Gökhan DEDE
10.10.2019

“Savaş zorunlu olmadıkça cinayettir,” diyen büyük Atatürk’ün bize en büyük miraslarından birisi de, “yurtta barış, dünyada barış,” sözüdür.

O nedenle, bizler hep barıştan ve insan haklarından yana olduk, bunun için gayret gösterdik. Biliyoruz ki, her savaşın kimilerine bir büyük maliyeti, kimilerine de bir büyük yararı vardır. O maliyet canla, kanla ve malla ödenir. Yararı olanlar ise, savaşı fırsata dönüştürenlerdir. Fısata dönüştürme, yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda siyasidir de.

Hani, 10 Ekim 2015 tarihinde Ankara Garı önünde hain IŞİD militanlarınca gerçekleştirilen insan katliamında 103 devrimci, demokrat, yurtsever vatandaşımız öldürüldüğünde, zamanın başbakanı “bu olay, oylarımızı en az 3-4 puan artırmıştır,” diyerek, akan kandan siyasi çıkar sağladıklarının sevincini yaşamıştı.

Nitekim, 7 Haziran 2015 seçimlerinin iptalini sağlayan AKP, 1 Kasım 2015 seçimlerinde oylarını ciddi biçimde artırarak iktidar olmuştu!.. İşte katliamdan, candan, kandan sağlanan siyasi menfaat tam da budur. Şimdilerde ise, haklılığı ya da haksızlığı çok tartışılan “Barış Pınarı Harekatı” diye başlatılan savaşın, AKP iktidarına ne kadar oy artışı sağlayacağını bakalım kim, hangi siyasi açıklayacak!

Bu harekatta kimin kârlı, kimin zararlı çıkacağı her alanda etkin ve yetkin kişilerce tartışılmaktadır. Hatta, AKP’nin uğradığı oy kaybının giderilmesi, partiden kopan siyasi grupların partide toparlanması ve bazı siyasi partileri arkasına alıp, bunların partiyle bütünleştirilmesini düşünüyor olabilecekleri dahi tartışılmaktadır. Dilerim ve isterim ki amaç bunlar değil, terörün kökünü kazımak, barışı sağlamaktır.

Evet, her savaşın, taraflarına ciddi bir maliyeti söz konusudur. Ancak taraflardan kimileri savaşı fırsata dönüştürerek, büyük maddi çıkarlar sağlayabilmektedir. Hiç şüphesiz bunlar genellikle emperyal güçlerdir. En başta da ABD’dir. Türkiye buradan bir menfaat sağlayabilecek mi, şimdilik bilemeyiz desek de, oldukça zor gözükmektedir. Çünkü görünen o ki, Türkiye bu savaşa ABD vasıtasıyla sürüklenmiştir. Aslında buna “savaş” da denir mi, tartışılır. Çünkü savaş, “devletlerin diplomatik ilişkilerini keserek giriştikleri silahlı mücadeledir.” Yani savaş, devletler arasında yapılır. Oysa burada yapılan, Suriye topraklarında konuşlanmış olan bazı terör örgütlerine karşı yapılan büyük çapta silahlı bir eylemdir. Dileyelim, mehmetçiğimizin ve sivil halkımzın burnu bile kanamasın.

Bu harekatın haklılığı ya da haksızlığı buradaki asıl tartışma konum değil.

Ancak, adına savaş denen bu harekatın, ekonomik kriz ve borç batağındaki ülkemize çok ciddi bir maliyeti olacaktır. Hiç şüphe yoktur ki, savaşın can ve kan kaybı, yoksul halk kesimlerinin çocuklarından olacaktır. Çünkü öteden beri görünen ve bilinen odur ki; hiçbir muktedirin çocuğu savaşa katılmamıştır, katılmamaktadır.

Öyle görünüyor ki bu savaşın ekonomik maliyeti yoksul emekçi kitlelerin sırtına yeni yeni zamlar, hatta vergiler olarak yüklenecektir.

Çok net olarak da bilinmektedir ki, Türkiye’de vergi tabana yayılamamıştır. Hatta kayıt altındaki mükelleflerden de yeterince vergi toplanamamaktadır. Esasında bunun için ciddi bir çaba da gösterilmemektedir. Yapılan tahakkukların tahsilatı bile tam olarak yapılamamakta, hatta siyasi iktidara yakın kimi büyük holdinglerin vergi ve ceza borçları ya silinmekte, ya da ötelenmektedir. Bu nedenledir ki sürekli olarak dolaylı vergiler konmakta, oranları artırılmaktadır.

Bu nedenle, diyebiliriz ki, bu savaş sonrasında ya da sırasında yeni vergi ya da vergi afları da gündeme gelebilir. Savaşın duygusal ortamında bunlar birer fırsat olarak da düşünülebilir. Hatta, vergilerini ödememiş olanlardan daha kolay tahsilat yapılabilir.

Her savaşın arkasında bir siyasi hedef ve ekonomik menfaat beklentisi olabilir demiştim. Asla ve asla savaş taraftarı değilim. Her şeye karşın, süreç doğru yönetilirse, Türkiye’nin de önemli çıkarlar sağlayabileceği düşünülebilir.

Ancak hep biliriz ve de inanırız ki:

Savaş demek; akan kan, kaybolan can demektir.

Savaş demek; yok olan mal mülk demektir.

Savaş demek; ülke halklarının yoksullaşması demektir.

Savaş demek; ücretlinin, küçük ve orta esnafın, kısacası yoksul emekçi kesimlerin daha da yoksullaşması demektir.

Savaş demek; ödenecek, hatta ihdas edilecek yeni vergiler ve zamlar demektir.

Yine hepimiz çok iyi biliriz ki; kaybolan canlar ve akan kanlar geri getirilemeyecektir. Maddi desteklerle giderilmeye çalışılan acılar, kolay kolay dindirilemeyecektir.

İşte bu nedenlerden dolayı diyorum ki; “haksız olan her savaşa, HAYIR,” demek lazım gelir.

Gökhan DEDE