HDP Sözcüsü Ayhan Bilgen, HDP Genel Merkezi’nde düzenlediği basın toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Bilgen şöyle konuştu:
 
Seçimin üzerinden bir hafta geçti. Hem seçim kampanyasındaki hukuksuzluklar hem de sayım konusundaki verilerle ilgili çalışmalarımız tamamlanınca bunu kamuoyuyla paylaşacağız. Ama bazıları hala seçim devam ediyormuş gibi bir psikoloji içerisinde partimizi hedef göstermeye devam ediyor. Elbette ki seçim atmosferinde partilerin birbirini eleştirmeleri anlaşılabilir bir durum. Ama hem doğrudan doğruya eş genel başkanımız aranarak gerçekleşen tehdit hem de TV kanallarında partimizin hedef gösterilmesi devam ediyor. 
 
Mafya devletine geçtik 
 
Biz 16 Nisan referandumu ile birlikte parti devletine geçtiğimizi biliyoruz. Ama bir haftadır verilen mesajlar sadece parti devletine değil mafya devletine de geçtiğimizi gösteriyor. Bir içişleri bakanının partimizin yasal parti olup olmadığını değerlendirmeye, buna dair mesaj vermeye hakkı yoktur. İçişleri Bakanı “HDP diye bir parti yok” diyerek kriminalize etmeye devam ediyor. 
 
Hesap vermesi gerekenler linç girişimlerine zemin oluşturuyor
 
Seçim kampanyası boyunca birçok il ve ilçede doğrudan saldırıya uğradık. Bunlarla ilgili hesap vermesi gerekenler, soruşturma ve yargılama sürecinin işletilip işletilmediği konusunda açıklama yapması gerekenler aksine yeni linç girişimlerine zemin oluşturacak açıklama yapıyorlar. 
 
Biz kimsenin şamar oğlanı değiliz
 
Elbette ki birileri siyaseti böyle yapmak istiyor olabilir, mafya ağzıyla konuşmayı siyasetlerine yakıştırabilir ama biz kimsenin şamar oğlanı değiliz. Kimse kendi kişisel hesaplarını, bakan olma hırslarını bizi, muhalefeti hedef haline getirerek gerçekleştiremez.
 
Bakan olma beklentisi bazılarını çıldırtmış, Cumhurbaşkanı kabineyi bir an önce açıklasın 
 
Cumhurbaşkanı hükümeti kurma işini kendi yasal süreci içinde gerçekleştirebilir ama bakan isimlerini bir an önce açıklasa iyi olacak. Çünkü belli ki bakan olma beklentisi bazılarını çıldırtmış durumda. Ne söyleyeceklerini şaşırmış durumdalar, ancak böylece kendilerine alan açabileceklerini düşünüyorlar. Yasal konumlarını unutmuşlar, koltuk kapma yarışı içinde öne geçme pozisyonunu yakalayacaklarını düşünüyorlar. 
 
Görevindeki belirsizlik Başbakan’ı kaygılandırıyor olabilir ama sorumlu davranmalı
 
Bizim bundan sonra muhatabımız İçişleri Bakanı değildir. Bir partisi varsa genel başkanları açıklama yapmalıdır. Bir partinin eş genel başkanını arayarak tehdit etmek normalse, siyasi ahlaklarıyla bağdaştırıyorlarsa takdir kendilerinindir. Herkes bu tarzın sonuçlarını göze almış demektir. Bu bakanın bir başbakanı varsa o başbakan bir açıklama yapmalıdır. Evet görevi bitmiş, bundan sonra nerede olacağına dair belirsizlik onu da kaygılandırıyor olabilir ama bu kaos, bakanın bağlı olduğu hükümet ve Başbakan’ı sorumlu davranmaktan alıkoymaz. 
 
Muhatabımız İçişleri Bakanı değil Erdoğan
 
Bundan sonra biz bu polemiğin tarafı olmayacağız. İster televizyon ekranlarında tek taraflı polemik yapsın, hedef göstersin ya da telefona sarılıp tehdit etsin, ne yaparsa yapsın bizim açıklama beklediğimiz muhatabı bundan sonra Başbakan ve mensubu olduğu partinin genel başkanı olan Erdoğan’dır. 
 
Güvenlik istihbarat mekanizması sadece muhalefet için işliyor 
 
Bu ülkede İçişleri Bakanı’nın hesap vermesi gereken çok sayıda olay gerçekleşiyor. Mesela bir eski belediye başkanını karşılama töreninde onlarca kişi havaya ateş açıyor, görüntüleri paylaşılıyor. Bu manzara İçişleri Bakanlığı’nın haberi olmadan mı gerçekleşiyor? Bu kadar insan silahlı, sokaklarda ve bundan kimsenin haberi yok. O zaman demek ki bu ülkede bir İçişleri Bakanı ve güvenlik istihbarat mekanizması yok ya da bu mekanizmalar sadece muhalefet için işliyor. 
 
