bırakmamışlardı. CHP o süreçte en doğru noktada durmuştu. Öyle bir durum ki toplumun bütün katmaları iki tarafta da vardı. Örneğin Mehmet Ağar “evet”çi, Veli Küçük “hayır”cıydı. Biz sosyalistlerde evetçi veya hayırcıydık. Burada birimizden birimiz diğerimizi faşistlikle suçlayamazdık ama suçladık, suçlandık. Meseleye fırsat elime geçince hangisini daha çabuk değiştirir, halk adına politikalar üretirim açısından baktığımızda ulusalcılık aynı zamanda emperyalist yayılmacılığında karşısındadır. Unutmayalım ki Karl Marx, feodalizmi tasfiye eden ulusalcılığı desteklemiştir, çünkü ulusalcılığın ilericilik olduğunu kabul etmiştir. Engels ile mektuplaşmak yoluyla fikirlerini paylaşmış ve Engels ile aynı düşündüklerini deklere etmişlerdir.

Şu an Cumhuriyetin kurucu ruhundan başka çare görülmemektedir. O ruh ile halkı buluşturmak için Cumhuriyet Halk Partisinden aday adayı oldum.

-Sayın Özer Topçu, sizinle sohbet ederken İsrail’in elliyi aşkın Filistinliyi katlettiği haberi dünya gündemine bomba gibi düştü. Bu konuda neler söylemek istersiniz?

-İsrail o toprakları işgal etmiştir. Ortadoğu ülkelerinin yönetimleri ki buna Türkiye’de dâhildir, ABD ile iş tutmayı sürdürdükçe İsrail orada daha çok vahşetin altına imza atar. ABD’nin Ortadoğu’dan elini çekmesi gerek. ABD’nin Ortadoğu’dan elini çekmesi için İsrail’in o coğrafyayı terk etmesi lazım. Bunun olması içinde ABD sayesinde ülkelerinde saltanat kuran monarşilerin yerine, Deniz Gezmiş gibi, Mahir Çayan gibi, İbrahim Kaypakkaya gibi liderlerin gelmeleri lazım. Bu coğrafyada ki halkların ABD emperyalizminin rahminde vücut bulan işbirlikçileri iktidardan uzaklaştırmalı…

DSC_0079

Türkiye Malatya Kürecik’teki üssü derhal kapatmalı. Peşinden İncirlik, peşinden ne kadar üs varsa hepsini. AKP, Filistin konusunda da sahtekârlık yapıyor. Arkada İsrail ile her işi tutup, söylemde veryansın etmek aleni sahtekârlıktır.

Sayın Topçu, sizi bir dostumuz ve bir Artvinli olarak parlamento da görmek istiyoruz. Şimdiden size başarılar dilerim.

-Her ne kadar da Ankara için aday adayı olsak da doğup büyüdüğümüz yer bizim kutsallarımızdandır. Oraya asla kayıtsız kalamayız.
Ta oralardan kalkıp geldiniz, çok teşekkür ederim Sayın Yılmaz.

 ÖZER TOPÇU KİMDİR?

32231696_1691776630901059_152712913738530816_n

1961 yılının soğuk bir kış ayında yedi erkek kardeşin ikincisi olarak Artvin’in Şavşat ilçesine bağlı Mamanelis (şimdiki adı Yavuz) köyünde doğdu. Bir memur çocuğu olan Topçu, ilkokulu köyünde, orta ve liseyi Şavşat’ta okudu.

İlçede evleri olmasına karşın, köyün ilçeye yakın olmasından ötürü köyde ikamet ederlerdi.Siyasi fikirlerle tanışması ortaokul 3. sınıfta oldu. Lise yıllarımda siyasi duruşu sosyalist ideolojide vücut buldu. 12 Eylül darbesi sonucu siyasi düşüncelerinden ötürü Devrimci Yol davasından üç yıl hapis yattı. Hapishane sürecini tamamladığında serbest bırakılmadan kolları kelepçeli bir şekilde askere götürüldü. Askerlik görevini Denizli ve Lüleburgaz’da sakıncalı piyade olarak tamamladı.

Askerlikten sonra kendisine devlet daireleri kapıları kapalı olduğu için memleketi Artvin’de ticaret yapmaya karar verdi. Ancak bütün şiddetiyle sürmekte olan 12 Eylül darbecilerinin baskısı son bulmamış, her seferinde bir bahaneyle gözaltına almaları sıklaşınca ailesinin de talebiyle Ankara’ya gelmiş, o günden beri de yaşamını Ankara’da sürdürmekte.

Ankara’da çeşitli işlerde çalışarak yaşamını sürdürürken, 1989 yılında SHP’nin yerel yönetimleri almasıyla Ankara Büyükşehir Belediyesine bağlı  Bel-Ko Şirketinde işe başladı. Belediyedeki işçilerin sendikal örgütlenmesinde aktif rol aldı. 1994 Martında yapılan seçimlerde Ankara Büyükşehir Belediyesi yönetimine  İ. Melih Gökçek’in gelmesiyle birçok insan gibi o da işten atıldı. Yeni yönetimin bu haksız, ayrımcı ve politik husumet ve baskısına karşı en kararlı karşı duranların başında gelen biri oldu.

Sonradan yapılan iki yerel yönetim seçimlerinde koordinatör lük düzeyinde görevler aldı. SHP Çankaya ilçe yönetiminde iki dönem görev yaptı.

Belediyeden atıldıktan sonra yaşamını ticaret yaparak sürdürmektedir.

Devrimci 78’liler Derneği kurucularındandır. Uzun süre 12 Eylül faşist ve işkencecileri hakkında açılan davaları takip etti. Çeşitli etkinlikler ve gösterilerde görev aldı.

DSC_0347

Bir dönem, Ankara’da faaliyet yürüten Artvin Kültür ve Yardımlaşma Derneği Yönetim Kurulunda Sekreterlik görevinde bulundu. Yine bir süre derneğin yayın organı “Bizim Atabarı” dergisinin çıkarılması görevini üstlendi. Bir süre Artvin Çevre Platformu dönem sözcülüğünü yaptı. Karadeniz’de ki her türlü çevre düşmanlığına karşı gerçekleşen eylemlere katıldı, Cerattepe’de nöbet tuttu.

Mayıs 2014’te “Gezi’ye Giden Yol” adlı ilk kitabını yayımlayan Topçu, benimde yazarı olduğum, “Yolcu Haber” adlı internet gazetesini yayınlamaktadır.

Özer Topçu iki çocuk babasıdır.