Barış Arifoğlu

Bugün 18 Mayıs. Yarın, Anadolu Halklarının Emperyalizme karşı başlatmış olduğu amansız savaşın başladığı tarih olan 19 Mayıs 1919 ‘un yıldönümü. Mustafa Kemal ‘ in Samsun’ da başlattığı bu mücadelenin sonunda savaş kazanılıp işgalciler ve işbirlikçileri Anadolu ‘ dan kovulduktan sonra, gerek siyasi, gerek iktisadi , gerekse sosyololojik olarak ömrünü tamamlamış köhne bir imparatorluğun ardından nasıl bir yönetim şeklinin geleceğini herkes merak ediyordu. Devrim ‘ ın yönü ve şekli ne olacaktı? İki seçenek vardı. Bir tarafta Batı Tipi Demokratik Cumhuriyet bir tarafta savaşta Mustafa Kemal ‘e maddi ve manevi desteğini esirgemeyen Lenin ‘ ın çiçeği burnunda Sosyalist Sovyetler Birliği .Hepimiz biliyoruz ki Mustafa Kemal Sosyalist Devrim seçeneğini kullanmadı !

En yaygın kanı ve halen daha tartışılan iddia şudur : “Sosyalist Devrimi yapamazdı çünkü halk buna hazır değildi, ortam uygun değildi , işçi sınıfı yoktu”  Bir kere buna kesinlikle katılmıyorum ve niye katılmadığımı kendimce yazmaya çalışacağım..

Sosyalizm teorik anlamda genel olarak devrimi aşamalar halinde tanımlamış olabilir. Önce burjuva sınıfının, sanayileşmenin ve dolayısıyla işçi sınıfının ortaya çıkışı ve ardından sınıflar arası sömürünün ve kaynak paylaşımındaki haksızlığın artması gibi aşamalar ve sonunda devrim… Ama bu sadece bir teori, tavsiye edilen kullanım kılavuzu gibi düşünün. Zorunlu bir yol değil ve pratikte tek zorunlu yol da olamaz. Çünkü karşımızda bir Sovyet Rusya örneği var ! Orada nasıl oldu bu devrim o zaman..!

Zira en büyük çaplı iki devrimin gerçekleştiği ülkelerden biri Rusya’ydı değil mi . Peki Rusya sanayileşmiş bir ülke miydi Sosyalist Devrim olduğunda ? Belirgin bir burjuva-işçi çatışması mı vardı? Hayır. Rusya hâlâ feodal niteliklerini yitirmemiş ama tarihi boyunca askeri ve politik atılımlar yaparak kapitalist Avrupa ülkeleri arasındaki rekabete belli bir ölçüye kadar dahil olabilmiş bir monarşiydi: “Çar”lıkla yönetiliyordu.

Peki Rusya’da devrim başladığında, insanlar Lenin’i ellerinde çiçeklerle, “hoş gelişler ola, altıncı Lenin paşa” diye şarkılarla mı karşıladılar ? Hayır. Rusya iç savaşı diye bir gerçek var : Bolşevikler ve Çar yanlıları acımasızca biribirilerini katlettiler.  Devrimin gerçekleşmesi sırasında yapılan mücadelede 6 milyon civarında insan öldü beş yılda..

Devrim denilen şey, bir sistemin pratikte baştan aşağı değişmesi demek. Bu da doğal olarak mücadele demek. Çünkü değişimin direnç ile karşılanması çok olası.

Konuyu çok dağıtmadan gelmek istediğim yer şurası, Sosyalist devrimin yakıtı her ne kadar memnuniyetsiz halk kitleleri olsa da, bu kalabalık kitleler pratikte sistematize olmamış, hantal ve duygusal bir gruptan ibaret oldukları için sadece yıkma işlevini gerçekleştirebilirler fakat yıkılanın yerine daha ideal olan bir sistemi hızlı ve etkili şekilde inşa edemezler. Çünkü organize olmadan böyle birşey yapmaları pratikte çok uzun zaman gerektirir. Basit insan doğasının gereği bu: toplum bir günde dönüşmez. Dönüşüm belki nesiller sürer. Bu çok açık bir gerçeklik. Dolayısıyla eski sistemin yıkılışından sonra aynı hataların tekrarlanmaması ve ilerlemenin sağlanması için pratik hareket edebilme ihtiyacını karşılayabilecek küçüklükte ama kitleleri etkileyebilen zeki bir oluşum gerekir. Sosyalist teoride liderlik denen müessese işte budur .

İşte Atatürk’ün de, Lenin’in de durduğu yer tam olarak burasıydı. Kadim ve köhne bir sistem yıkılmış, toplumsal kaosun ve kazanılan bir savaşın ardından egemenlik devralınmış ve iş artık yıkıntı içinde kalmış halklara daha insani ve adil bir yaşam tarzı kazandırma aşamasına gelmişti. Sahip olunan güç her iki lidere de bu amaç doğrultusunda büyük reformlar gerçekleştirme imkanı verir haldeydi.

Her iki lider de, başlattıkları reformlar ile halkların “akılcı” yükselişini ve zincirlerinden kurtulmalarını amaç edindiklerini kanıtlamış liderlerdi. Bunda şüphe yok. Ama sorun deneyim düzeyi ve tercihler ile ilgiliydi.

Yukarıda  bahsettiğim “halkın hazır olmaması” söyleminin haksızlığını bir kere daha örnekleyerek devam etmek istiyorum.

