Gökhan Dede
SMMM
07.11.2019

Bazen bir şeye dokunmak, onu uzaklarda bile olsa görmek, sesini duymak, koklamak, o havayı teneffüs etmek de gurur verir insana.

Taa uzaklardan, orman yollarından, Karanlıkmeşe’den, Düdümet’ten gelen bir aracın ağaçların arasından verdiği kısa süreli görüntü, boğuk motor sesi çocuklar hatta çoğu büyükler için dahi gizemli bir olguydu.

Sık ormanlardaki stabilize yollarda seyreden, o, önü kırmızı, mavi, yeşil bir tek kamyonun bile ara sıra görünmesi o günkü en büyük sevincimiz olurdu. Birden bire ağaçların arkasında gizlenircesine görüş açımızdan çıkıp, aniden kayboluşu ise, kâbusumuz olurdu.

Hatta, elimizi kulağımızın arkasına tutarak sesin gediği yöne döndürüp merakla dinlediğimiz, daha iyi duyabilmek için dikkat kesildiğimiz o boğuk motor sesinin bazen işitilmez oluşu hüzünlenmemize yol açsa da, kısa süreli de olsa tekrar görünüp, sesinin duyulmasıysa sevinç kaynağımız olurdu.

Az önce görünmez olduğu vadiden ya da dereden çıkıp, virajı (dönemeci) dönen ve uzaklardan ancak bir kibrit kutusu büyüklüğünde gözükebilen kamyonu ilk gören çocuk “ilk ben gördüm, ilk ben gördüm,” diye bağırarak en büyük sevinci yaşar, kendisiyle gurur duyardı.

Çocukluğumuzda köyümüze, yılda belki birkaç kere gelen Orman İdaresi’nin o küçük tip tenteli ciplerinden (jeep) başka motorlu araç gelmezdi, gelemezdi. Bunlar geldiğinde de bütün çocuklar peşinden koşardık. Yetişip, cipe dokunan, birkaç saniyeliğine de olsa arkasından asılabilen çocuk çok mutlu olur, o da kendisiyle gururlanırdı. Ben yetişip cipe binebildiğimi hiç hatırlamıyorum.

Ancak bu cipler her nedense iş güç zamanı, genellikle de son baharda gelirlerdi köyümüze. Zaten o zamanlar şehirlere gitmiş olanların dışında hiç kimse cipten başka motorlu araç görmemişti, bilmezdi.

Öyle ki, harman zamanı geldiğinde, siz harmanda düvene biniyorsanız, görevi terk etme şansınız yoksa, yalnızca oradan bir yerlerden geçen cipin motor gürültüsüne kulak kabartmakla, biraz yakınınızdan geçtiyse, egzozundan çıkan duman ve benzin kokusu size kadar gelebilmişse solumakla yetinirsiniz.

Bilenler için de “cip” demek “hız” demekti.

“Cip ve hız,” demişken aklıma geldiği için anlatayım:

Hızlı koşan ata “cip gibi koşuyor” derler ya da “cip” adını takarlardı bizim oralarda.

Başka var mı bilmiyorum ama ilk cip adlı at, hatırladığım kadarıyla Geçitli Köyü’nden öğretmen Rasim Altunel’in atıydı.

Öğrendiğim kadarıyla bu ata “cip” adının verilmesi, Ardanuç’tan Geçitli (Xeva) köyü yaylasına kadar olan yaklaşık 20 kilometrelik yolu, cip ile birlikte koşup, cipten erken yaylaya varması sonucunda almış.

Anlatılanlara göre, bu at gelirken ya da giderken hep koşarmış. O nedenle görüldüğü her yerde ona, “at geliyor,” demezler, “cip geliyor,” deyip, seyrine dururlarmış da, bunun bir at olduğunu bilmeyenler gerçek bir cip geliyor diye, cipi görebilmek için pür dikkat kesilirlermiş.

Her neyse, şimdilerdekilerin cipleri, otomobilleri varsa, bizim de o zamanlar bir yerden bir yere sırtında gittiğimiz, düğünlerde kıyasıya yarıştırdığımız, hatta sevdiğimiz kızı gelin getirdiğimiz, işte o alı al, doru dor, kırı kır, kara yeleli yağız atlarımız vardı.