Rasim Yılmaz

Eskiden bayramlar farklı yaşanırdı. Sabahın köründe erkekler bayram namazına giderler, dönüşte evde hazırlanmış yer sofrasında bayram ziyafetiyle güne başlanırdı. İşte gelenek olduğu üzere Şavşatlı Bilbil Nine’ de gecenin köründe erkenden kalkar hamurunu yoğurur, erkekler camiden dönünceye kadar pişirdiği bişileri teknesine doldurarak camiden çıkanları karşılardı. Bu bekleyiş kuralına evin kadınları ve çocukları da uymak zorundaydılar.  Ancak Bilbil Nine’nin hiç şaşmadığı bir başka kuralı ise bişinin ilk pişenlerinden daha kimse tatmadan üç beş tanesini dışarıda bekleyen köpeklere vermesiydi.

Bu durum o hayvanlar için de bayram tadında olurdu. Çünkü yıl içerisinde evde sayısız kez bişi pişmesine rağmen köpekler ancak bayramdan bayrama nasiplenirlerdi.

Şimdi ben bu hayvanların durumlarını günümüzdeki “kraldan çok kralcı” kesilen kapitalizmin yarattığı insan tiplerine çok benzetirim.  Bu zavallı hayvanlar, taş patlasa yılda iki kez yedikleri bişinin arta kalan 363 gününde suyla karıştırılmış arpa unundan yapılma “yal”a talim etmek zorundalar. Ama buna rağmen bu hayvanlar; sahibine bağlı, farklı bir amaçları olmayan sadık hayvanlar oldukları içindir ki hizmette kusur etmezler. Hiçbir zaman yediklerine, içtiklerine bakmadan sahiplerinin kapısını ve sürüsünü korudukları gibi, ne tür muamele görürlerse görsünler ölünceye kadar sadakatlerini korurlar.  Fakat birde kapitalizmin türettiği o insan tipleri vardır. Bu tür insanlar değişik sıfatlarla (yağcı, taklacı, kişiliksiz, satılmış vs.) anılabileceği gibi günümüzde onların durumuna en uygun sözcük “yalaka” sözcüğüdür.

YALAKA

Yalaka: Öz saygısını kaybetmiş insanların menfaat için başkalarına gereksiz iltifatlarda bulunanlar için kullanılan bir tabirdir. Ya da;  ezilmiş, horlanmış, aşağılık kompleksine sahip bilinçsiz insan kitlelerinin kendilerinden üstün gördükleri her şeye, her kişiye refleks olarak tapınma olarak da açıklanabilir.

Düşünün bir politikacı ya da bir bürokrat mevcut yerini koruyabilmek için üstüne yaranmak için; “…… karımla yakalasam kıskanmam ”diyebilecek kadar alçalabiliyor! Bir başkası, “filana oy verirseniz cennete gidersiniz” diyerek  dini çıkarlarına alet ediyor! Bir diğeri Cumhurbaşkanın gözüne girmek için kürsüden “2. Peygamberimiz” diye hitap edecek kadar fütursuzla şıyor.  Yine bir başkası bilmem neyin kılı olduğunu söyleyecek kadar kendini aşağılıyor. Yine kendini bilmez bir din taciri, Cumhurbaşkanına yalakalıkta sınır tanımayarak: “Atatürk’ü rüyamda gördüm, cayır cayır yanıyordu! Alevler içinde bana bakarak dedi ki; Erdoğan mehdi’dir…” maalesef örnekler saymakla bitecek gibi değil. Doğrusu ben anlayamıyorum, bu insanlar hangi ara da bu kadar mankutlaştılar? Hal bu ki yaptığı bu aşağılık davranışın hükmü, efendisinin, yani yaranmak istediği kişinin kendisinden faydalandığı süreyle sınırlıdır.

