Metin Gümüş

Aslında AKP ve Reis’in hiç bir zaman samimi bir hikâyesi olmadı. Hep gereğini yerine getirmeyeceği vaadlerle kendisini hikâyesi olan bir parti ve kişiymiş gibi pazarladı.

Geçen zaman içinde samimiyetsizliği anlaşıldı, foyası döküldü, kel göründü. Ülkeyi yönetme kabiliyetinin olmadığı ayan beyan anlaşıldı. Hızla malum sona doğru yaklaştığını kendisi de görüyor.
Nasreddin Hoca’nın “ya tutarsa” mantığı ile ve bir algı yönetimiyle yeni bir hikâye yazma peşinde.

Yutturabilirse, tutturabilirse!

Bu babda geçtiğimiz günlerde Reis 2021 yılında yapılması gereken AKP 7. Olağan Kongre’sini bir yıl öne alacağının işaretini verdi. Bu Sonbahar’ da İl ve İlçe Kongre’leri sürecini başlatacaklarını söyledi. Amaç: İl ve İlçe yönetimlerini yenilemek. Kendilerine gerekli olan Ömer’leri bulup onlarla yola devam etmekmiş.

Bu cümleden olmak üzre, ömer kavramsallaştırmasının ne ifade ettiğini irdelemek gerkiyor.

Malûm, yaygın kabül ve inanışa göre İslam’ın ikinci Halifesi Ömer ‘adaleti’ ile ün salmıştır. Sözümona Reis bu kongrede adil insanları bulup işbaşına getirecektir.

Bu arayış, AKP ve Reis icraatlarına bakınca da görüldüğü gibi; bu güne kadar adil olmayanlarla yol yüründüğünün tevilli ikrarıdır. Dah önce, Davutoğlu Başbakanken “Şeffalık ve dürüstlük yasası” çıkarmak istediğinde; “ne yapıyorsun sen, bu yasayı çıkarırsan Anadolu’da İl ve İlçe Başkanlığı yapacak adam bulamasın” diye (tevile gerek kalmadan doğrudan) Reis tarafından ikrar edilmişti zaten.

Bu bakımdan Reis’in ömer kavramsallaştırmasında murat ettiği şey
haktan, hukuktan, adaletten yana insanlarla birlikte olmak olamaz. Zaten Reis’in de Ömer’in de adaletle olan ilşkileri sorunlu olmanın ötesinde, adaletle uzaktan uzağa bile ilgisi olmayan bir ilişkidir.

Burada Reis’in Adaletle ilişkisini tartışmaya gerek görmüyorum. Görünen köy kılavuz istemiyor.

Ömer’e gelince; onun adaleti de bilinenin tam aksidir. Bunu en önemli kanıtı da, onun adeletini anlatmak için yolculukta kölesi ile deveye sırayla binmeleri öyküsünde saklıdır. Söylenceye göre; tek develeri olduğu halde, kölesiyle beraber yolculuk yaparken deveye sırayla binmektedirler. Bir yerleşim yerinden geçecekken deveye binme sırası köleye gelmiştir. Köle, “görenler köle deveye biniyor, efendisi yürüyor demesinler” diye sırasını Ömer’e vermek ister ama Ömer bunu kabul etmez. İşte güya onun adalet anlayışı bu! Büyüüüük bir adaletsizliği perdeleyen, köleliği meşrulaştıran koca bir yalan.

Bu nasıl adalet ki; biri köle, diğeri efendi! Köle deveye binse ne olur, yürüse ne olur. Adı üstünde köle işte!

Bitmedi, dahası var! ‘Ömer adeletinin, siyasî entrikaları var ki evlere şenlik. Hatta tam Reislik. Yani adama “atı alıp Üsküdar’ı geçirten” entrikalar cinsinden.

Malûm Muhammet ölmeden önce, Gadir-i Humm’da (veda hutbesini okuduğu yer) kendisinden sonra İslam’a veli olarak Ali-yi işaret etmişti. Gel gör ki Muhammet öldüğünde cenaze ortada kalmasın diye Ali canhıraş uğraşırken bir kısım sahabe halife seçme derdine düşmüşler. Bunlardan birisi de Ömerdir. Muhammed’in cenaze namazı kılınmadan Ali’nin yokluğundan istifade ile Muaviye ile de anlaşarak Ebu Bekir’i halife seçtiler. Muhammed’in cenazesi ondan sonra kılınıp ( rivayete göre sadece 17 kişinin katılımı ile) defnedilmişti.

