Metin Gümüş
metin@yolcuhaber.net

Her nedense bu günleri 1919 yılları ile karşılaştırma hastalığı başladı ben de! Umarım ciddi bir hastalık değildir. 31 Mart seçimleri sonrasında iktidarın tavrı ve özellikle seçimlerin iptaline ilişkin çalma- çırpma iddialarından daha vahim açıklamalar bu hastalığımı daha bir depreştirdi..

Atatürk Samsun’a gitmeden önce Padişah Vahdettinle de görüşmüş. Bir yoklama çekmiş, göreyim memleket ahvali için neler düşünüyor demiş. Gördüğü şu: Vahdettin’in memlekete dair hiçbir düşüncesi yok. O kendi saltanatının derdine düşmüş. Tek tesellisi İngiliz mandası. Ona göre centilmen İngilizler, günü gelince işgal ettikleri her yeri tekrar boşaltıp geri verecekler. Bu umutsuz vaka karşısında Mustafa Kemal kurtuluşa varmak için, bütün üniformalarından soyunup, düzenle ilişkilerini kesmesi gerektiği kanaatine varmış ve Samsun yolculuğuna bu duygular içinde çıkmış.

Gerisi malum, tek derdi kendi sarayı olan Vahdettin tarihe son Osmanlı Padişahı ünvanı ile geçmiş.

Peki bunun günümüz de yaşananla benzerliği ne?

Mevcut iktidar sahipleri bir önceki seçimde halka bir beka zokası attılar, halk yutmadı. Seçimi kaybettiler. Ama ellerindeki devlet gücünü kullanarak seçimleri iptal ettirdiler. Şimdi yenisine gidiyoruz. Şimdi halkı kandıracakları hiç bir argümanları yok. Zaten halk diye bir sorunları da yok. Varsa yoksa saray, başkanlık rejiminin bekası. (Başkanlık rejimi dediğin de dünya üzerinde benzeri yok. Tam bize özgü. Bizim geleneğimizde olan Saltanat rejiminin bir benzeri.)

Bunu çok açık biçimde de söylüyorlar.

“Bir yandan darbe girişimlerinden terör eylemlerine, göç baskısından döviz kuru operasyonlarına kadar çok önemli ve zor süreçleri yönetiyoruz, bir yandan da Türkiye’yi dönüştürmeye, geleceğe hazırlamaya ve bu süreçlerin maliyetlerini karşılamaya gayret ediyoruz” derken.

Bir yandan da “31 Mart seçimlerini de bu zorlu koridorun çıkışı olarak gördük. İstedik ki bütün tartışmaları, kriz üretme gayretlerini, Türkiye’yi tökezletmeye çalışan süreçleri arkamızda bırakalım. Milet, 16 Nisan’dan sonra 24 Haziran’da da ülkenin yönetim şekliyle ilgili sözünü söyledi, milletvekillerini belirledi ve nihayetinde de 31 Mart’ta yerel yönetimler noktasında da sözünü söyleyip bize altın bir 4,5 yıl verdi. Ancak burada, İstanbul’da ilginç bir şey oldu. Ne oldu ve biz niçin 23 Haziran’a tekrar randevulaştık? Çünkü birileri, sözü milletin değil kendilerinin söylemesini istedi. Milletin sözünü beğenmediler, milletin iradesine ipotek koymak istediler. İstanbul’da seçimlerde yaşananların en net tarifi ‘oldubitti’ yapma gayretidir” diyorlar,

(Süleyman Soylu Çatalca Muhtar sohbetinden mealen yazdım)

Özcesi diyorlar ki; biz 16 Nisan Referandumu ve 24 Haziran Seçimleri ile Başkanlık yolunda elde ettiğimiz mevzileri, 31 Mart ve ya bir başka seçim sonuçları üzerinden tartışmaya açılmasına izin vermeyiz. Muhaliflerin bundan sonraki her türlü seçim başarısı, milli iradeye müdahale gerekçesi ile tarafımızdan kabul edilmeyecektir…

Yani en büyük dert koltuktur, saraydır…

Yeni Osmanlıcılık sevdası, daha ana rahminde kan pıhtısı halinde iken düşük olacaktır.

600 yüz yıl süren bir hikâyenin sonunda yaşanan korku o hikâyeyi yeniden yazma düşüncesinde olanları işin ta başında iken sarmıştır.

Kurtuluşları yoktur…!

Öykündükleri padişahları gibi tarihin çöplüğüne gideceklerdir…