Hayvanlar önüne koyulanla yetinmek zorundadır, çünkü muhakeme kabiliyetleri yoktur. Ya insanlar!..  En vahimi de; bayramdan bayrama önüne atılan iki bişi bittiğinden itibaren 363 gün yalla beslenen o hayvanlardan daha kötü durumda olduklarını anlayamayacak kadar yetilerini kaybetmiş olmalarıdır.

DALKAVUK (YALAKA)

Bu fıkrayı Rahmetli İlhan Selçuk’un Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan bir yazısından almıştım.

Padişah ile dalkavuğu (bugünkü adıyla yalakası) söyleşiyorlarmış, sultan demiş ki:

– Şu patlıcanla yapılan yemekler pek leziz olur.

– Olur padişahım…

– Dolması tadından yenmez.

– Evet padişahım…

– Kızartması nefis olur.

– Olur padişahım…

– Ama karnıyarıktan uzak dur.

– Uzak durmalı padişahım…

– Türlüye de pek gitmez patlıcan.

– Gitmez padişahım…

Padişah dalkavuğuna bozulmuş:

– Bre demiş, ben ne diyorsam, sen de onu tekrarlıyorsun…

Dalkavuk:

– Elbette padişahım! demiş. Bendeniz patlıcanın değil, efendimizin dalkavuğuyum…

Aslında yalakalar ne İslamcıdırlar, ne dincidirler, ne sağcıdırlar, ne Atatürkçüdürler, ne Milliyetçidirler,  ne de solcudurlar. Bunlar hiçbir şeydirler. Efendileri neden hoşlanıyorsa onlar ondandır. Çünkü yalakalığın doğası budur. Yalakanın işi yalakalık yapmaktır.

ABD’deki Brown Üniversitesi’nin araştırmasına göre;  DARP-32 isimli geni taşıyan kişiler “yalakalığa meyilli” kişilermiş… Yani demem şu ki “yalakalık” genlerden gelen bir hastalıktır aynı zamanda. Muhtemelen yalakanın babası, anası, babasının babası gibi soyu da yalakadır. Artık bu durumu öğrendiğimize göre Cumhurbaşkanı, vekil, bakan, belediye başkanı, hatta müdür ve şeflere kadar inerek yapılan yalakalık davranışlarına acımalısınız,  çünkü zavallılar birer hastadır. Ne acıdır ki bu hastalık ülkemizde ciddi boyutta bulaşıcı bir hal almıştır.

Yalakalığın kiralanma koşulu ise; “sen aslansın” gibi birazcık taltif, etli tarafından ara sıra önüne atılacak bir kemik, karnını doyuracak kadar yal yeter de artar. En yoğun olarak kullanıldıkları istihdam alanı ise siyasi arenadır.

Yalakaların özelliği: Liderin her yaptığını sorgulamadan onaylayan, onunla ağlayıp onunla gülen, taklacı güvercinlerin pabucunu dama atarak kraldan çok kralcı kesilen leş kargaları, onur fukaralarıdır. Yine bunlardan her şey olur. Bukalemun gibidirler; iftira, suç üstlenme,  gizli tanık,  muhbir, bazen özgürlükçü, bazen demokrat, sağcı, solcu, kısacası her renge ve her türlü kişiliksiz kişiliğe bürünebilirler. Basında, TV’lerde her yerde vardırlar ve özellikle de seçim ve atama dönemlerinde sayılarında hızlı artış gösterirler.

Ammaaa, ola ki sahiplerinin ayağı kaydığında ilk taşı atacak olan da gene onlardır. Çünkü bunların, sabit inancı,  ırkı, dini, dili ya da mezhebi yoktur. Günümüzde ise “iktidara övgü, muhalefete sövgü” konusunda kendini aşanlar el üstünde tutulmaları sakın kimseyi yanıltmasın, onlar bir kemik fazla atacak olanlardan yana saf değiştirmekte pek yeteneklidirler. Ama iktidar sahiplerine naçizane bir tavsiyem; iktidarınız sarsıldığı an sizi ilk terk edecek ve taşa tutacak olanlar bu yalakalardır.
Demedi demeyin…