Barış Arifoğlu

Sizi bilmem ama ben kendisini ilk olarak, Edip Akbayram’ dan duyduğumuz “Aldırma Gönül” şarkısının söz yazarı olarak tanıdım. Daha sonra kitaplarını okudum, fikirlerini tanıdım. Ama ne fikirler…Böyle bir ülkede fikirleri zaten katledilmesini şart koşar!Cumhuriyet tarihinin aydın, gazeteci katliamı Sabahattin Ali ile başlar adeta ve faili meçhuldür sonrakiler gibi, “ağır tahrik altında işlenmiştir” diye geçer zabıtlara. Günümüze kadar da hiç aksamadan devam eder gerçek gazetecilere yapılan zulüm; gözaltılar, gözaltında işkencede ölümler, hapisler.

Sabahattin Ali’ nin kızı Filiz Ali, babasının öldürülüşünü şu sözcüklerle anlatır:

“Babam, 1948 yılının karlı bir Şubat sabahı benim ve annemin bir kaç poz fotoğrafını çektikten sonra Ankara’dan İstanbul’a doğru yola çıktı, ve bir daha geri dönmedi. Ölüm haberini neredeyse bir yıl sonra 1949 yılı Ocak ayında gazetecilerden aldık.

Başta herşey usulüne göre halledilmişti. Sabahattin Ali’yi “Milli hisleri galeyana geldiğinden” öldürdüğünü iddia eden bir katil vardı ortada, babama ait olduğu söylenen fakat tanınmaz halde olan bir ceset de bulunmuştu. Ne var ki cesedi teşhis etmeye o zaman hayatta olan annesi ve eşi çağırılmadı. Böylece ceset esrarengiz bir şekilde kayboldu.

Sabahattin Ali’ye ait bir defin belgesi bile yok. Yani nereye gömüldüğü bilinmiyor. Olayın iç yüzü bugüne kadar gelmiş geçmiş bütün iktidarlar tarafından ısrarla aydınlatılmadı. Sabahattin Ali 70 yıldır kayıptır.  Sabahattin Ali gibi tanınmış, sevilen bir yazarın hunharca öldürülmesinin yarattığı dehşet ve korku, toplumu suskunluğa sevkederken öte yandan her türlü muhalefeti sindirmeyi vazife bilen karanlık güçlere de cesaret verdi. Her on yılda bir tekrarlanan askeri darbeler ile karanlık güçler denen aslında içimizden birileri, diğerlerini yok etmeye devam ettiler.

Öldürülen gazeteciler, yazarlar, sanatçılar, bilim insanlarının ardından toplumda gitgide derinleşen ve hiç bir biçimde tedavi edilemeyecek yaralar açıldı.

Yetmiş yıl sonra gelinen noktada toplum, toptan pasifize edilmiş, her türlü haksızlık, hukuksuzluk, cinayet ve dehşete kanıksamış durumdadır. Ne var ki güneşin her sabah doğması kadar doğal ve değişmez bir gerçek var evrende:  Hafıza!

İnsan hafızası kaybolan, kaybedilen, yok edilen, yakılan, parçalanan değerlerimizi unutmaz. Onlar, bu kayıp değerler hiç umulmadık bir yerde, umulmadık şekilde toplumun karşısına çıkar ve “susmaktan hiç utanmadınız mı ?” diye sorar”

Büyük yazar ve aydın Sabahattin Ali ‘nin hatırası önünde saygıyla eğilirken, katledilmesinden kısa bir süre önce  1947 yılında yazdığı aşağıdaki küçük bir yazısını da paylaşmak istiyorum:

“Biz demişiz ki : Bu memleketin istiklali her şeyden üstündür. Milletin oluk gibi kan akıtarak kazandığı bu istiklali, siyasi oyunlara alet edip, elden kaçırmayalım. Sömürücü devletlerin elinde oyuncak olmayalım

Cevap vermişler: hain, satılmış, bolşevik ajanı !

Biz demişiz ki : Halkın selametini temin ile vazifelendirilmiş olanların siyaset oyunlarına katılmağa, halka zulmetmeğe, onu dövmeğe ve halkın sırtına binmeğe, onu tabutluklarla kapatmağa hakları yoktur. Bunun önüne geçilsin.

Cevap vermişler: bozguncu, devlet düşmanı, anarşist!

Biz demişiz ki : Yıllardan beri arkası gelmeyen dalavereler, arsa oyunları, memleket dışına para kaçırma rezaletleri, esrarı çözülmeyen cinayetler, millet mali soygunculukları alıp yürümüştür. Öte yanda, millet karasabanın arkasında donsuz didiniyor. bu gidişatın sonu hayra çıkmaz.

Cevap vermişler : mufsid, tezvirci, komünist !

Biz bir fikir ortaya atmışız onlar bize cevap yerine, küfür savurmuşlar. Bu tür bir mücadelenin zevkli olmadığı meydanda… Lakin, yüreğimizi ferahlatan cihet şu ki, halk, o iyiyi kötüden, doğruyu eğriden ayırmakta hiç şaşmayan varlık, hep bizim tarafımızı tutuyor. Var olsun…”