Barış Arifoğlu
baris@yolcuhaber.net

İçine kapanık bir çocuktum ben. Çok fazla konuşmazdım ilkokulda..

İlkokula, birleştirilmiş sınıflı bir köy ilkokulunda başladım. Ortasında odun sobası olan tek derslikli bir okuldu bu. Tüm ilkokul sınıfları aynı dersliğin  içindeydi. Geniş geniş masaların etrafında dizili sandalyelerden oluşurdu her bir ilkokul sınıfı ve her masa bir sınıfı temsil ederdi. Öğretmen her sınıfın dersini, o sınıfı temsil eden masaya doğru dönerek anlatır, o sırada diğer masalarda ilgisi dağılan çocuklarda konuşma eğilimi başlayınca, sinirlenerek eline geçirdiği ilk çocuğa tokat atardı.  Okula yeni başlamış bir çocuk olarak daha yolun başında tanık olduğum bu şiddet sahneleri benim daha çok içime kapanmama sebep oldu, okuldan soğuttu.

Yaklaşık 2 ay sonra başka bir kentin ilçe ilkokulunda devam ettim 1. sınıfa. Zor alıştım, çok yabancılık çektim. İçe kapanıklığım daha da arttı. Uzun bir süre sınıfta hiç arkadaşım olmadı, olamadı. O dönem zilin çalmasını ve teneffüsün olmasını istemezdim. Çünkü teneffüslerde tek başıma bir köşede öylece kalır, oyun oynayan çocukları seyrederdim!

Bu yeni okulumda bir gün öğretmen şimdi hatırlamadığım bir durum için sınıftan dışarı çıkmıştı. Sınıf başkanımız koca kafalı, hafif sarışın , küt burunlu , aksi, lanet bir çocuk. Konuştukça sanki motoru tekleyen bir kamyon gibi homurdanıyor. Hiç ama hiç hoşlanmıyorum kendisinden ve onunda benden hoşlanmadığını hissediyorum..

Hiç konuşmayan ben, ne olduysa iki çift laf etmişim, hatırlamıyorum, bir baktım tahtada benim adım yanında iki çarpı (x). Sınıf başkanı olacak o komprador uşağı:) , öğretmen gelince, bir saygı duruşunda bulunup yerine oturdu. İşbirlikçi hain seni!  Hepimiz biriz,  eşitiz işte, iki çift laf ettik ne oldu! Konuşmak bu kadar mı kabahat? Hep susalım mı ? Her şeyi içimize mi atalım ?

Sonra, sınıfın en azılı öğrencileri ve ben tahtaya kalkıyoruz, dayak yemek için.. Neden?  Çünkü konuştuk, ses yaptık !

O sırada bütün sınıf bizi izliyor. Sirk maymunu gibi  duruyoruz yazı tahtasının önünde. Benim gözlerim onu arıyor. O, sarı bukleli ve kurdeleli saçlarıyla bana bakıyor. Gözleri gök mavisi, ellerini birbirine kavuşturmuş, o kadar masum bakıyor ki, en vicdansız katili bile insanlığından utandırır. Sıra yavaş yavaş bana geliyor, yanımdaki yoldaşlar sakin, işkenceye dayanıklı, gururla uzatıyorlar ellerini, ah bile demiyorlar, sanki içlerinden slogan atıyorlar, o yaşlarıyla, baskılar diyorlar öğretmenim bizi yıldıramaz , susmayın diyorlar o sessiz kalan sınıfın kalanına, o bastırılmış kitleye, susmayın sustukça sıra size gelecek..

Haklılar da, ben hep sustum sonra sıra bana geldi. Tahtaya bakıyor nazi subayı öğretmen, iki çarpıyı görüyor, uzat ellerini diyor, elinde tahta cetvel, şak birine sonra öbürüne, ah demiyorum ama gözlerim doluyor, tüylerim diken diken oluyor acıdan. Geçiyoruz yerimize..

Teneffüste sarı bukleli, kurdeleli kız geliyor yanıma. Ellerimi tutuyor. Ben bütün acımı unutuyorum. Sen ellerimi böyle tutacaksan hep adımın yanında iki çarpı olsun sarı bukleli kız. Dedim ya, çok içine kapanık bir çocuktum ben, bir daha konuşmadım ama o konuşup da tahtaya çıkan arkadaşlara sirk maymunu gibi değil, gururla baktım. Bunun için de bugün Ahmet Kaya ‘ nın şarkısında dediği gibi “gururla bakıyorum dünyaya, vurulup düşenler darda kalmasın”  diye..