Barış Arifoğlu
TÜRKİYE’DE “SOL” NE ZAMAN İKTİDAR OLUR ?
Türkiye ‘yi uzun yıllar boyunca “SAĞ” iktidarların getirdiği içler acısı durum ortadayken halen daha “SOL” un ezici bir çoğunlukla iktidara gelememesi, üzerinde çok düşünülmesi ve değerlendirilmesi gereken bir konudur. Niye böyledir peki ?
Gelir dağılımındaki uçurumun her geçen gün daha da derinleştiği, yoksulluğun arttığı, işsizliğin son yılların en üst seviyesine çıktığı, her gün onlarca küçük işletmenin iflas ettiği, büyük şirketlerin borç batağında çırpındığı, yolsuzluk ve ranta dayalı ekonomik programların ülkeyi borç batağına sapladığı, üretime değil ithalata önem veren, eğitimi çökmüş, sağlık sistemi hızla özelleştirilen ve hasta insana “müşteri” gözüyle bakılan , dünyanın gelişmiş ülkelerinin bilimsel ve teknolojik seviyesinin çok altında kalmış, gerici tarikatların bir örümcek ağı gibi hayatın her alanını sardığı bu ülkede niye sağ’ ın alternatifi yine sağ olur ?!
Dünya üzerinde gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerin tamamında ulaşılması gereken belirli çıtalar söz konusudur; eğitimde, sağlıkta, ekonomide, vs. Devletin işi; eğitimsiz insanların eğitim almasını sağlayarak daha gelişmiş bir birey profili oluşturmak, sağlık kurumlarını tüm vatandaşların istifade edebileceği biçimde dizayn edip sayısını ve niteliğini arttırmak, ekonomide üreterek kalkınmak, daha sağlıklı bireyler için çocukları küçük yaşlardan itibaren müziğe spora teşvik etmek vs..
Bu bahsettiğim maddelerin hepsini tek tek açıklarsak kitap olur. Bu sebeple konuyla doğrudan bağlantılı olan eğitim ve sol ilişkisine değineceğim.
Dünyada büyük buhranı yaşayan tüm ülkelerde sil baştan bir kuruluş süreci söz konusudur. Bu buhranlar kimi zaman bir salgın, kimi zaman bir nükleer bomba, kimi zaman da yıkıcı bir savaşı sonrasıdır. Yeniden inşa edilen medeniyetin başında çoğunlukla aklı başında, ileri görüşlü, zeki liderler yer alır. Böyle bir felaket tablosundan sıyrılmanın yegâne yolu, aklın ve bilimin izinden gidecek bir medeniyet inşa etmektir. Lakin siz ne kadar sağlam temeller atarsanız atın, bu bilim ışığına adapte olamayarak geleneksel düzenin devamını isteyen birçok kimse çıkacaktır. Çünkü onlar evrensel düzeyde öğrenme ve üretme kültürü üzerine değil, dedesinden ve atasından ne gördüyse onu kabul edip yaşayan insanlar topluluğudur. Ve ne yazık ki tüm gelişmemiş topluluklarda bu insanlar sayıca daha fazladır ki ulaşılmak istenen zümre budur ve adına “halk” denir.
Siyasi ideolojilerin gereklilikleri göz önüne alındığında sol eğilimli partilerin, muhafazakar partilere nazaran akla ve bilime daha çok önem verdiği aşikardır. Zira sosyalist çizgidekilerin halkı ikna kaynağı “bilgi” iken muhafazakar partilerde bu unsur çoğunlukla ‘din’dir. Süreklilik arz eden sağ eğilimli partilerin istisnasız hepsinde “din” ve “kahramanlık” öğeleri halkı uyutmak için bir tür afyon olarak kullanılmıştır. Bu sebeple sol eğilimli partilerin işi, muhafazakar sağ eğilimlere göre daha zordur. Çünkü sol daima üretmek zorundadır,  ve şüphesiz ki “uyutmak” işi, “üretmek” işine göre daha kolaydır!