İçişleri Bakanı 5 bin kayıp çocuğun hesabını vermeli 
 
Her ne kadar televizyon ekranlarına 3-5 çocuğun bilgileri yansımış olsa da kamuoyu her birinin hayatı son derece değerli çocuklarımıza odaklanmış olsa da bu ülkede 5 bin çocuk kayıp. İçişleri Bakanlığı bu 5 bin çocuğun neden kaybolduğunu, neden kendilerine ulaşılamadığını açıklamak zorunda. Bunun hesabını vermek yerine muhalefeti hedef haline getirip kendi siyasi gelecek planınızı yaparsanız bunun sorumluluğundan kurtulamazsınız. Çocuklarımızı korumak bir hukuk devletinde İçişleri Bakanı’nın birinci görevidir. 
 
Kaymakamlar seçim kampanyası yürüttü
 
Seçim döneminde yaşadığımız hukuksuzlukların büyük kısmının sorumlusu da mülki idare amirleri, muhtarlar ve onları böyle davranmaya cesaretlendiren, belki de görevlendiren, soruşturma süreci işletmeyerek bundan faydalanmaya çalışanlardır. Birçok yerde kaymakamlar doğrudan doğruya seçim kampanyası yürüttüler. “Oy verirseniz hizmet alırsınız, oy vermezseniz kapımızı çalamazsınız” diyen kaymakamlar var. Bunlarla ilgili kaç tane soruşturma süreci var, İçişleri Bakanı buna cevap vermelidir. 
 
YSK 142 koduyla oy kullananlarla ilgili açıklama yapmalı 
 
142 kodlu yani görevli kamu güvenlik güçleriyle ilgili oy kullanma rakamlarıyla ilgili YSK açıklama yapmalıdır. Kaç kişi 142 koduyla hangi sandıklarda oy kullanmıştır? Buna dair açıklama bir an önce yapılmazsa biz elimizdeki verileri açıklayacağız. Bizdeki rakamlar bu konuda çok keyfi davranıldığını gösteriyor. Ciddi bir kaydırma söz konusu. Bunların sandıklarda denetlenmediği yönünde veriler var. Aynı kişinin birden fazla sandıkta oy kullandığı yönünde veriler var. Bu konuda açıklama yapmak YSK’nin görevidir. 
 
Taşıma yapılan seçmen sayısının kaç olduğu konusunda ciddi bir şaibe var. Somutlaşan rakamlar 140 -170 bin arasında olmasına rağmen bizim elimizdeki verilere göre 300 binin üzerinde seçmen bundan etkilenmiş görünüyor. Sandık birleştirmeyi yaparken seçmen sayısı çok düşük değilse neden birleştirme yapıldığı açıklanmalıdır. Neden seçmen listeleri tek liste haline getirilerek denetlenmesi zorlaştırılmıştır. 
 
En çok geçersiz oy bizim sıfır oy aldığımız sandıklarda 
 
Geçersiz oylarla ilgili de çok ciddi şüphelerimiz var. Örneğin Muş’ta defaaten oylar sayıldı ve AKP’ye bir vekil daha çıkartabilir miyiz hesabı yapıldı. AKP itiraz ettiğinde tekrar sayım yapılırken, biz itiraz ettiğimizde, Aydın’da, Hakkari’de hiçbir yeniden sayım talebimiz kabul edilmedi. Bu konuda kaygı duymayı hak eden bir tablo söz konusu. Bizim sıfır oy aldığımız 26 bin sandıkta 118 bin geçersiz oy var. Türkiye’deki toplam 1 milyon geçersiz oyun yarısı bizim 1 ila 10 arası oy aldığımız sandıklar. En çok geçersiz oyun bizim sıfır oy aldığımız ve sandık kurulu görevlisi bulunduramadığımız sandıklar olması tesadüf mü? Bu tablo izahat gerektiriyor. 
 
Zaten OHAL koşularında yapılan seçimin meşruiyeti hep tartışmalı olacak, önümüzdeki dönem içinde anlamlı bir karine oluşturacak. 
 
Boşaltılan şehirler ve yıkılan ilçelerde de ciddi bir seçmen kaydı var, incelenmesi gerekiyor. Bu seçmenlerin nereye taşındıkları, oy kullanıp kullanmadıkları da değerlendirilmeli. Bunun araştırması bizim komisyonlarımızca yapılıyor. Seçmenlerin nereye kaydığı seçme hakkını kullanıp kullanmadıkları konusunda önemli bir gösterge olacak. 
 
İçişleri Bakanlığı’nın kusurları muhalefetin eksiğini örtmeye yetmez. Biz elbetteki kendi özeleştirimizi yapmak ve önümüzdeki dönem için daha disiplinli çalışma yapmak durumundayız. 
 