Ali ve eşi, (Muhammedin kızı) Fatıma bu seçimi kabul etmediler. Ebu Bekir’e biat etmediler.

Ali ve Fatıma’yı Ebu Bekir’e biat ettirme işini adaleti kendinden menkul Ömer üstlenmişti. Bunun içi yanına yeğeni Kunfuz’u, Halit bin Velit’i, yağmacı kabile şeflerini ve başka kabadayıları da alarak Ali’nin evini bastı.

Bu baskında yaşananları Muaviye’ye yazdığı mektupta şöyle anlatmış Ömer:

‘Hz. Fatıma’nın cariyesi Fizze’ye dedim ki: ‘Ali’ye de ki: Hz. Ebu Bekir’e biat etmek için dışarı çıksın çünkü Müslümanlar ona biat etmişlerdir.’
Fizze: ‘Hz. Ali meşguldür.’ dedi.
Dedim ki: ‘Bu sözleri bir kenara bırak, ona de ki, dışarı çıksın; aksi takdirde içeri girip onu zorla çıkarırız.’
Bu sırada Fatıma odadan çıkıp kapının arkasında durdu ve şöyle dedi: ‘Ey yalancı sapıklar! Ne diyorsunuz? Ne istiyorsunuz?
Dedim ki: ‘Ey Fatıma!’
Fatıma: ‘Ey Ömer ne istiyorsun?’ dedi.
Dedim ki: ‘Neden amcaoğlun seni cevap vermek için göndermiş ve kendisi perdenin arkasında oturmuştur?’
Dedi ki: ‘Ey şaki (bedbaht)! Senin azgınlığın beni evimden dışarı çıkardı; hücceti sana ve diğer her sapığa tamamladı.’
Dedim ki: ‘Bu boş sözleri ve kadın hikayelerini bir kenara bırak; Ali’ye de ki dışarı çıksın; aramızda hiçbir dostluk ve ihtiram yoktur.’
Fatıma dedi ki: ‘Ey Ömer! Şeytanla mı beni korkutuyorsun? Oysa ki şeytanın hizbi güçsüzdür.’
Dedim ki: ‘Eğer dışarı çıkmazsa, bolca odun getirerek bu evi içindekilerle yakacağım veya Ali sürüklenerek biate götürülecektir.’
Bu sırada Konfoz’un kırbacını alıp ona vurdum ve Halid bin Velid’e de ‘Sen ve adamlarımız odun getirin, ben onları yakacağım.’ dedim.
Fatıma dedi ki: ‘Ey Allah’ın düşmanı! Ey Peygamber’in düşmanı, ey Emir’ül – mü’minin Ali’nin düşmanı!’
Fatıma elleri ile kapıyı tutup onu açmama mani oluyordu; derken onu bir kenara ittim, yine bana mani olmaya çalıştı, bu defa kırbaçla onun ellerine vurdum, onu incittim, onun inilti ve ağlamasını duydum; neredeyse yumuşayacaktım ve kapıdan geri dönecektim. (…)  bu esnada kapıya bir tekme vurdum, Fatıma ise kapıya yapıştı; öyle şiddetle bağırdı ki Medine’nin alt üst olduğunu zannettim.’
(Kaynak kitap: Hz. Fatıma; Yazan: Prof. Dr. Haydar Baş, İcmal Yayıncılık, sayfa: 365-366 aktaran Rıza Zelyut 22 Nisan 2012 Güneş Gazetesi)

Ne yazık ki bu olay sırasında hamile olan Fatıma; aldığı darbeler sonucu çocuğunu düşürmüş, kendisi de kısa bir süre sonra genç yaşında vefat etmiştir.

Bu anlatılanlara ve Reis’in adalet pratiğine bakınca ‘Ömer’lerden’ murad ettiği şeyin merhametli ve adil insanlar olmadığı tam aksine, bundan sonra da iktidarda kalmak için ihtiyacı olan daha çirkef, daha melanetli insanlar olduğuna hükmetmek zor olmasa gerek.