Demir Akın

Son 15 yıl içinde sağlık sektöründeki  olumsuz gelişmeleri hepimiz gündelik yaşamımızda sık sık yaşadık, bunlara karşı sesimizi yükselttik ama bir türlü AKP’nin en başarılı olduğu psikolojik savaşın unsuru olarak algı yönetimiyle başedemedik. Şimdi ‘’takke düştü kel göründü’’ deyişine uygun olarak gündemimize girdi şehir hastaneleri efsanesinin yıkılışı. Dün akşam itibariyle çok sayıda öğrenci yurtları öğrencileri sokağa atılarak boşaltıldı ve bunların, hastalık kuşkusu olanlar için tecrit mekanı olarak kullanılacağı açıklandı.

Ankara Numune Hastanesi, Yüksek İhtisas Hastanesi, Zekai Tahir Burak Hastanesi, Altındağ Fizik Tedavi hastanesi gibi ülkemizin son yüzyılına damgasını vuran, herkesin sağlık deyince ilk aklına gelen, neredeyse Ankaralıların gözü kapalı ulaşabildiği hastaneleri kapattınız, boşalttınız, viraneye çevirdiniz, onların yerine Bilkent Şehir Hastanesini, balonları havaya uçurarak açtınız. Şimdi o balonlar patladı, elinizde tecrit için kullanabileceğiniz hastane kalmadı, öğrencileri sokağa atarak çözüm arıyorsunuz. 2018 ve 2019 yıllarında bu hastaneler kapatılırken hem Türk Tabipler Birliği (TTB), hem yurttaş örgütlerinin oluşturduğu platformun söylediği şuydu: Şehir Hastaneleri sağlıkta özelleştirmenin bir yeni uygulamasıdır biz bunlara karşıyız, ama hiç olmazsa bu hastaneleri kapatmayın. İşlevlerini sürdürsünler, veya en kötü ihtimal hemen bitişigindeki Ankara Üniversitesi ve Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültelerine devredin orada hizmetlerine devam etsinler. Siz bunlara kulaklarınızı kapadınız ve basın açıklaması yapan sağlık kuruluşu örgütlerinin üzerine polisi saldırttınız, gaz bombasıyla müdahale ettiniz, gözaltına aldınız. Ne demişler ‘’alma mazlumun ahını, çıkar ahaste aheste’’.

Dünya Bankası’nın sermaye (veya kar) odaklı sağlıkta özelleştirme politikasının sonucudur bu yaşadıklarımız kısaca. Hastaneler şirket, hastalar müşteri, çalışanlar köle olsunlar diye çerçeveyi çizmişti Dünya Bankası. Kamu Özel İşbirliği Programi (!) çerçevesinde Yap İşlet Devret (YİD) modeliyle gerçekleşecek bu yağma planında, devlet kendi arazisini şirkete 25 yıllığına bedelsiz tahsis ediyor, AVM anlayışıyla inşaat şirketleri beton+cam yığınlarını inşa ederken hiçbir sözleşme kamuoyuna açıklanmıyor (ticari sırmış), tüm hizmetler taşaronlaştırılıyor, bu arada Sağlık Bakanlığı Ankara’nın ortasındaki binasını ve eklerini bırakarak bu hastanenin içinde inşa edilen binada yıllık 30 Milyon TL. karşılığı kiraya çıkıyor. Bir de bu yeni hastanelerde %70 hasta garantisi olduğunu bilelim. Aynı 3. Boğaz Köprüsünde, Osmangazi Köprüsünde ve birçok yeni otoyolda olduğu gibi bu hastanelere hasta (müşteri) garantisi verilmiş durumda. Yani bu sayıya ulaşılmadığında aradaki fark hazineden bu şirketlere aktarılacak. Deyim yerindeyse tam ‘’kaymaklı kadayıf’’

Kendi ifadeleriyle son dönemde açtıkları bir başka ildeki hastanede yatak başına maliyet 170 bin TL. iken bu hastanelerde 1.250.000 TL gibi neredeyse 8 kat yüksek. Hatırlarsınız sağlıkta dönüşüm programı başladığında bizlere özel hastanelerde bakıldığımızda fark olmayacak denmişti, bizde inanmıştık (!), sonra yüzde 30 fark alınabilir diyerek tornistan ettiler, şimdide fark yüzde 200’e kadar çıktı, aslında bunun üstünde de fark aldıkları da bir gerçek, çünkü istediğiniz faturalarda çok dikkatli olmazsak görmediğiniz birçok hizmetinde bedelinin yazıldığını biliyoruz. Bütün bu olanakları kamu yönetimi (veya AKP) onlara sağlarken bir salgın durumunda sende elini taşın altına koy denemiyor bu hastanelere ve öğrenciler sokağa atılarak kamunun yurtları kullanılıyor.

Elbette sağlıkta geçmişte de sıkıntılar vardı, bunlarda sistemin (kapitalist) eseriydi ama yine de kentin yerleşik düzeninin bir parçasıydı ve yaşayan mekanizmalardı. Sadece Ankara için konuşursak (diğer şehir hastaneleri de aynı) kapatılan dört hastane ve Etlik Şehir Hastanesi açılınca (2019 demişlerdi hala açılmadı) kapatılacak toplam onbeş hastane, şehrin ortasında herkesin kolaylıkla ulaşabileceği ve kent yerleşim alanının kritik noktalarında hizmet veriyordu. Etraflarında eczaneleri, medikalcileri, otelleri, dükkanları, lokantaları ile  7/24 saat yaşayan ortamlardı. İlk çemberde onbeş-yirmi bin, ikinci çemberde belkide elli bin insana ekmek kapısıydı (hastane çalışanları dışında). Şimdi bu mekanlar ıssızlaştı, çok sayıda insan işsiz kaldı, insanlar evlerinin, dükkanlarının değersizleştiğini, yaşamlarının altüst olduğunu gördüler. Hastalar şehir hastanesine zorlukla ulaşıyor, dönüşleri veya tahlil sonuçlarını beklemek işkenceye dönüşüyor, hastalar ve çalışanlar bu hastanelerde bir servisten diğerine ulaşmakta büyük sıkıntılar çekiyorlar, bu binalar akıllı bina (!) olduğundan güneşi ve gökyüzünü görmeden, pencereyi açarak temiz havayı soluyamadan sağlık arıyorlar.

Bir anekdotla bitireyim. Mersin Şehir Hastanesi konusunda basın açıklaması yapan İl Sağlık Müdürü hastane için özel navigasyon programı yapıp cep telefonlarına indirilebileceğini söylerken ‘’vallahi bende bu hastanede kayboluyorum onun için navigasyonu kullanıyoru demiş’’ ( TTB  eski Başkanı Dr. B.İlhan’dan mealen aktardım). Muhtemelen Dünya Bankası ve onun iş ortağı AKP’nin Sağlık Bakanı bu hastanelerin; hastalar, yaşlılar, engelliler, çocuklar için olduğunu unutmuşlar, AVM anlayışına hizmet etmek istemişlerdir. Gün gelir, devran döner, sağlığın en önemli kamu hizmeti olduğunu ve kar hırsına mahküm edilemeyeceğini ve temel insan hakkı olduğunu sizde öğreneceksiniz.