Metin Gümüş

Dindar bir aile (topluluk) içine gözlerini açmış biri olarak; doğaldır ki kültürel olarak müslümanım. Yani düşünsel kodlarımda islamın önemli bir yeri var. Günlük hayattaki davranışlarımın ve kullandığım sözlerin, kavramların içinde islama ait olanlar seküler hayata dair olanlardan daha çoktur. Bütün bunlar kültürel islamlığın doğal sonucudur.

Nazım Hikmet otobiyografi şiirinde “çoğunluğun gittiği kimi yerlere de ben gitmedim 21’den beri  camiye kiliseye tapınağa havraya büyücüye”der. (Nazım 1902 doğumludur. Yani 19 yaşından sonra gitmemiş. Ben de 20-21 yaşımdan beri gitmiyorum oralara. Ve o dönemlerden beri kendimi asla Müslüman olarak tanımlamadım. Ama İslamla ilişkimi de hiç kesmedim. Sürekli bir araştırma içinde oldum. Reddetmekle hata yapıyor da olabilirdim. Böyle bir şey görürsem kendimi affettirmek için yollar kapalı değildi, kullanabilirdim. Bir tövbe istiğfar ile yeniden müslüman olabilirdim.
Aksi halde körü körüne reddetmek de olmazdı. Neyi niye reddettiğimi de bilmem gerekiyordu. Bu yüzden hep bir araştırma içinde oldum. Din karşıtı yayımlardan daha çok dini yayınlar okudum. Çünkü din karşıtı bir yayında okuduğum bilgilerin doğruluğunu dini yayınlarla karşılaştırmalar yaparak test ettim.

Daha fazla kendimden bahsetmeden kısaca söyleyeyim. Bu konuda bir hayli birikimim oldu. Durumdan memnunum. Dileğim inananlarında en az benim kadar neye inandıklarına dair araştırmalar yapmalarıdır. Mızraklı ilmühal düzeyinde bile dini bilgisi olmayan, sadece 32 farz, bu meyanda namazın farzları, sünnetleri, abdestin şartları, gusülün şartları bir kaç tane de namaz başı (namaz duaları) bilenlerin kendilerini müslüman sanmaları hele hele hal ve davranışları ile inandıkları için, kendilerini başkalarından üstün görmeleri çok komik geliyor bana.

Bu konuda arada sırada hoşluklar yaşamıyor da değilim. Bahsettiğim kriterler içinde kendini müslüman sanan birisi ile bir topluluk içinde tartışırken, ayetler ve hadislerden örneklerle kendisinin İslamiyeti bilmediğini söyleyip susturunca; topluluk içinde, benim inançsal durumumdan haberli yaşlı birisi şaşkınlıkla ” hey allahım hikmetinden sual olunmaz ya, götürüp ilmi kimlere vermişsin” dedi. Ben de ona, amca, bana Allah bir şey vermedi. Eğer bu bir ilimse ben kendim emek vererek edindim bunu. Allah’tan bekleme, sen de emek ver seninde olur böyle ilmin dedim.

Her ne kadar dinsiz olsam da dinden habersiz değilim. Bu gün ülkemiz de ve dünya’da yaşanan İslam’ın Kuran İslamı değil, Emevi uydurması bir islam olduğunu bilenlerdenim. Zaman zaman islama eleştiriler yapıyorum -belki kendi yetersizliğim yüzünden derdimi yeterince anlatamadığım için- islam karşıtı olarak suçlanıyorum. Elbette yaptığım eleştirilerde islam karşıtı ifadeler de var. Ama herkes bilmelidir ki, eleştirilerimin hedefinde kuran islamı değil, bize din diye dayatılan emevi uydurmalarıdır.

Ne demek istediğimi, şu aşağıda ki resimin anlamını Muhamned’in hayatında yaşanmış bir gerçeklikle karşılaştırarak anlatayım.

Hicretin 6. Yılnda Müslümanlar Muhammed’in öncülüğünde 1400 kişilik bir grupla Kâbe’yi tavaf için Mekke’ye doğru yola çıkarlar.
Ancak Mekkeliler Müslümanları Mekke’ye sokmama kararı almışlardır. Muhammet elçi gönderek savaşmak için değil Kâbeyi tavaf için geldiklerin bildirir. Ancak Mekkeliler kararlarında ısrarlıdırlar. Sonunda Hudeybiye Barış anlaşması imzalanır. Ne varki sahabeler anlaşma koşullarını sindirmekte zorlanmaktadırlar. Moralleri bozuktur. Çünkü anlaşma gereği o yıl Kâbe tavaf edilmeyecektir. Ama onlar kesmek için Medine’den yanlarında kurbanlarını da getirmişlerdir. Kurbanlarını tavasız kesmek istememektedirler. Buna rağmen Hz.Muhamet sahabelere tıraşlarını olup, kurbanlarını kesmelerini emreder. Bu emre kimse uymaz. Üç kere aynı şeyi emretmesine rağmen sonuç alamaz. Morali bozuk bir hâlde eşi Ümmü Seleme’nin çadırına gider. Ümmü Seleme eşinin yüz ifâdelerinden bir tuhaflık yaşandığını anlayınca sorar Muhammet durumu anlatınca Ümmü Seleme, “Ey Allah’ın elçisi! Emretmek yerine yapmanız, bu sıkıntıdan daha iyidir. Siz çıkın, onlarla konuşmadan işinizi yapın, saçınızı tıraş edin ve kurbanınızı kesin, onlar size uyacaklardır” tavsiyesinde bulunur. Muhammet söyleneni yapınca, Bunu gören sahabelerin onun bulunduğu tarafa doğru yönelerek kurbanlarını kesmeye başladıklarını görür.

Bu kıssa ve hadisten çıkarılacak ders şudur: İslamda esas olan önderin (peygamber, halife, kral, emir) emreden değil, örnek teşkil eden birisi olması gerekir.

Şu fotoğrafa bir bakar mısınız?

Bu fotoğraf bu gün (27 Mart 2020) Cumhurbaşkanlığı Sarayındaki Millet Camisinde çekilmiş bir resim. Korona dalgını nedeniyle Milletine Cuma Namazı kılmayı yasaklayan Diyanet İşleri Başkanı ve sair Devlet Ricali Sarayın Cami’sinde cemaatle Cuma Namazı kılıyor. Bu namazdan en tepedekinin haberdar olmaması mümkün değildir. Başkaları olsa sormam (o makamlara layıkıyla gelmiş başkalarının böyle bir şey yağacağını düşünmüyorum zaten) ama başta en tepedeki olmak üzere bu zevatın tamamı kendilerini hep dini kavram ve sembollerle refere ve ifade ettikleri için soruyorum: var mı islamda böyle bir önderlik örneği?Benim bildiğim Muhammed-i islam da böyle bir örnek yok. Ama emevi islamında fazlasıyla var.
Ve böyle bir islami anlayışı eleştirmek herkesten (benden de) önce uydurulmuş islama değil, indirilmiş islama inananların birinci görevi olmalı…