Barış Arifoğlu
38 NUMARALI KOLTUK
Otobüsün içinde düşe kalka arkaya doğru ilerlemeye çalışırken bir taraftan da koltuk başlarındaki numaraları takip etmeye çalışıyordum. Biletimde yazan koltuk numarasına yaklaştıkça da gerginliğim git gide artıyordu. Bu hep olur bende. Genelde cam kenarına yoğun talep olduğundan numarası koridor tarafı olsa dahi çoğu uyanık yolcu cam kenarına oturup şansını deneme taraftarıdır, çok yolculuk yapanlar bilir. Sonunda, kısa ama meşakkatli yürüyüşümün sonunda koltuk numaramın olduğu sıraya geldiğimde korktuğum başıma gelmiş, koltuk numaramın yazdığı 38 numaralı cam kenarı koltuğunda bir amcanın oturduğunu görmüştüm.
“Yanlış koltuğa oturmuşsunuz” tarzındaki direkt vurgu yapan cümleleri pek sevmediğimden, durumu dolaylı olarak anlatmayı seçtim. Önce başımı eğip bilete baktım, arkasından kafamı ani bir şekilde kaldırıp koltuk başlarındaki numaralara sırasıyla bakıyormuş gibi yapmaya çalıştım. Amacım, koltuğumda oturan amcaya kararlı ve doğru koltuğu bulma konusunda inatçı olduğumu göstermekti. Ama tüm ısrarlı hareketlerime rağmen oralı bile olmamış, yüzüme bile bakmamıştı. Başı sürekli yere eğik olduğu içinde hiçbir şekilde göz göze gelemiyorduk. Sonunda yarım ağızda olsa sözlü olarak uyarmaya karar vermiştim ki bu sefer de başını yerden kaldırıp dışarıya bakmaya başlamıştı. Ağzımı yarım açmışken vazgeçtim. İçimden bir ses “gerek yok, topu topu iki saatlik yol “ demişti.
İstanbul’ dan Kocaeli’ ne gidiyordum. Yolum kısaydı. Çokta “cam kenarı, koridor” takıntısı olan birisi değilim ama bu sefer cam kenarına oturmaya şartlanmış ve neredeyse boş yeri kalmayan o otobüste tek kalan cam kenarı koltuğu olan 38 numaralı koltuğu özellikle seçmiştim.
İstemeye istemeye 37 numaralı koridor tarafı koltuğuna oturduğumda otobüs perondan ayrılmak için son manevralarını yapmaktaydı. Artık amcaya doğru bakmıyordum. Bir şey sezmiştim; Göz göze gelmesek te ona doğru baktığımda sanki daha çok içine kapanıyor, oturduğu yerde iyice büzülüp küçülüyordu. Bu halini görünce düşüncelerim değişmeye başlamış, kafamda büyüttüğüm “koltuk” ısrarından dolayı kendimden utanır olmuştum!
Esenler Otogarı’ nın virajlı bağlantı yollarından geçip ana yola çıktığımızda, ben de artık koltuk arkadaşım hakkındaki olumsuz düşünceleri kafamdan silmiş, rahatlamıştım.  Bu seferki amacım kesinlikle amcayla konuşmaktı. Bir şey vardı O’ nda, farklı bir şey. Normal değildi kesinlikle, bunu seziyordum.
Dışarıya doğru bakıyormuşum gibi yapıp göz ucuyla yüzüne baktım, rahatsız etmemeye çalışarak. Gözleri buğuluydu ve iki damla yaş süzülüyordu o anda gözünden yanaklarına doğru.  Bir anda şaşırmış ve öylece donup kalmıştım. Ağlıyordu! Hem de kendine hakim olmaya çalışsa da içini çeke çeke ve hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Yıldırım hızıyla aklıma bir sürü şey gelmişti o anda. Niye ağlıyordu?  Sebebi ne olabilirdi? En başından beri hislerimde haklımıydım!
Mümkün olduğunca yumuşak bir ses tonuyla “Hayırdır, niye ağlıyorsun amca ?” dedim. Konuşacakmış gibi yapıp, duraksadı. Düşünüyordu sanki ve yine yere bakıyordu. Sonra, avuçlarının içiyle gözyaşlarını silerek ilk defa bana doğru döndü ve göz göze geldik. Göz göze gelmemizle birlikte, gözlerindeki keder ve yıkılmışlık hissi bir anda benim gözlerime hücum etti ve beynime doldu. İçim ürperdi adeta ve tüm hissettiklerini bende yaşıyormuşum gibi geldi; Sanki felaketten çıkmıştı, perişandı.
Kısık bir ses tonuyla:
-“ Bana kızdın değil mi koltuğuna oturduğum için”  dedi.
