Barış Arifoğlu
baris@yolcuhaber.net
“Sevgi neydi? Coşkun akan dere, sonbahar rüzgarıyla ürperen yapraklar, cama vurup dağılan yağmur damlaları, bir yürek çarpıntısı… Sonunda coşkun dere durulur, yapraklar kurur, dökülür, yağmur diner, güneş çıkardı…
Sevgi neydi? Sevgi; sahip çıkan, dost, sıcak insan eli, insan emeğiydi. Sevgi iyilikti, sevgi emekti…”
“Selvi Boylum Al Yazmalım” filminin unutulmaz repliğidir bu ..Niye aklıma geldi durup dururken bu sözler? Hepimizin büyüdükçe bayramların bize artık çocukluğumuzdaki eski bayramlar kadar anlamlı gelmediğini, aynı duyguları hissettirmediğini söyleyip dururuz. Niye böyle hissederiz peki ? Acaba “sevgi” nin anlamını yitirdiğimiz, artık insanları sevmediğimiz, “bayramlaşmak” kültürünün aslında bir “emek” olduğunu unutmamız olabilir mi ?
Emek harcamadan bir insanı ve aslında temelinde toplumsal barışma ve hoşgörü olan bir bayramı gerçekten sevemeyeceğimiz olabilir mi ?(tatil olması dışında! )
Çocukluğumda en sevdiğim ve mutlu olduğum faaliyetlerden biri bayram sabahları erken kalkıp kendi mahallemizden babaannemin doğup büyüdüğü mahalleye yürüyerek gitmekti.
Bizim mahallede cami yoktu çocukluğumda. O yüzden bayram sabahları bayram namazını kılmak isteyen herkes namaz saatinden 1-2 saat önce kalkıp yollara düşer genelde yürüyerek caminin olduğu bu mahalleye ulaşırdı. Bu durumda bayramlaşma ritüeli caminin olduğu bu mahallede, hemen bahçesinde olurdu. Cami, bu mahalle ile o kadar özdeşlemişti ki adı bile “camimahallesi “(Sürevan) idi..
9-10 yaşlarındayım. Hangi bayram olduğunu tam hatırlamıyorum ama galiba ramazan bayramıydı . Bayramdan 1 ay önce babam,  okul müdürü olduğu için bir seminere katılmak üzere başka bir şehire gitmek üzere köyden ayrılmış, bende mantar tabancası ile bir kovboy şapkası istemiştim dönüşünde getirmesi için. Çocukluk işte, nereden aklıma düşmüştü bu istekler bilmiyorum.. Babam ise bu isteklerime ne hayır ne evet demiş,  bulabilirsem alırım falan vermişti.
Babamın gelmesini beklediğim bir ay, sabırsızlıkla geçen, bitmek bilmeyen bir zamandı..
Derken babamın geleceği gün geldi çattı. Ertesi günde bayram.Heyecandan yerimde duramıyorum tabi. Hayalimde babamın getireceği mantar tabancası ve kovboy şapkası ile bayram sabahı bizim mahalleden caminin olduğu mahalleye giderken yolda tabanca patlatıp havamı atmak var..
Neyse, babam geldi sonunda. Çantasını açıyor ama arada da bana bakarak gülümsüyor. Sonunda çantadan ayrı bir poşet çıkartıp bana uzatıyor. ” Al, bu senin ” diye . Açıyorum heyecanla..Kalbim o kadar hızlı çarpıyorki  neredeyse yerinden fırlayacak.Sonunda açıyorum paketi. Tam istediğim gibi tabanca ve kovboy şapkası..
Ertesi sabah bayram.O gece tabanca ve şapka yastığımın başucunda, sabağa kadar gözüme heyecandan uyku girmiyor. Sabahın köründe daha hava tam aydınlanmadan babaannemi uyandırıyorum!
“Uyu oğlum, erken daha. Namaza gidenler çıkar şimdi.  Biz onlardan sonra çıkarız ” diyor. Ama nafile, zorla ayağa dikiyorum babaannemi, üzerimde bayram kıyafeti, başımda kovboy şapkası elimde mantar tabancasıyla..!
Sonunda yola çıkıyoruz. Gün daha yeni doğuyor. Hava bayağı bir serin o satte. Gideceğimiz mahalle vadinin karşısında. Önce rampa aşağı vadinin dibine kadar inip derenin karşısına yeterince kalın bir ağacın karşıdan karşıya uzatılması ile oluşan tek kişilik köprünün üzerinden cambazlık yaparak geçiyoruz. Artık gideceğimiz mahalleye kadar yolumuz sadece dik rampa !
Vadiye tırmanmaya başlıyoruz.  Güneş ışığı henüz  üstümüze vurmuyor. Aslında gün doğmuş durumda ama derin İmerhev Vadisi ‘nin bir yakasının gölgesinin  içindeyiz henüz sabahın erken saatinde. O yüzden gün doğmamış gibi görünüyor..
Kestirme olsun diye dönerek tırmanan dolambaçlı araba yolunu takip etmek yerine habere dikine tırmanıyoruz ve çok yoruluyoruz. Ama soluklanmak yok. Aralıksız yürüyoruz. Bende arada sabahın ıssızlığını bozan mantar tabancamı patlatıyorum gururla. Sonrada bir kovboy gibi namlusuna üflüyorum..Zannedersin ben Red Kit, karşıki çalıların arasından da Daltonlar çıkacak!
En sonunda mahallenin girişindeki evlere yaklaşıyoruz. Önce  mahallenin eski okulu görünüyor,  arkasından yeni okul.. O saatte tarlalarda, sabah erkende olsa bayramda olsa babaannemin akranı nineler var . Bir kaçı babaannemi görüyor . Hemen tanıyorlar.  Ne de olsa babaannemin mahallesi..
Bir tanesi “nasılsın Gülseher abla ” diyor babanneme..Hoş beş ediyorlar ayak üstü. Beni tanıtıyor nineye gururla.” Büyük torunum” diyor. Arkasından klasik ” Ne kadar büyümüş ben görmeyeli ” muhabbeti oluyor. Yürümeye devam ediyoruz..
Sonunda mahallenin içinden geçen yolu takip ederek mahalle meydanına geliyoruz.  Bu meydanın yanı hemen camii ve meydan aslında caminin bahçesi. Biz tam oradan geçerken namaz yeni bitmiş ve 5 mahallenin insanları cami bahçesinde bayramlaşıyorlar . Babannem çok mutlu ..Hem bayram günü kendi mahallesinde olmanın sevincini yaşıyor  hemde uzun zamandır görmediği insanları görüyor. Hal hatır sormalar ve ayaküstü muhabbetler yapılıyor . Gerçekten bayramlaşıyor insanlar , adet yerini bulsun diye değil. Herkes biribirine gülen gözlerle bakıyor. Komşu mahallelerden gelenleri herkes sabah kahvaltısına davet ediyor. Her evde bayramların vazgeçilmezi bişi ve papa pişiyor ..
Evet , samimiydi herkes bu duygularında..  Numara yoktu. Yapmacıklık yoktu. .Emek vardı.. İşte bunun içinde gerçek sevgi vardı..
Ne diyordu yazının başında belirttiğim meşhur filmin repliği;
“Sevgi neydi? Sevgi; sahip çıkan, dost, sıcak insan eli, insan emeğiydi. Sevgi iyilikti, sevgi emekti…”
İşte bizim çocukluğumuzdaki bayram böyle birşeydi:  Babannemdi, yüzü ve bayramlaşan elleri sımsıcak emekçi insanlardı..Yani sevgiydi..
Bayramınız kutlu olsun…