Metin Gümüş

Kısa bir süre önce IMF heyetinin ülkemize yaptığı ziyaret siyaseten gündem oldu.

Eğer, heyet muhalefetin ekonomi kurmayları ile görüşmese; değil gündem olmak, ülkeye geldiği bile duyulmayacaktı. Kapalı kapılar ardında hükümetle yapılan görüşmeler sonunda heyet sessiz sedasız gönderilecekti.

Aslında “2013 yılından bu yana IMF defterini kapattık” diyen bir hükümetin IMF ile görüşmemesi gerekir. İnanca göre insan ölünce onun amel defteri kapanır. Ona bir daha ne sevap ne de günah hiç bir şey yazılmaz. Defter kapatmanın anlamı da budur zaten. Şu ya da bu şekilde hükümet IMF’le görüşüyorsa bunun bir nedeni olmalı. Bu neden (heyetler arasında sanat da dekadans üzerine bir tartışma olmayacağına göre) belli ki para dilenmekten başka bir şey değildir.

IMF’le görüşüldü, görüşülmedi, para istendi istenmedi bütün bunların hiç bir önemi yok.

Muradım, aklımın erdiği, dilimin döndüğü kadarı ile IMF’in ekonomi ve kriz yönetimi ile 70”li yıllardan bu yana (IMF dayatmaları ve ya ondan bağımsız olarak) ülkemizde yürütülen ekonomi politikalarının ne kadar birbiri ile örtüştüğünü irdelemek.

1945 yılında kurulan IMF’nin kuruluş amacı, (kâğıt üzerinde ki usturuplu ifadeler bir yana) kapitalizmin sürdürülebilirliğin sağlamaktır. IMF kurulduğunda kapitalist ülkelerde (refah toplumunu hedefleyen) Keynesci ekonomi anlayışı gereği – ki bu anlayış 1929 büyük bunalımdan çıkış yolunu gösteren anlayıştır- oluşmuş ekonomik yapılanma ve kurumlar ( KİT’ler, çeşitli kamu yatırımları, işçi sendikaları vs yapılar) vardı.

Demokrasi yükselen bir değerdi.

IMF ile geri kalmış ülkeler arasındaki ilişkileri her şeye rağmen olumlu bulanlar da var elbet! Bunlar kapitalizme iman edercesine biat etmiş yeminli muhafızlardır.

Aslında, IMF’nin ekonomi ve kriz yönetiminin tek cümlelik özeti şudur: halkın (işçi, köylü, memur, esnaf; emeği ile geçinen tüm toplum kesimleri) boğazını sıkmak.

Çünkü IMF kredi kullandırdığı bütün ülkelerden çalışanlar aleyhine uygulamaları şart koşmaktadır.

Örneğin; 1975 ve ya 76 yıllarındaydı, iktidarda Demirelin 1.MC hükümeti vardı. O yıllarda IMF ile yapılan anlaşmada şu koşullar öne sürülmüştü:
a) Çalışanların ücret artışlarının düşük tutulması,
b) %35’lik devalüasyon (Tl. convertible değildi – kolayca yabancı paralara çevrilemiyor, çevrilmesi için hükümet kararı gerekiyordu-) yapılması,
c) Köylünün ürettiği; hububat, meyve, sebze, çay, fındık, fıstık, narenciye, et, süt, bütün hayvansal ve bitkisel gıdaların taban fiyatlarının düşük tutulması,
d) Kamu ve devlet işletmelerinin özelleştirilmesi vs,

Bütün bunların yapılabilmesi için demokrasinin rafa kaldırılması gerekiyordu.

Nihayet dönemin mualefet lideri Bülent Ecevit hepimizin duyguların tercüman olurcasına ” IMF’nin öne sürdüğü bu koşullar demokrasinin (D)’sinin bulunduğu bir ülkede asla yerine getirilemez” demişti.

Gel gör ki kendisi iktidar olunca iki yıl sonra (1978) bu koşulların hepsini kabul etti.
Demokradsiyi askıya almanın yollarını döşemeye de başladı. Demirel’gillerin öteden beri arzu ettiği ama CHP muhalefeti yüzünden gündeme alamadıkları bazı yasal değişiklikler istenen doğrultuda Ecevit hükümeti tarafından yapıldı.
Bunlar;
– Toplantı ve gösteri yürüyüşleri,
– Dernekler ve Sendikalar,
– Polis vazife ve selahiyetleri yasalarında yapılan değişikliklerdi.

Yetmedi, dönemin TİSK (Türkiye İşadamları Sendikalar Konfederasyonu) Başkanı Halit Narin’in “şimdiye kadar işçiler gülüyordu, şimdi gülme sırası bizde” dediği 12 Eylül Faşist darbesi yapıldı. Halk muhalefetinin örgütleyicisi devrimciler hapislere atıldılar, işkencelerde öldürüldüler, hayin tuzaklarda vuruldular. Siyasî partiler ve devrimci sendikalar kapatıldı. Artık Türkiye Sermaye için, içinde AKP’nin de serpilip gelişeceği dikensiz bir gül bahçesiydi.

Darbenin sunduğu muhalefetsizlik ortamında Keynes defteri kapatılmış, Fredman defteri açılmıştı. Otur sebest piyasa, kalk özelleştirme. Çoğu AKP iktidarları döneminde olmak üzere ülke de özelleştirilmemiş hiç bir kamu ve devlet kurumu kalmadı. Hızlarını alamadılar devletin temel görevleri arasında olan sağlık ve Eğitimi de özelleştirdiler. Devlet elinde kalanları da piyasacı bir anlayışla yönetiyorlar.

Demem odur: Artık bu ülkede tıpkı Emperyalizmin kendisi gibi onun rafine ve kadim örgütü IMF de içsel bir olgu haline gelmiştir.
IMF’nin dikte ettiği ve edeceği bütün politikalar bu ülke yöneticileri tarafından içselleştirilmiştir. İMF gelse de gelmese de, istese de istemese de o politikalar harfiyen uygulanmaktadır.

Vatandaş borcu kimden aldığınıza değil, borçlanıp borçlanmadığınıza bakıyor. Gırtlağınıza kadar borç içindesiniz.

Vatandaş sizin IMF defterini kapatıp kapatmadığınıza, onunla ilişkilerinize değil, izlediğiniz ekonomi politikalarına bakıyor.

Gördüğü şey: içine kaçmış IMF ile ortalıkta yönetici diye arz-ı endam eden bir sürü zavallılarsınız.

Size dışardan kılavuza gerek yok, kılavuz içinizde…

Kılavuza gerek kalmamışsa yolun sonu gelmiş demektir.

Güle güle oturun diyeceğim de…

Çook suç işlediniz çok, yargıdan paçayı kurtarmamız ne mümkün.