Bu tartışma yalnızca bizde değil Avrupa’da da yıllar boyu devam etti. Irkçı ve koyu katolik kesimlerin oyuyla hükumeti kuran sağ çizgideki partiler, tıpkı ortaçağ zihniyetinde olduğu gibi din ile uyuttular insanları. Kocaman anıtlar, büyük kiliseler ve bunlara giden çokça inşaat yaptılar ama hiç üretmediler. Teknoloji ve değişim üzerine kafa yormadılar. Nihayetinde ya kaybettiler ya da bir ulusun felaketine sebep oldular ve döngü yeniden başladı.
Bu konu uzayıp gider. Ne ben yazmaktan bıkarım ne de yazılacak şey tükenir. Lakin buraya kadar anlattıklarım, başlıktaki soruya evrensel düzeyde bir cevap niteliği taşıyor değil mi? Bilginin ve aklın izinde gidenler, geleneksel öğretilerle iş yaparak o seviyedeki halka inemez güzel kardeşlerim, inmemeli. O seviyeye inerse zaten izinde gittiği aklın yolunu reddetmiş olur. Tam tersine gelişme çabasında olan ülkelerde bu tür insanlar; geçmişten ders alarak, hakiki mürşidin bilim olduğunu örneklerle kavrayarak bu yola yönelir ya da teşvik edilir. Tıpkı Mustafa Kemal ‘ in yaptığı gibi ve bu yönelişin adı “DEVRİM” dir..
Ama günün birinde muhafazakar bir sağ görüş gelir ve kolay olanı seçer. Milim milim dokunan bilim kervanını viran eyler. İnsanları din ve hamasi söylemlerle uyutur. Çalışmak ve bilim üretmek yerine insanın doğasında daima var olan “geçmişle övünüp din ile uyumak” güdüsünü yeniden hortlatır.  Hatta bir süre sonra bu duruma itiraz eden aydın kimseleri bile “dinsiz, hain” diye suçlamaya başlarlar. SOL kesimin bu tür insanlara “cahil” demesinin sebebi işte budur. Çünkü onların benimsediği yol ve bakış açıları cahilliğin tezahürüdür. Bu sebeple ileri gitmek isteyen medeniyetlerde aklın ve bilimin çıtası geleneksel düzeye indirgenemez. Tam tersine tabuları ve dogmaları olan zümrenin o seviyeye çıkması gerekir. Zira cahiller seviyesinde bilim yapılamaz.
Benim fikrimce yukarıda bahsettiğim ” SOL” üretim  1980’lerden sonra durdu ve garip bir şekilde o “halk” dediğimiz insanlardan olmak gibi bir kaygısı var “SOL” un!. Yahu sen onlar gibi olmayacaksın, yaptıklarından feyz alıp onlar senin gibi olacak. Demirel gibi köşkte viski içip köyde kasket takma işini bırakın!. Solcu insan kandırmaz. Senin işin yalnızca bilim ve sanat çizgisinde üretmek olmalı. Bizdeki sağ cenah da dünyadan farklı tabi. Evrende çok az bulunur cinsten “hazır bir zümre”yi kucaklıyor. Hem de sağcıların en büyük silahı olan “din, geleneksellik, kahramanlık” gibi öğelerin topyekününü kendisinde barındırarak!
Velhasıl kelam zor kardeşlerim. Bir medeniyetin “müreffeh düzeye” ulaşabilmesi için o medeniyeti oluşturan insanların kendi fıtratını yenip, dogmaları reddedip, aklın ve bilim izinden şevkle gitmesi lazım. Bu ancak büyük buhranlardan sonra kafaya dank eden bir hadise. Aksi durumda değil halka inmek, içine girsen faydası yok. Anlamazlar! O yüzden oturup beklemekten ve sosyolojik evrimin işlemesini gözlemekten başka bir çare yok ne yazıkki. Sağcılara benzeyerek , onların politikalarını izleyerek sağcı ve muhafazakar halkı ikna edemezsiniz bu kadar basit ..