Yağmalınmış, parçalanmış, talan edilmiş bir yurtluğun bir parçası, bir yiğidin olağanüstü çabası ile yağmacıların elinden kurtarılmış.

Gene olağanüstü, dünyayı şaşkına çeviren bir çabayla pisliklerden olabildiğince temizlenip yaşanabilir duruma getirilmiş. Daha da yapılması gereken çok iş varmış ama hiç değilse yurt sahibi olmanın sevinci de varmış.

Gel zaman git zaman, yurtluğun idaresi, birtakım ucubenin eline geçmiş. Başlamışlar, yurtluğu orasından burasından kemirmeye. Yapılmış ne kadar güzel iş varsa bozup herşeyi alt üst etmişler.

Yurtluğun, güvenliğini, güzelliğini sağlayan çevresindeki çitleri bile söküp satmışlar. Güzelim yurtluk, olmuş yolgeçen hanı.

Kuzeyindeki, doğusundaki, güneyindeki bataklıklarda ne kadar haşarat varsa doluşmuş, yurtluğa.

Kâhyanın gözetimi, denetimi altında, çekirge sürüsü gibi yurtluğu kemirmişler. Daha fazlasını isteyip yük olmaya başlayınca, kâhya ve yamakları, batı çitini açıp salmaya yeltenmiş haşaratı.

Komşu yurtluklar, başlarına gelecek felaketi gördükleri için çitlerini iyi sağlamlaştırıp tehlikeyi önlemeye çalışınca,  haşaratın kaynağı olanlar, başlamışlar feryada. Bu feryat korosuna, gerçeği görmekten aciz, kendini iyilik meleği sanan eblehler sürüsü de katılmış.

Komşu yurtlukların kâhyalarının “Yahu arkadaş, yurtluğunu, önce bataklığa çevirdin. Sonra, uzak yakın bütün bataklıkların haşaratını topladın. Boyundan aşırdın, bize taşırdın. Kendi yurtluğunu batırdın, bizimkini batırttırmayız. Sizin bir sözünüz var: İti öldürene sürütürler. Anladın mı. Bize bulaşma. Ne halin varsa gör” diye karşı çıkmış haklı olarak. Birileri bu haklı sert tavrı görmek istemezmiş.

Bu tuhaf masalın sonu nasıl biter kimse bilmezmiş.