Erken seçim tartışması yerine kayyum gaspı bitirilmelidir 
 
Türkiye yerel seçim tartışmasına erkenden başladı. Elbette anayasa değişikliği yapma sayısına ulaşılırsa seçim tarihi değiştirilebilir, bunun haklı gerekçeleri var mı tartışacağız. Konu ile ilgili yaklaşımımızı kamuoyuyla paylaşacağız. Ama seçimi erken yapmanın gerekçesi seçmen iradesinin bir an önce netleşmesi ve siyasetin buna göre şekillenmesi ise ve bir yerel demokrasi kaygısı taşınıyorsa önce 2014 Yerel Seçimi’nde ortaya çıkan seçmen iradesinin tanınması gerekiyor. İktidar partisinde ağlayarak görevini bırakan belediye başkanları oldu. Başka illerde görevden alınan belediye başkanları yerine meclis içinden seçim yapılırken, DBP belediyelerine kayyumlar atandı. Cezaevinde 50’den fazla belediye başkanı var. Bu iradeyi tanımamaya devam edeceksiniz ve kalkıp seçimleri erkene alma tartışması yapacaksınız. Bu yerel iradeyi yok saymaktır. Seçim tarihinden önce tartışılması gereken bu gaspın bitmesidir.
 
OHAL’i şeklen bitirmenin hiçbir faydası yoktur
 
OHAL’in kaldırılmasıyla ilgili tartışmalar bizi haklı çıkaran niteliktedir. OHAL’in bir kez daha uzatılmaması hem ekonomi için hem de toplumsal barış açısından son derece önemlidir. Ama OHAL’i şeklen bitirmenin hiçbir faydası yoktur. Eğer KHK’lerle gasp edilen haklar hiçbir telafiye tabi tutulmayacaksa, OHAL’in kalkması ne anlam ifade edecektir? KHK’lerin ortaya çıkardığı hak ihlallerinin tekrarlanmayacağı konusunda da bir düzenleme gerekir. Kapatılan televizyon kanalları, işinden atılanlar, keyfi tutuklamalarla, göstermelik bir komisyon devam ettiği müddetçe OHAL’i kaldırmanın hiçbir faydası olmayacaktır.  
 
İdam tartışması yürütmektense bilimsel gerçekçi çözüm önerileri üretmek gerekir
 
Çocuğa yönelik şiddet çocuk istismarı ve benzeri vakaları idam tartışması üzerinden yürütmektense bilimsel gerçekçi çözüm önerileri üretmek gerekir. Biz Çocuk Bakanlığı kurulması önerisinde bulunduk ama bu reddedildi, araştırma önergeleri verdik, reddedildi. Hatta bu reddetme büyük bir zafermiş gibi Meclis’i bu araştırmaların yapılmasından “kurtaran” siyasetçiler kuyruğa girilerek kutlandı. Çocuk istismarı idam cezasının olmadığı daha kaliteli bir eğitimin ve adalet sisteminin olduğu ülkelerde mi yoksa idam cezasının bulunduğu ülkelerde mi daha çok? Sorunlar kendisini çekiç, kamuoyunu çivi gibi gören zihniyetle asla çözülemez.
 
10 yılın en yüksek enflasyon oranına ulaştık
 
Türkiye’de ekonominin tamamen siyasal nedenlerle ciddi alarm zilleri çaldığını bütün toplum iliklerine kadar hissediyor. Bu veriler sadece rakamlarda değil hayatın içinde kendini gösteriyor. Bu durumu sadece dış güçlerle izah etmeye kalkmak sadece enflasyon sepetindeki ürünleri değiştirip rakamlarla oynayarak farklı bir tablo ortaya çıkarmak mümkün değil. 10 yılın en yüksek enflasyon oranına ulaştık. Bu rakam 2003 rakamları. Az gittik uz gittik iktidarın ilk yıllarına geri döndük. Bu çıplak gerçekle yüzleşmek ve bu gerçeğin gerektirdiği sorumlulukla çözüm üretmek konusunda adımlar atılmalıdır. 
 
Soru: HDP nin iddialarından Kürt sorununun çözümüne yönelik adımlar atacağı anlaşılıyor fakat karşınızda bunu kabul eden bir taraf yok. Bu konuda neler yapacaksınız? 
 
Elbette ki biz başından beri ana belirleyenin demokratikleşme olduğu iddiasıyla hareket ettik. Sorunun sebebinin güvenlik zaafı değil, demokratikleşememe olduğu düşüncesindeyiz. Bundan sonra da en kapsayıcı ve kalıcı biçimde demokratikleşme konusunda üzerimize düşen çabayı sarf edeceğiz. Biz artık barışın hayatın içinde kurulması gerektiği düşüncesindeyiz. Bu ülkedeki halklarımız hep birlikte kuracaklar, siyaset de bunun gereğini yapacak. Bu toplumsal talebe sırtını dönen siyaseten de kaybedecektir. Biz toplumsal barışı ve demokratikleşmeyi sonuna kadar savunmaya ve bunun mücadelesini yürütmeye devam edeceğiz.