Karşı devrim 1946 Yılında başladı. Demokrasi yalanıyla Demokrat Parti kuruldu. Cumhuriyetin aydınlanma süreci onun iktidar olmasıyla durduruldu.
Cumhuriyetin kurduğu fabrikaların üzerine fabrika yapılmaz oldu. Bilinçli olarak bu fabrikalar zarar ettirildi.
O fabrika ve kurumlara çalışan almak için iktidar milletvekillerinin kartviziti ile gitmek ve sağcılaşmak gerekiyordu.
Öyle de oldu.
Bu süreç Gezi’ye Giden Yol Kitabımda detaylı anlatılmıştır.
12 Eylül ise, ülkeyi yağmalamak için ABD’nce yaptırılmış, Turgut Özal’ın iktidarı ile de yağmalamanın yasaları yapılmıştır. Bu süreçte, oligarşi dediğimiz üçlü ittifak ve onların türevlerine laiklik altı çizilerek vurgulatırken, derin devlet, el altından tarikatlar desteklenmiş, laikliğin, onların politika yapmasını, ibadet yapmasını tehdit oluşturduğunu söyleterek, yayarak laik–antilaik tartışmasına zirve yaptırmıştır. Derin devletin laik görünen, adına merkez sağ denen kesim yerine radikal islamcılar yan yana gelmiştir. Bu süreci laik görünen Amerikan güdümündeki ordu ve yargı ile, islamcı tarikatlara ve islamcı partiye baskı yaparak ve hatta siyasallaşan türban örtme, örttürmeme çekişmesiyle islamcılar parlatıldı.
ABD, o zamana kadar laik görünenlerle iş tuttuğundan, dincilerce her davranışı protesto edilirdi. Hele hele Filistin Gazze sorunuyla ilgili her Cuma günü protesto eylemleri yaparak, yaptırarak ülke sathında örgütlenmelerine derin devletçe aleni çanak tutulmuş ve hatta desteklenmiştir. Kısacası tavşan kaç, tazı tut denilerek dincilerin iktidar yolu açılmıştır.
Ordu ve yargı halkın değil, Amerika’nın tetikçisi olmuşlardır.
Halkın gözünde düşmanlarmış gibi gösterdikleri dincilerin, iktidar olmaları için adeta mühendislik yapmışlardır.
Böylelikle ordu+sanayici+toprak ağasından oluşan üçlü ittifak, yani, oligarşi yerine Fethullah Gülen geçmiştir.
O da, Recep Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül, Bülent Arınç ve Abdüllatif Şener’in ortak oldukları AKP’yi kurdurmuş, CIA, Kontrgerilla hep birlikte AKP’yi iktidar yapmışlardır.
AKP, tüm bu güçlerle birlikte halkı yönetmek yerine, devletin derinliklerine kadar tahribata girşmiştir.
Buna paralel olarak da, ülke varlıklarını satmak, talan ve yağma etmek gibi  eylemleri sıklaştırarak sürdürmüşlerdir.
Ülkenin yarısından çoğu ötekileştirilmiş, demokrasi askıya alınarak aleni diktatörlük ilan edilmiştir.
Ve 31 Mart 2019 seçimlerinde öfke örgütlenmiş, büyük şehir belediyelerini muhalefet kazanmıştır.
İktidar İstanbul’da kazdığı çukura düşmuştür.
Gelişen halk muhaledeti aleni hesap sormak üzere öfkesini çoğaltmıştır.
İstanbul’a ihaneti aşk sananlar, İstanbulludan aleni tokatı yemiştir. İktidarla birlikte ona ihanet eden Sarıgül’ü de tokatlamıştır.
İktidar, seçim sonucunu tanımayarak çeşitli gerekçeler ile Ekrem İmamoğlu’na mazbata verilmemektedir.
İşte islamcı partiyi iktidar yapan güç, bu gün de iktidarı vermiyorum dedirtmektedir. Seçimi kazanana verdirmeyen güç FETÖ’dür, CIA’dır.
Geçmişteki etki–tepki den %15’lik islamcılar nasıl iktidar yapıldıysa, Ekrem İmamoğlu’na yapılan bu haksızlıktan da Ekrem İmamoğlu siyasi kazanç sağlayacaktır.
Mahallelerde seçmen evlerine polis gönderenlerin FETÖ’cü oldukları kesindir.
Geçmişteki asker ve yargının yerini AKP’nin aldığını görmekteyim. Buradan AKP’nin misyonunu doldurduğu anlaşılmaktadır.
İmamoğlu artık siyaset sahnesinde vardır. Muharrem İnce’nin cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra yarattığı hayal kırıklığını da, fazlasıyla onarmış kişi olarak gönüllerde taht kurduğunu, gün, gün görmekteyiz.
Hele bir de mazbatası verilmezse, ilk seçimde ezici oy oranıyla cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturacaktır.
İmamoğlu ya AKP gibi neoliberal politikalara evet diyecek, ya da hayır.
Hayır derse, ülkenin düştüğü ekonomik buhranı, cumhuriyetin ilk yıllarında uyguladığı politikalar ile atacağı kesindir.
Bu süreç sonrası da, karşı devrimin karşısına halk dikilecek ve yeniden Tam Bağımsız Türkiye’nin kapısı aralanacaktır.
Karşı devrimin sonu neden olmasın?