“Bal gibi de farkındaymış kendi koltuğuna oturmadığının” dedim içimden ama sinirli değildim bunu düşünürken.Bir şey de söyleyememiştim. Elim ayağıma dolanmış, dilim tutulmuş, öylece donup kalmıştım. O anda bir sessizlik kaplamıştı otobüsü. Sanki herkes susmuştu. Sadece otobüs lastiklerinin asvalttan gelen sesini duyuyordum. Ne kadar zaman geçtiğini anlamamıştım ki koltuk arkadaşımın titrek sesi ile sessizlik bozuldu:
-“Kusura bakma. Otobüse adımımı attığım andan itibaren farkındayım senin koltuğuna oturduğumun. Keşke en başından açıklasaydım her şeyi. Ama inan ki o gücü bulamadım kendimde. Biraz zaman geçerse toparlanırım diye düşündüm. Pek değişen bir şey olmadı, yine anlatacak gücüm yok ama hakkımda kötü bir şey düşünmeni de istemem, bu beni çok rahatsız eder”
-“Yok amca ne rahatsızlığı. Sadece…”
Cümlemi bitirmeme müsaade etmeden yerinden hafiften doğrulmuş, yüzünü tamamen bana doğru dönmüştü. Anlatacağı asıl konuya hazırlık yapıyordu. Yüzünü şimdi tam olarak görüyordum. Bir ömrün tüm acıları, kederleri, hayal kırıklıkları yüzündeki her çizgiye yansımıştı. Bir anda tereddüt geçiriyormuş gibi kafasını iki yana salladıktan sonra ani bir hareketle yine bana doğru dönerek konuşmaya başlamıştı:
-“Bu koltuğa oturmamın bir sebebi var. Özelikle plakasını seçtiğim bu otobüsün, 38 numaralı koltuğunu almak için geldim bugün otogara” demiş ve kısa bir anlığına susmuştu.
Bende o sırada bu cümleyi kendimce yorumlamaya çalışıyordum.  Ama nafile!  Beynimin içinde fırtına misali esen düşüncelerim bu duruma bir mantık uyduramamıştı. Niye bir insan özellikle plakasını vererek seçtiği bir otobüsün daha önceden belirlediği bir koltuğunu almaya çalışsın? Bunun nasıl bir açıklaması olabilirdi?
Sonra, birkaç kez yutkundu ve devam etti:
-“Oğlumu kaybedeli tam 72 gün oldu. Daha 25 yaşındaydı. Gencecikti. Kalp krizinden öldü. Kokusuna doyamadan toprağa verdim. Bir baba canından çok sevdiği evladını nasıl kendi elleriyle toprağa koyar? Bunu düşünmek bile insanın tüylerini diken diken ediyor değil mi? Ama ben bu duyguyu yaşadım!. Bu acıyla yaşayamam zannediyordum ama 72 gündür yaşıyorum nasıl olduysa! Aslında sadece kalbin atmasına yaşamak dersek, öyle yaşıyorum! Gerisi zaten yok! “
Kulaklarıma inanamamış vaziyette öylece koltuğuma yığılıp kalmış, başımı yere eğmiştim. Amcanın yüzüne bakmaya cesaretim yoktu çünkü bakarsam bende hıçkıra hıçkıra ağlayabilirdim, o kadar dolmuştum. Benim bu durumu fark edip hafiften omzuma dokunup devam etti:
-“Çoçuğum bu dünyadan göçüp gitmeden önce son yolculuğumuzu bu otobüs ile yapmıştık. Kendisi şu an oturduğum 38 numaralı koltukta, ben ise senin oturduğun koltukta oturuyordum. Özellikle bu koltukta oturmak, onun kokusunu tekrar hissetmek, dokunduğu yerlere dokunmak , o yolculuğumuzu tekrar kafamda canlandırmak için özellikle aynı otobüsü ve koltuğu seçmek istedim ama bilet görevlisi “ biraz önce bu koltuğu aldılar” deyince bende 37 numaralı koltuğu aldım. Otobüste durumu anlatır, koltuğu değiştirim diye düşündüm ama ben otobüse bindiğimde sen henüz gelmemiştin. Dayanamayıp buraya oturdum. Senin geldiğin anda ise durumu açıklayacak gücü kendimde bulamadım. Tekrar kusura bakma “
Son cümlesini bitirdiğinde yüzü bana dönüktü ama gözleri çok uzaklara dalmış, kendiyse koltukta büzüle büzüle iyice kaybolmuştu. Kendimi hızlıca toparlayıp amcayı teselli etmem gerekiyordu ama ne diyebilirdim ki? Bu acıyı tarif edecek sonra da teselli edecek bir cümle var mıdır acaba diye düşündüğümü hatırlıyorum sadece. Ve o an aklıma sadece Yaşar Kemal’ in “İnce Memed” romanındaki şu sözleri gelmişti:
“Taş olsam erirdim, toprak oldum da dayandım. Demir olsam çürürdüm, toprak oldum da dayandım”