Metin Gümüş

Tekalif-i Milliye (Ulsal Yükümlülük Emirleri ) ile bu gün gündemde olan” Biz Bize Yeteriz Milli Dayanışma” Kampanyasını aynılaştırmak tarih cehaletinden öte, sinekten yağ çıkarma mantığı ile tarihten yağ süzme çabasıdır.

Malum Tekalif-i Milliye emirleri; bir ihanet sonucu ülkesi ekonomik, sosyal, kültürel, ve coğrafi her alanda yerle yeksan olmuş bir milletin kendini ve ülkesini yeniden var etmek için altına gönüllü olarak girdiği yükümlülüklerdir.

Bu günlerle o günler kıyaslandığında benzerliklerle birlikte farklılıklar olduğu da görülür.

Bugün de ülke ekonomisi yerle yeksandır. Ancak bunun müsebbibi Korona Virüsü değil; tıpkı o günlerde olduğu gibi günümüz Vahdeddinleridir. Önce ülke de ne kadar katma değer üreten tesis varsa hepsi teker teker satıldı. Emperyalist tekellere peşkeş çekildi. Tarım ve hayvancılık çökertildi. “Dünyada kendi kendisini besleyen yedi ülkeden birsiyiz” diye övündüğümüz ülkemiz ; izlenen yanlış ekonomi ve tarım politikaları ile kısa zamanda bütün mamul malları, saman da dahil tüm tarım ürünlerini ve hayvansal gıdaların tamamını, meyvesini, sebzesini kısaca, iğneden ipliğe her şeyi ithal eder duruma geldi. Üretmeden tüketen bir toplum olduk. Bu konu bilahare AKP’nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı adayı olan Başbakan Binali Yıldırım tarafından şöyle itiraf edilmiştir. Malum o günlerde de derin bir ekonomik kriz vardı. Devlet pazar tezgaları kurup “tanzim satış” adıyla domates, biber, patlıcan satıyordu. İşte o günlerde şu bomba gibi itraf kaçtı Binali Yıldırım’ın ağzından. “Para bolken yemişiz yemişiz yemişiz, bunun bir gün ödeneceğini düşünmemişiz. Ödeme günü gelince de ….”

Evet AKP iktidarı ile başlayan yönetme anlayışını böylesi veciz bir şekide özetlemişti Binali Yıldırım.
Ve böyle bir anlayış taşımıştı ülkeyi Vahdeddin’in Osmanlı’yı taşıdığı noktaya. Meseleye böyle bakınca içinde bulunduğumuz hal çok benziyor o günün ahvaline.

Fark ise şurada: Tekalif-i Milliye emrini veren Vahdeddin değil Mustafa Kemaldi. O Mustafa Kemal ki, Osmanlı’nın çöküşünde hiç bir dahli yoktur. Osmanlı’nın hiç bir varlığına dokunmamış, bir iğnesini dahi kimseye peşkeş çekmemiştir. Onun arkasında büyük zaferlere atılmış imzalar vardır. Halkını, sarıklı, çarıklı, illet, zillet ayrımı yapmadan tümünü kucaklayan bir liderdir. Çerkez Etem’i bile hakkında mahkeme kararı verilinceye kadar vatan hainliği ile suçlamamış, ondan “Etem Bey” diye bahsetmiştir. Bu feraset ve inceliği ile halkının gönlüne taht kurmuştur. Onun hiçbir lüksü yoktur. O, “Tekâlif-i Milliye Emirlerini” cephede çadırında mum ışığında kaleme almıştır. Zaten bu yüzden dir ki verdiği emirler halkı tarafından gönüllü olarak harfiyen yerine getirilmiştir.

Siz ülkeyi göz göre göre batıracaksınız. kendi lüks ve şatafatınızı her şeyin üstünde tutacaksınız. Kendi ihanetinizi perdelemek için önünüze geleni “,vatan haini” ilan edip ona göre muamele edeceksiniz, sonra dönüp “Milli Birlik ve Beraberlik Seferberliği ” adına halktan fedakârlık isteyeceksiniz. Biz beceremedik, kırıp döktük. Gelin siz her şeyi yoluna koyun. Bir daha berbat etmek üzre bize teslim edin diyeceksiniz. Yok öyle yoğrdun bolluğu…

Oturup kalkın karşınızda bir Mustafa Kemal olmadığına şükredin. Yoksa şimdi çoktaaan o emrinize amade uçaklardan birisine atlayıp selefiniz Vahdeddin gibi işbirliği içinde olduğunuz ağababalarınızdan birinin ülkesine kaçardınız.