Mustafa Kemal ve ekibinin ilerlemeci devrimleri o dönem toplumunun geleneksel yapısına çok tersti ve zaman zaman ciddi dirençle karşılandı. Ama bu ekibin komutasındaki devlet otoritesi bu dirençleri kararlılıkla kırdı ve Türkiye’nin çehresini hızla değiştirmeyi başardı. Yani ortada, “halk hazır değildi, olmadı” gibi bir gerekçenin sunulabileceği bir durum yoktu. Halk gayet de hazır hale gelebiliyordu. Lenin ve Rusya örneği için de aynı şey geçerli.

Deneyimler ve tercihler ise şu şekilde devreye girdi: Bolşevik Devrimcileri çok daha adanmış ve samimi bir proje başlatıp sonuna kadar gitme yolunu seçtiler. Ama İttihatçı/Kemalist devrimciler limitlerini görebilmek adına daha tedbirli olma yolunu tercih ettiler. Bolşeviklerin kararlılık tercihi ile Kemalistlerin tedbirlilik tercihi arasındaki farkın en belirgin nedeni ise, Sosyalist Teorinin getirmiş olduğu bilgi birikiminin bolşeviklere verdiği özgüvendi.

Kemalistler ise, genellikle daha garantici/pazarlıkçı bir tavır edindiren saha deneyimlerine sahip oldukları ve sosyalist deneyimlerin bilimsel/entelektüel analiziyle elde edilen “know-how” birikimine sahip olmadıkları için, limitlerini deneyerek anlayabilmek adına daha el yordamıyla ilerlediler ve nihai hedeflerinin ne olduğu konusunda Bolşeviklerin durumuna göre gayet ciddi bir entelektüel belirsizlik yaşadılar. “Muasır medeniyetler seviyesi” gibi söylemler her ne kadar iyi niyetli bir ideal olarak öne çıksa da, Sosyalizmin zihinsel dinamizmine ve motivasyonuna göre çok sönük kaldı. Zira Bolşevik Devriminin 30. yılında bir zamanların Feodal Rusya’sı mağrur ve tüm dünyada söz sahibi bir sanayi ülkesi haline gelmişken, kemalist devrimin 30. yılında bir zamanların Feodal Türkiye’si, Atatürk’ün ilerlemeci mirasını çoktan unutmuş; bir yandan batı kapitalizminin, diğer yandan da feodal değerlerini yeniden elde etmek isteyen karşı devrimci gericiliğin eline düşmüş haldeydi..

Biliyorum, Rusya ve Türkiye elbette eşit şartlarda iki ülke değil. Nüfus, doğal kaynaklar, büyüklük gibi yönleriyle Rusya daha avantajlıydı . Ve tarihte şu olsaydı, böyle olurdu demek çok bir anlam ifade etmez. Ama Türkiye, Sovyetlerle ittifak yapabilmiş olsaydı; sosyalist birikimden faydalanır ve sosyalist birikimi kendi deneyimiyle zenginleştirir ve böylece el yordamıyla gerçekleştirmeye çalıştığı modernleşme ve aydınlanma sürecini çok daha hızlı, etkili, başarılı şekilde yaşayabilirdi.

“Komünist ülkeler yoksullukta eşitti, kapitalizm en azından politik-ekonomik yükselme şansı verdi” şeklinde eleştirilerde bulunanlar da, Atatürk’ün ölümünden 2000’lere kadar türkiye’nin yoksul ve köklü bir demokrasi kültüründen uzak bir halkın ülkesi haline geldiğini hatırlamalı. Atatürk döneminde sosyalist tarafa geçmemiş olmak bir nevi deneme süreci sayılabilirdi belki. Ama ikinci dünya savaşı’ndan sonra parlamakta olan Sovyetler ile müttefik olmamak devasa bir hataydı bence ve özetle, Türkiye ikinci dünya savaşı sonrası kapitalist tarafta yerini aldı ama kapitalist olamadı. Sen de eleştirdiğin sosyalist ülkelerden daha zengin olamadın,  daha demokratik de olamadın. Hatta Mustafa Kemal ‘ in ilerlemeci mirasını bile yitirdin. Ve hatta daha da kötüsü Sovyet Ülkelerindeki halklarının yaşadığı bilimsel, sanatsal aydınlanmadan da mahrum kaldın. Yoksul oldun. Yobaz ve gerici fabrikası oldun!

Sonuç olarak Mustafa Kemal bir askerdi. Akademisyen değildi. Avrupa ülkelerini gezip deneyimlemiş ve gelişmiş yönlerini takdir edip “muasır medeniyet” olarak nitelendirmiş olmasına rağmen, o dönemde politik olarak “yeraltı” modunda olan Sosyalist Teoriye hakim olma fırsatı elde etmemişti. Ve hayatının çoğunu savaşlarda geçirmiş ve elde ettiği başarıyı çok zorlanarak elde etmiş bir nesile ait olduğu için de, doğal olarak, zorlukla kazanmış olduğu şeyi, henüz herhangi bir yaşanmış başarılı örneğini görmediği ve teorisine hakim olmadığı Sosyalist Sisteme dahil ederek kumar oynamak istemedi bence ..

Tabi ki bu zamandan o dönemi eleştirmek kolaydır zira dost düşman herkes bunu zaten fazlasıyla yapıyor. Ama ülke olarak geldiğimiz noktaya,  bunca yılda yaşananlara baktığımda benim şahsi fikrim,  bu kararın yanlış olduğudur…Ama şu an geldiğimiz noktada bu ülkenin kurtuluşu kısa vadede kesinlikle öncelikle Kemalist Devrimin fabrika ayarlarına dönmek ve aynı aydınlanma ruhuyla Anadoluyu şu an saplandığı karanlıktan kurtarmaktır. Bu gerçekleştiğinde zaten arkası gelecektir..

19 Mayıs Kutlu Olsun…